PİKNİKTEN İZ BIRAKANLAR

Anılarımı paylaştığım on beş gün önceki yazımda ailece yaptığımız piknikleri ve bu pikniklerde yaşadığım mutluluğu anlatmıştım. O yazımda, piknik anılarımı anlatmaya devam edeceğimi de belirtmiştim. Tahmin edeceğiniz gibi dokuz yaşındaki çocuk bugün yine sandığın başında. Bakalım bu sefer pikniğe ait nasıl bir anı çıkaracak sandıktan? O pikniklerden nasıl bir iz kalmış büyümekte olan o çocuğun ruhunda?

Tabii ki gezmek güzel bir duygu bırakır bende. Gezilerin o anda bıraktığı duygu benim için çok önemlidir. Etrafımı gözlemler, nasıl davranışlarda bulunuyorlar, diye bakardım. Sadece gezmek değil mesele. Çocuk o bulunduğu ortamdan zevk alıyor muydu, eğlenebiliyor muydu, kendini nasıl hissediyordu? Her anı yazımda, hatırladıklarımı şeffaf olarak yazıyorum. Çünkü o anılar bende nasıl bir iz bırakmış ve bu izler yetişkinlik zamanımda benden yani özümden uzaklaşıp kendime ve etrafa karşı nasıl bir davranış içinde olmama yol açmış görmek istiyorum. O çocuk büyüdüğü zaman istekleri değişmiş mi, çocukken istediğini ne ise gene aynı şeyleri mi istiyor? İstediğim, üzerimde oluşan baskılar, kalıplar, korkular ve şekillerden uzaklaşıp kendi özümü yaşamaktı.

Kiraz bahçemize piknik için gittiğimizde iki şey beni rahatsız ederdi: Her hafta gelen ortaca yengemin ablasının çocuklarının çok yaramaz olması ve ablalarının yiyecek bir şey getirmemeleri. Her gelişlerinde, “Biz piknik hazırlığı nasıl yapılır bilmiyoruz, alışık değiliz,” diyorlardı. Gelen diğer kişilerin evlerinde hazırladıkları ve dışarıdan hazır aldıkları yiyecekleri, annemin ve küçük yengemin evde yaptığı yiyecekleri görüyorlardı. Bunları gördükleri hâlde diğer hafta geldiklerinde gene aynı sözü söylüyorlardı, “Biz bir şey getirmedik çünkü piknik nasıl yapılır bilmiyoruz.” Bu sözleri dikkatimi çekiyordu, yalan söyledikleri anlaşılıyordu. Çünkü insan bilmeyebilir ama birkaç hafta geldiğinde orada gördüklerinden, piknik için ne yapılması gerektiğini öğrenir. Üstelik maddi durumları iyiydi, dışarıdan hazır bir şeyler alıp gelebilirlerdi fakat almak istemedikleri için bunu söylemek zorunda kalıyorlardı. “Biz mahcup oluyoruz,” diyorlardı. Mahcup olan insan etrafına bakıp nasıl olduğunu öğrenir, bir dahaki gelişinde davranışını değiştirmiş olurdu. Şimdi anlıyorum açık ve net konuşmadıklarını. Oysa doğrusu ne ise onu söyleyebilirlerdi. Onlar sadece kendilerini kandırmış oluyorlardı. Kimsenin sesi çıkmıyordu.

Babam için bütün ailenin orada olması büyük mutluluktu. Herkesin gelmesini istiyordu. Fakat bu durum annemi çok yoruyordu. Çünkü o kadar kalabalığa yiyecek yetiştirebilmek için bir gün önceden başlıyordu hazırlıklara. Piknikte en fazla iş yapan annem oluyordu, gelen insanların maalesef çoğu oturup sohbet ediyor, bahçede dolaşıyor veya kiraz topluyordu. İş paylaşımı yapmıyorlardı. Şimdi anlıyorum ki herkes orada kendini düşünüyor, bencilce davranıyormuş. Tabii annem de sessiz olduğu için kimseye, şunu yapar mısın, demiyordu, kendi yapmaya çalışıyordu. Babam zaten huzursuzluk çıkmasın diye hiçbir şey söylemezdi. Her şeyi kabul ederdi. Yeter ki herkes mutlu olsun. Annem de öyledir. Tabii onların bu tutumu diğer kişilerin işine geliyordu.

