AÇ GÖZLÜ DOYMAZ

Sıra geldi bu ayki bilgelik hikâyemize. Bakalım, bu hikâye bizlerde nasıl farkındalık yaratacak.

Bazen sürekli isteriz. Hiçbir şekilde bu isteklerimiz bitmez; bir tanesini elde ettiğimizde diğerini isteriz. Bir türlü elimizdekilerle tatmin olmayız. İşte burada, asıl olan ruhumuzun aç olmasından kaynaklanır. Eğer ruh aç ise isteklerin hepsi olsa bile doymaz. Derler ya “Aç insan doyar ama açgözlü insan asla doymaz.” Yine derler ya, “Gözü doymayanın ne midesi ne de yüreği doyar.” diye. Açgözlülük sadece para veya bazı şeylere sahip olma arzusu değildir. İnsanın sahip olduğuyla yetinmeyi bilmemesidir. Böyle insanlar, dünyanın malına sahip olsalar bile sürekli bir istek içindedirler. Siz verisiniz ama doymazlar. Bu açgözlülüğün, zenginlik veya fakirlikle hiçbir ilgisi yoktur. İnsanın cebinde bir ekmek alacak parası yoktur fakat gözü o kadar toktur ki ikram ettiğiniz bir dilim ekmeği kabul eder. İkincisini, siz verseniz bile istemez çünkü bununla karnım doydu, der; öbür dilimi aç olan başka bir insana vermenizi ister. Fakat zengin bir insan, siz ona dünyanın malını verseniz bile yine de yok der, ister.

Şimdi sevgili okuyucularım, sizi hikâye ile baş başa bırakıyorum.

ALTINLA TARTILAN KEMİK…

Satranç ustası bir gezginin yolu İran’a düşmüş. Orada halktan öğrenmiş ki zamanın İran Şahı, satranç oynamayı çok severmiş. Seyyah da madem öyle, ben de gideyim, sarayın kapısından içeri girebilirsem Şahla oynarız demiş.

Adam içeri girmiş. Şah gezgini huzura çağırıp “Mademki sen satrancı çok iyi biliyorsun, o hâlde, bu oyunda beni yenersen ben de seni, sarayımda uzun süre misafir ederim.” demiş. Ve oynamışlar. Oyun sonunda da Şah, mat olmuş.

Şah, adamın yüzüne bakıp “Şimdi dile benden ne dilersen. Bugüne kadar senin gibi güzel satranç oynayanı hiç görmedim. Sen, sana vereceğim hediyeyi çoktan hak ettin.” demiş.

Şah, vezirini çağırıp “Üstada bir kese altın getirip ver.” der ve bunun üzerine seyyah da, “Şah’ım bağışla beni,” deyip cebinden küçük bir kemik çıkarır. “Ben bir kese altın istemiyorum. Ben sadece bu kemiğin ağırlığınca altın istiyorum.” der ve kemiği Vezir’e verir. Şah da bu arada Vezir’ine, “Sen hem kemiğin ağırlığınca hem de ayrıca bir kese de altın ver.” Dedikten sonra Vezir’i hazineye gönderir.

Vezir, hazinede terazinin bir kefesine kemiği; diğer kefesine de altınları koyar. Ama koyduğu altınlar, kemiğin ağırlığına bir türlü eşit olmaz. Hazinede ne kadar altın varsa hepsini koyup tartar. Ama kemik, koyduğu altınların hepsinden ağır gelir. Şaşkınlığını gizleyemeyen Vezir, “Bunda bir iş var,” deyip doğruca Şah’ın huzuruna gider. Ve kulağına der ki “Şah’ım, bu kemik, hazinedeki tüm altınların hepsinden ağır geliyor. Ne yapmamı emredersiniz?”

Şah, adamın çok zeki olduğunu anlar. Ama küçük düşmemek için de “Git bir şeyler yap ve sözümüzü yerine getir.” der.

Bu arada da konuşulanları Seyyah duyar. Şaha der ki “Şah’ım, o kemik sıradan bir kemik değil. O kemik, aç gözlü bir adamın göz çukurunun kemiği. Üstelik o kemik, dünyanın bütün altınından çok daha ağır gelir. Hazinenizde bulunan diğer değerli şeylerin hepsini satıp altına çevirip tartsanız bile o kemik yine de hepsinden ağır gelir. Çünkü o kemik, açgözlü bir adamın göz çukurunun kemiği.

“Terazinin diğer kefesine bütün dünyayı koysanız bile bu göz doymaz; bunu ancak bir avuç toprak doyurur. O kemiği tartarken karşı kefeye bir avuç toprak koyarsanız. Ancak o zaman o kemiğin ağırlığını terazide tartıp eşitleyebilirsiniz.”  der ve ekler “Aksi mümkün değil.”

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir