Çocuğun sandığı son açışından bu yana üç hafta geçmişti. Cebinden anahtarı çıkardı ve sandığı açıp elini sandığın içine uzattı, sırası gelen anıyı serbest bıraktı.
İlkokul dördüncü sınıfa başlamıştım. O sene derslerime daha çok çalışmak zorunda olduğumun farkındaydım. Her zamanki gibi okulda dersleri çok iyi dinliyor, eve gelince de ödevlerimi hiç aksatmadan zamanında yapıyordum. Sınıfta sıralara ikişer kişi oturuyorduk. Sıra arkadaşımla ikinci sınıftan beri beraberdik. Hani derler ya bazı arkadaşlar özeldir, benim için de sıra arkadaşım öyleydi. Her bakımdan çok iyi anlaşıyorduk. Aramızda herhangi bir küskünlük veya bir sorun yaşanmamıştı. Evlerimiz birbirine biraz uzak olsa da yaz tatillerinde bile görüşüyorduk.
Okul açılalı iki ayı geçmişti ki çok sevdiğim sıra arkadaşım gelip “Sana üzüleceğin bir haber vereceğim,” dedi. Ben de hemen “Yoksa okuldan mı ayrılıyorsun?” dedim. Arkadaşım şaşırdı, “Nereden bildin?” diye sordu. Bunun yanıtını ben de bilmiyordum ama o anda içimden öyle geçmişti. Arkadaşım, babasının işi dolayısıyla taşınmak zorunda olduklarını anlattı. Çok üzüldüm; çok sevdiğim hem de çok iyi anlaştığım arkadaşımla artık bir arada olamayacaktık. O da çok üzgündü, yeni bir okul, nasıl adapte olacağını bilmediği yeni arkadaşlar onu tedirgin etmişti. Ayrılacağı tarihi söylediği andan itibaren takvimi sayar oldum. O tarihin gelmesini hiç istemiyordum. Bu yüzden de günlerin uzamasını arzu ediyordum. Okul çıkışında arkadaşıma, “Bize gel, bizde kalırsın, yarın beraber okula gideriz,” diyordum. Çünkü o süre içinde olabildiğince çok birlikte vakit geçirmek istiyordum. Bu benim için önemliydi.
Arkadaşımın gideceğini öğrendiğim o gün moralim bozuldu. Okul çıkışında servisle eve dönerken konuyu kardeşime anlattım. Kardeşim, “Üzülme, hafta sonları görüşürsün,” dedi. Oysa ben aynı fikirde değildim. Çünkü arkadaşım karşı tarafa, Avrupa yakasına taşınacaktı ve hafta sonları hemen bir araya gelmemiz kolay olmayacaktı. Henüz çocuktuk ve buluşmak için ailelerimiz bizi götürüp getirmek zorunda kalacaktı. Bu duygular içindeyken kardeşimin verdiği yanıt beni rahatlatmamıştı. Eve gelince anneme anlattım, Annem, çok hassas bir yapıda olduğumu bildiği için üzüntümü hafifletecek bir konuşma yaptı benimle. “Kardeşin haklı, hafta sonları ve sömestre tatillerde gelir, sen gidersin. O bizde kalır, sen onlarda kalırsın,” dedi.
Annemin sözleri üzüntümü azaltmıştı. Arkadaşımı tamamen kaybetmiyordum, başka bir yere taşınıyordu, hepsi o kadar. İstediğimiz zaman ailelerimizin bizi buluşturacağından emin olmak içimi rahatlatmıştı. Çünkü üçüncü sınıftayken çok sevdiğim bir arkadaşım vefat etmişti ve şimdi de yine çok sevdiğim bir arkadaşım okuldan ayrılıyordu. O yaşlarda ben farkına varmasam bile bilinçaltıma sevdiklerimi kaybetme korkusu yerleşiyordu. Hayatımda ilk, babaannemi ve dedemi kaybettim, ardından arkadaşımı. Böylece kaybetme korkusu farkında olmadan çoktan yerleşmişti bilinçaltıma. İleri zamanlarda paylaşacağım anılarımda, kaybetme korkusunun sonraki yıllarda nasıl olumsuzluk yaşattığını, insanın üzerinde nasıl bir yük oluşturduğunu, ruhu nasıl olumsuz etkilediğini yazacağım.
Arkadaşımın okulda geçirdiği son gün gelip çattı. Ona sınıfta bir veda partisi düzenledik. Öğretmenim para toplayıp sınıf adına arkadaşımıza hediye aldı. Ben ayrı bir hediye aldım. Kitap okumayı çok seviyordu. Bir gün konuşurken çok sevdiği bir kitaptan söz etmişti, onu hediye ettim. Sınıftaki arkadaşların aileleri evde kurabiyeler, pastalar yapmışlardı. Çok güzel bir parti ile arkadaşımızı yeni başlayacağı okula uğurlamıştık. O gün ayrılırken kaç defa sarıldığımı hatırlamıyorum. Benim için her zaman arkadaşlık önemlidir, ruhumun anlaşacağı insanlarla arkadaşlık yaparım. Yüzeysel değil aynı duyguları konuşmaktır bana göre arkadaşlık.
Bazı çocuklar çok hassas olabilir, işte o hassaslık insanı büyüdükçe etkiliyor. Her zaman söylerim, her ruh farklı olduğu için çocukken yaşananlar bir çocuk için üzücü olabilir ama başka bir çocuk için üzücü değildir. Bu herkese göre değişir.
İnsana en büyük zararı veren korkulardan bir tanesi sevdiklerini kaybetme korkusudur. Kendisini nasıl etkilediğinin farkına varmadan bu korku ile yaşayan insan, diğer insanlara bağımlı hâle geliyor. Bu nedenle çoğu insan sevdiklerine “bağlı” değil “bağımlı” olarak yaşıyor. Onları kaybetmemek için sürekli kendinden fedakârlık yapıyor. “Hayır” kelimesini kullanamıyor; işte bu, insanın kendisine zarar veriyor.
Çocukluk yaşlarında bilinçaltına yerleşen bu korku aileler tarafından fark edilmezse yaş ilerledikçe ruhsal olarak travmaya yol açıyor. Ne zaman kişi kendi farkındalığını kazanıp bu korkuyu şifalandırırsa o zaman bir yükten kurtulmuş oluyor. Şifa için farkındalık çok önemlidir. Halının altına süpürmek, sadece o anı kurtarmaktan başka bir şey değildir.
Her bir korkuyu şifalandırmak ruhun arınmasını sağlar. Sevgi dolu bir ruh olmaya başlar.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.