Beni rahatsız eden diğer bir konu ki bu yalnızca beni değil ablamı, annemi ve yengelerimi de rahatsız ederdi; babam ve amcalarımın piknikte iş konuşmasıydı. Bu iş konuşmaları genellikle tartışmaya dönüşüyordu. Herkes kendi fikrini söylüyordu ama özellikle küçük amcam hep kendini haklı göstermeye çalışıyordu, iş konusunda iyi bir şey olduğunda kendisinin yaptığını söylüyordu. Babam, onun yaptığı işin hatalı olduğunu söylediğinde ise tartışma başlıyordu. Annem ve yengelerim, “Artık iş konuşmalarınızı burada yapmayın, işte yapın. Buraya eğlenmek için geldik,” diye tepki gösteriyorlardı. Ben o tartışma anlarında ve öfkeli konuşmalarda hemen uzaklaşıyordum. Kardeşimle ya kiraz toplamaya gidiyorduk ya da top ile oynuyorduk. Özellikle ortaca amcamın sesini yükseltmesi, öfkelenmesi ablamı ve beni çok rahatsız ediyordu. Diğer hafta tekrar pikniğe gideceğimiz zaman ablam, “Ben gelmiyorum, zaten bitirmem gereken projelerim var,” diyordu. Bu sefer ben de “Gelmek istemiyorum,” diyordum. Babam, “Hayır,” diyordu, “Gelmelisin, orada beraber olacağız.” Tabii ben babama amcamın öfkesinden ve onların tartışmasından rahatsız olduğumu söyleyemiyordum, sadece “Sesli ortamları sevmiyorum,” diyordum ve bu beni pikniğe gitmekten kurtarmıyordu. Çocukluğumda da rahatsız olduğum ortamları hemen terk ederdim. Yüksek ses, öfke ve kızarak konuşmak hep rahatsız etmiştir beni. Böyle davranan insanlarla aynı ortamı paylaşmak, konuşmak istemezdim. Bir de suçsuz olduğu hâlde babamın suçlanması benim alınmama sebep oluyordu. Tabii bu alınganlığı içimde yaşıyordum.

Babam da bir şeye kızdığı ya da küstüğü zaman sessiz bir yere çekilirdi. Kendi ile baş başa kalırdı. Fakat amcalarım hep kendilerini haklı göstermeye çalışırdı. Şimdi anlıyorum ki egoları konuşuyormuş, onlar bağırarak içlerini boşaltıyorlarmış. Babam onlar üzülmesin diye hep alttan alıyordu. Babamın ve annemin sessiz kalmalarının nedeni sadece huzursuzluk çıkmaması içindi. Küçük amcam istediği yapılmadığı zaman küser, bizimle pikniğe gelmezdi. Tabii yaşım ilerledikçe amcalarımın, babamın ve annemin iyi niyetini, sessizliğini kullandıklarını tam olarak anladım.

Aile içinde birileri sessiz olunca tabii ki o kişiye yükleniliyordu. Babam ve annem hiç kimse kırılmasın diye sessiz kalarak kendi haklarını çiğnemiş oluyorlardı. Aslında kendi haklarını savunup dile getirselerdi bir daha haksızlığa uğramayacaklar, üzülmeyeceklerdi. Annemin pikniğe gelenlere, “Bana yardım eder misiniz?” veya “Burada işleri hep beraber yapmalıyız,” demesi gerekiyordu. Aynı şekilde babam da küslük olmasın diye kendi isteklerini söyleyememekten, sürekli kendinden fedakârlık yapmaktan vazgeçmeliydi. Çünkü zaten kardeşleri onu seviyorsa haklı olduğunu anlayacaklardı. Ama bir insan bencil ise ne kadar isteğini yerine getirseniz de sürekli almaya bakar. Bazı insanlar siz verdikçe hep alırlar ne olursa olsun çünkü almaya meraklı insanlardır. Karşı tarafı düşünmezler bencil insanlar. Bu aile içinde olsun, akrabalıkta olsun, arkadaşlıkta olsun hep böyledir.

Sevgi ve saygı çerçevesinde olmak koşuluyla tabii ki hakkımızı her zaman korumalıyız. Eğer ortada yanlış bir davranış varsa söylemek gerekiyor. Çünkü insan kendinden fazla fedakârlık yaptığı zaman bu sefer kendi hakkına girmiş oluyor. Başkasının hakkını korumak konusunda çoğu insan biraz cimrilik yapıyor. Aynı zamanda iyi niyet de suiistimal edilmiş oluyor. “Nasıl olsa o sessiz, sesini çıkarmaz, her şeyi yapar,” deyip sürekli alma peşinde olanlar, kullanmak isteyen insanlar hep var. Böyle insanlara karşı kendimizi korumalıyız. Birlik ve bütünlüğün içinde konu ne olursa olsun her zaman paylaşmak vardır. O pikniğe gelenler kim olursa olsun kimse söylemeden iş paylaşımı yapmak zorundaydı ve ayrıca her gelen kendi bütçesine göre bir şeyler getirebilmeli ya da getirmese bile dürüstçe nedenini söylemeliydi.

Egolar olunca en yakınına bile haksızlık yapılıyor maalesef.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

2 yorum “PİKNİKTEN İZ BIRAKANLAR

  1. Nurgülcüğüm maalesef iyi niyet herzaman suistimal ediliyor yaşamda bu tür olaylarla çok karşılaşıyoruz.Çok doğru bir konuya değinmişsin.👍👏😊🌸❤️🌹

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir