TATİL BAŞLANGICI

Evet, anılarımı yazmaya kaldığım yerden devam ediyorum. En son, piknikte yaşananların bende nasıl bir iz bıraktığından bahsetmiştim. O, dokuz yaşındaki çocuk şimdi elindeki anahtarla sandığı açıyor ve bir anıyı daha serbest bırakıyor.

Yaz gelmiş, okullar tatil olmuştu. Kardeşimle ikimiz sevinç içindeydik; önümüzde gezip eğleneceğimiz koskoca üç ay vardı. Her yaz olduğu gibi o yıl da yazı nasıl geçireceğimizi, neler yapacağımızı sordum anneme. Esas merak ettiğim Büyükada’ya, yazlığa tekrar gidip gitmeyeceğimizdi çünkü adayı çok seviyordum. Orada çok güzel vakit geçiyordum hem denizde hem de arkadaşlarımla. Annem, “Maalesef bu yaz adaya gitmeyeceğiz,” dedi. Bu yanıtı beklemiyordum, şaşkınlıkla nedenini sordum, “Çünkü ağabeyin ve kardeşin sünnet olacaklar, onun hazırlıkları var” dedi. Sünnet düğünü olacağı için Malatya’da oturan anneannem, teyzem ve dayımın geleceğini söyledi. Bizde kalacaklardı. Üstelik uzun süreliğine geleceklerdi ama evimiz büyük olduğu için sorun olmuyordu. “Peki, denize gitmeyecek miyiz?” diye sordum. Annem, “Tabii ki gideceğiz ama üç ay boyunca tatil yapmayacağız,” dedi.

Denizi çok seviyorum. Çocukken denize girdiğimde çıkmayı bilmezdim. Özellikle dalıp denizin dibini görmekten çok mutlu oluyordum. Bazı çocuklar denize girmek istemezler, direnirler, ağlarlar. Ben hiçbir zaman hatta okul öncesinde bile öyle bir çocuk olmadım. Aksine denize girmek için can atardım. Annem beni çıkarmak için uğraşırdı. Hatta bir keresinde denizde o kadar uzun süre kalmıştım ki dudaklarım morarmıştı ve annem artık denizin içine girip beni çıkarmak zorunda kalmıştı. İlk defa annemi böyle durumda bırakmıştım. İşte denize olan bu sevgim yüzünden o yaz başında annemin, “Denize kısa süreliğine gideceğiz,” demesi hoşuma gitmemişti.

Tabii ki bu arada karneleri almıştık. Karnelerimizi en çok merak eden ortaca amcamdı, başarılı olup olmadığımızı görmek istiyordu. Babam, o kadar üstünde durmazdı karnelerimizin. Çünkü amcam velimizdi ve babam, “Amcanız ilgileniyor,” diyordu. Fakat babam amcam gibi sert değildi. Öyle başarısız da olsak kızmazdı. Ağabeyim ortaokul ikinci sınıfa geçmişti. Karnesi gayet iyiydi, zaten derslerinde çok başarılıydı. Özellikle matematiği ve yabancı dili çok severdi. Amcam ağabeyime, “Sen ortaokulda İngilizce öğrenmeye başladın ablanla evde sürekli İngilizce konuşun,” derdi. İngilizceyi ilerletmek için ağabeyim yazın babamın yanında çalışacaktı. Kardeşim ve benim de karnemiz çok iyiydi. Amcam, o karnelere bakıp söyleyecek söz bulamadı. Kocaman “Aferin” aldık. Tabii ki bunun mutluluğu bir başkaydı. Çocuğuz ya notlar iyi olunca karne harçlığı aldık. Kardeşim hemen kumbarasına koydu ben ise bu para ile kendime bir şeyler almak istiyordum. Çünkü param varsa babamdan ve annemden harçlık istemezdim. Kendime bir şey alacaksam önce kendi paramı harcadım. Bu ne olursa olsun; ister bir yiyecek ister bir giyecek. O zaman kendimi daha özgür hissediyordum. Kimseye sormadan kendi parama göre istediğimi almak beni çok mutlu ediyordu. Bayramlarda ve karne zamanında aldığım harçlıkları biriktirmek yerine önce kendi ihtiyaçlarımı görüyordum. Kardeşim kumbaraya atıp biriktirmekten mutlu oluyordu, ben harcamayı seviyordum.

Sürekli isteyen bir çocuk olmadığım için çok istediğim ve harçlığımın yetmeyeceği bir şey olursa bunu aileme rahatlıkla söyleyebiliyordum. Onun dışında kimseden bir şey istemeden harçlığımı kullanırdım. Oturduğumuz apartmanın altındaki bakkala gider en çok sevdiğim şey olan Çokoprens ve Çokomel alırdım. Düşünün kimseye hesap vermek zorunda değilsiniz. Eğer annemden para istesem “Ne alacaksın? Ne yapacaksın?” diye sorardı ama kendime ait para olunca kimseye bir şey söylememe gerek kalmazdı. Bakkaldan o anda parama göre istediğimi alıp bahçede kendi başıma yerdim çok mutlu olurdum. Bir keresinde annem, “Sana verilen paraları (milli ve dini bayramlarda, karne aldığında) bana ver, istediğinde ben sana veririm,” dedi. Ben, “Hayır,” dedim “Bende kalacak çünkü sen soruyorsun ne yapacaksın ve ne alacaksın diye,” dedim. Masamın çekmesine koyardım o harçlıkları.

İşte karne paralarımızı almış adaya gitmenin hayalini kurarken annem yaz programını söyledi ve “Tabii ki babanın işi durumuna göre,” dedi. Bir gün de babam anneme yazlıktan söz etti.  Amcalarımın da yazlığı istediklerini, “Hep beraber olalım,” dediklerini söyledi. Annem, “Yok,” dedi, “Ben bu sene yazlık istemiyorum. Ya herkes birer ay dönüşümlü kalmalı ya da hiç gitmem.” Annem istememekte haklıydı çünkü yazlıkta bütün işleri kendisi yapıyordu ve gelip kalanların hiçbiri yardım etmiyordu. Annem üç ay boyunca yorulmakla kalmıyor yazlığın, tatilin keyfini çıkarmadan eve dönüyordu. Tabii annemle babamın konuşmasını duyunca hemen “Anne gidelim, ben sana yardım ederim. Ablam da var, o da yardım eder,” dedim. Annem güldü, “Tabii ki yardım edersiniz ama ablanın projeleri var onları bitirmesi gerekiyor. Bir de ağabeyinle kardeşinin sünnet düğünü var. O yüzden gidemeyiz,” dedi. Aslında annemi, bütün işleri kendisinin yapması rahatsız ediyordu. Yengelerim, tıpkı piknikte olduğu gibi yazlıkta da hiçbir şey yapmıyorlardı. Önceki yıllarda bunu yaşamıştı annem, o yüzden yazlığa gitmek istemiyordu. Zaten onun yazlıkta dönüşümlü kalma fikrini de kabul etmediler. Böylece yazlık olayı kapanmış oldu.

Bazen insan en yakınıyla bile anlaşamıyor. Kardeşler arasında bile anlaşma olmuyor. Çünkü hep söylediğimiz gibi insanlar kendilerini düşündükleri için hep kendi istekleri olsun istiyorlar. Empati kurmuyorlar. Çünkü kendilerini karşıdakinin yerine koymak istemiyorlar. Düşünmüyorlar hâlbuki ortak bir yerde buluşma sağlansa o zaman herkes yazın üç ay boyunca rahat bir şekilde tatilini yapacak, denize girilecek. Annem kendince tabii ki haklıydı çünkü kendisi tatil yapamıyordu üstelikte gelenler de hiç yardımcı olmuyor, bütün işleri anneme yüklüyorlardı.

İnsanların ortak noktada buluşamamaları bencil olmalarından kaynaklanıyor. Bazen deriz ya kardeş anlayışlı olur, yakın akraba anlayışlı olur. Hâlbuki bununla ilgisi yok, insanın ruhu bencil ise ister kardeş olsun ister akraba olsun anlamazlar, hep kendi istekleri yerine gelsin diye uğraşırlar. Karşı tarafla empati yapmaktan yoksun olurlar. 

İnsanın en büyük özgürlüklerinden bir tanesi de kendisine ait maddi kaynaklarının olmasıdır. Kendi ürettiği, çalıştığı süreçte para kazanıp özgürce harcamasıdır. Kimseye bağımlı olmadan. Diğer taraftan insan, ailesinden bile gelse kendi kazanmadığını kendininmiş gibi rahat bir şekilde harcayamıyor. Sürekli istediğinizi düşünün, size sorulur, “Ne yapacaksın?” ya da “Daha iki gün önce vermiştim,” diye. Bunlar sorumluluk yükler insana. Oysa insanın kendi üretip kendi kazandığı zaman onu harcaması çok başkadır. Kendini özgür hisseder. Ben bunu daha okul yıllarında deneyimledim. Bana verilen harçlıklarla özgürce istediğimi almanın mutluğunu yaşadım çünkü o zaman kimseye hesap vermem gerekmiyordu. Düşünün, emek verip bir başarı elde ediyorsunuz, onun karşılığını alıyorsunuz ve aldığınız o maddi karşılığı da istediğiniz şekilde kullanıyorsunuz. Büyük özgürlük.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir