Anılarımı anlatmaya kaldığım yerden devam ediyorum. Bir önceki anıda dokuz yaşındaki çocuğun dördüncü sınıfa geçtiği yaz aklındaki deniz hayalleri ile evdeki tatil programının neden örtüşmediğinden bahsetmiştim. Yine sandığın başında çocuk. Bakalım tatilde yaşadıklarından hangi anıyı serbest bırakacak, hep birlikte okuyacağız? Çocuk anahtarı eline alıp açtı sandığı ve ilk gördüğü de tatilde arkadaşının onun üzerinde bıraktığı iz oldu.
Sabırsızlıkla beklediğimiz yaz tatilinin ilk günleri geçmişti bile. Ağabeyimin ve kardeşimin sünnet düğünü için hazırlıklara başlanmış, evde tatlı bir telaş yaşanıyordu. Sıra sünnet düğünü için giyeceklerimizi almaya gelmişti. Alışveriş için ailece vapurla Avrupa yakasına geçtik. Vapur yolculuğunu çok seviyordum. Adaya her gidişimizde kenarda oturup denize bakmak çok hoşuma gidiyordu. Vapur tutkum hiç değişmedi, hâlâ vapurla yaptığım yolculuklar mutlu eder beni. Alışverişe çıktığımızda da babam araba ile karşıya geçmenin zaman alacağını, rahatça dolaşabilmemiz için en güzelinin vapurla gitmek olduğunu söylediğinde çok sevinmiş, mutlu olmuştum. Çünkü araba yolculukları kısa mesafe bile olsa beni tutuyordu. Üstelik denizi seviyordum, vapurda yine kenara oturacak ve denizi seyredecektim. Vapura bindiğimiz zaman babam bize pamuk şekeri alırdı, bir yandan onu yer bir yandan denizi seyrederdim ve bütün bunlar beni çok mutlu ederdi. Öyle ki yolculuk hiç bitmesin, vapur iskeleye yanaşmasın isterdim. Alışveriş için karşıya geçtiğimiz o gün de öyle oldu; pamuk şekerim ve yolculuk hiç bitmesin istedim.
Sıra alışverişe geldiğinde bana alacakları elbise konusunda tabii ki babam ve annem ile aramızda görüş farklılığı ortaya çıktı. Hiç unutmuyorum; babam, kırmızı, pembe renginde üstelik kenarları fırfırlı gösterişli bir elbise almak istedi. Oysa ben öyle bir elbise istemiyordum. Fırfırları olmayan, sade, sarı bir elbise istediğimi söyledim. Oldum olası sarı rengi çok severim. Babama göreyse sarı soluk bir renkti, canlı renklerde bir elbise giymemi istiyordu. Ben tabii ki babamın istediğini değil kendi beğendiğimi aldım. Ama hemen söyleyeyim, beyaz bir elbiseydi aldığımız çünkü çok istememe rağmen sarısını bulamamıştık. Sonuçta kendi beğendiğim elbiseyi almıştık ve “O elbiseyi ben giyeceğim, babam giymeyecek,” demiştim anneme… Bu her zaman böyle oldu, kıyafet seçimi veya bir yere gitmek konusunda kendi isteğimle karar vermeyi seçtim hep. Çünkü kendi isteğimle bir giysi alırsam veya bir yere gidersem mutlu oluyordum. O kırmızı fırfırlı elbiseyi de babam mutlu olacak diye alsaydım ben mutsuz olacaktım.
Alışverişimizi bitirip keyifle eve döndük. Kapıyı anneannem açtı. Sevinçle boynuna atladım, neredeyse iki senedir görmemiş, özlemiştim. Anneannem, dayım, onun eşi ve teyzemle birlikte Malatya’dan gelmişti. Ev bir anda kalabalıklaşmıştı ve bu bizi çok mutlu etmişti. Çünkü dayım bizleri çok severdi, bizimle şakalaşır, özellikle ablama çok takılırdı. Dayımın yanında kendimi çok rahat hissederdim. O, amcalarım gibi değildi. Dayımın hiç öyle sert konuşmalarına tanık olmadım. Onun için gelmelerine çok sevinmiştim. Bir de anneannem ve teyzem, anneme hep yardım ederlerdi. Özellikle anneannemin yöresel yemekler ve tatlılar yapması başka bir güzellikti. Benim yemekle fazla aram olmadığı hâlde çok severdim anneannenim yemeklerini; onun yöresel yemeklerinin farklı bir lezzeti oluyordu.
Bu arada deniz gitme planlarımız hâlâ vardı, her gün içimden ne zaman denize gideceğimizi sorup duruyordum ama sünnet düğününün bitmesini beklemem gerekecekti. Bu bekleyiş günlerini, arkadaşlarımla apartmanın bahçesinde oynayarak geçiriyordum. Apartmanda benden iki üç yaş büyük bir erkek arkadaşım vardı. Sakin, uysal bir çocuktu. Hiçbir zaman sorun yaşamadık, onunla hep iyi anlaşır, oynardık. Ben onlara giderdim, o bize gelirdi. Gene bahçede oynadığımız bir gün onun kız kuzeni geldi. Aynı yaştaydılar ama kuzeninin huzursuzluk çıkaran, aksi bir yapısı vardı. Aralarında bir kavga çıktı. Arkadaşıma, “Deli Rahmi, deli Rahmi,” diye bağırdı. Arkadaşım da onun saçını çekti. Ben arkadaşıma “Yapma,” dedim. Kuzeni hemen arkadaşımın annesine gidip “Rahmi saçımı çekti,” diye şikâyet etti, kendi yaptığını anlatmadan. Annesi arkadaşıma neden böyle davrandığını sordu. O da “Sana da deli Şeniz, deli Şeniz, derseler ne yaparsın? Sesini çıkarmaz mısın?” diyerek davranışına neden olan olayı tam olarak anlattı. Annesi olayı dinledikten sonra, “Gene de yapmaman gerekirdi. Onun sana deli demesi ile deli olmuyorsun, boş ver,” dedi. Ben, sadece sessizce olan biteni gözlemledim.
Eve dönünce anneme anlattım olayı. Sonra kendi kendime düşündüm ve “Evet, arkadaşım haklıydı” dedim. Ama bence saçını çekme yerine o kişiye “Seninle arkadaşlık yapmayacağım” demesi yeterli olurdu. O anda oyun alanını terk etmeyi veya onu oyuna almamayı seçebilirdi. Böyle durumlarda tabii ki insan kendini koruyacak ama şiddete başvurmadan. Karşı taraf size sözlü olarak kötü davranışta bulunmuş ise sizin ona, “Bu davranışından dolayı seninle görüşmeyeceğim,” demeniz yerinde olacaktır.
Eğer arkadaşımın annesinin söylediği gibi sesini çıkarmayıp olayı olduğu gibi kabul etseydi ne olurdu? Kuzeni ona karşı aynı davranışı tekrar tekrar yapar ve arkadaşım her defasında üzülürdü. Bilinçaltı, yaşanan her üzücü olayı kaydeder. Yetişkinlik döneminde bir başkasından aynı davranışları gördüğünde gene ses çıkaramaz ve onu kabul eder, içine atar. Çünkü çocukluğunda ailesi ya boş ver uyma ona ya ayıp olur ya da karşı taraf küsmesin demiştir. Bu şekilde büyüyen insan, içine atarak kendini üzer ve zamanla üzüntü fiziksel sağlığı tehdit eder.
Bir insan çocukluğunda kendini korumazsa sonra hep böyle üzücü davranışlarla karşılaşıyor ve hayatı kısır döngü gibi gidiyor. Yetişkinlik döneminde de kendi hakkını koruyamıyor. Arkadaşımın annesinin söylediği gibi büyükler, “Ayıp olur” ya da “Boş ver,” dediği için büyüyünce de hep boş verirsiniz, size sözle ya da davranışla yapılan haksızlıklara karşı sessiz kalır, içinize atarsınız. Bunlar bilinçaltına yerleşerek günün birinde su yüzüne çıkar. Bu defa tepkileriniz daha büyük olur. Aslında insanın kendisine olan özsaygısı çocuklukta başlıyor. Ama çocuk bunu bilemez, öğretecek olan yine ailedir. Sözle veya davranışla haksızlığa uğrayan çocuğun kendini ifade etmesi için aile teşvik etmelidir. Aksi hâlde ileride çocuğun zarar göreceğini bilmelidir. Fakat çoğu aile bunu üstünde durmaz bile maalesef.
Ayrıca çocuğun belli yaşa geldikten sonra artık kendi kararlarını vermesi gerekiyor. Dokuz yaşındaki çocuk ne giyeceğine ne yiyeceğine kendisi karar vermelidir. Aileler her zaman kendi isteklerinin yapılmasını ister ya da kendilerini mutlu edecek davranışlar bekler çocuktan. Aslında baktığınızda tabii ki aile çocuğun kötü olmasını istemez ama çocuğun da içinde arzuladıkları vardır. Ailesi mutlu olacak diye kendisinin mutlu olmayacağı bir şeyi niye yapsın çocuk? Tamam, aile çocuğa gerçekten zarar verecek bir durum olduğunda müdahale eder ve bunun nedenini de çocuğa açıkça söyler. Ama bir kıyafet seçimini kendisine bırakmak çocuğa zarar vermez. Kıyafet seçiminde bile aile fikrini ısrar etmeden söylemelidir.
Kararlı olarak yetiştirilen çocuk ileri yaşlarda ne istediğini bilir. Çelişkiler içinde yaşamaz. Dik bir duruşu olur.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.