Yaşadığım kimi olaylar geçmişe götürüyor beni, bazen bir ortanca bazen bir apartman bahçesinde oynayan çocuklar… Film şeridi gibi geçiyor çocukluğum gözlerimin önünden; mutlu olduğum zamanları ya da bana üzüntü veren olayları hatırlıyorum hüzünle ya da tebessümle. Unutmuyor insan; en çok da çocukken yaşadıklarını. Anılara kaldığımız yerden devam edelim, bakalım sandıktan bu kez ne çıkaracak her gün biraz daha büyüyen çocuk?
Evet, artık mayıs ayı gelmiş, okulların kapmasına çok az zaman kalmıştı. Tabii ki dersleri tamamen boşlamamıştık ama biraz daha az çalışıyorduk. Artan zamanlarda da kardeşimle, kendimizi hemen evimizin yakınındaki çocuk parkına atıyorduk veya apartmanın büyük bahçesinde oynuyorduk. Oyunlarımıza, aynı apartmanda oturduğumuz karşı komşumuzun kızı da katılıyordu. O da kardeşimle aynı yaştaydı. Üçümüz birlikte bahçede oynarken en büyük korkumuz birinci katta, bakkalımızın hemen üstünde oturan komşumuzdu. Onun evinin salon balkonu olmadığı için sürekli pencereden bakardı, bahçede oynayan biz çocukları gözetlerdi. Çocuklara karşı maalesef hoşgörüsü yoktu. Çocuk sesinden rahatsız olurdu ve pencereyi açıp sürekli bağırırdı. Ona göre hiç ses yapmadan oynamamız gerekiyordu. Bir çocuk nasıl ses yapmadan oynar? Kışın kar topu oynarken, yazın top ile veya saklambaç gibi oyunlar oynarken sessiz kalmak mümkün olabilir mi?
Bakarken bizi görürse ya pencereyi açıp bağırıyor ya da camın arkasından kaşlarını çatıp parmağını sallayarak kızıyordu, sanki bir kabahatimiz varmış gibi. Bu davranışı bile tedirgin olmamız için yetiyordu. Ben de kardeşimle arkadaşımı sessizce alıp onun görüş alanında uzaklaştırıyordum. Neyse ki bahçemiz büyüktü de yan tarafına geçip orada oynuyorduk. Fakat oyun için en elverişli alan kızgın komşumuzun gördüğü ön bahçeydi ve o, ön bahçe kendisine aitmiş, kimse orada bir şey yapamazmış gibi davranıyordu. O çatık kaşlı, gülmeyen, asık yüzlü ifadesini hiçbir zaman unutmam.
Bahçemizde ortanca çiçekleri o kadar çoktu ki çocuk olmamıza rağmen bir gün bile o çiçekleri ezmeden, koparmadan oynadık. Çünkü annem bize, bahçemizdeki ya da başkasının bahçesindeki çiçekleri hiçbir zaman koparmayı öğretmişti. Ama komşumuz bizim böyle bir terbiyeyle büyüdüğümüzü bilmiyordu. Bahçedeki çiçeklere ilgi göstersek koparacak mıyız, diye bakışlarıyla kontrol ediyordu. Bir keresinde gülleri kokladığımı görünce hemen pencereyi açıp “O koparılmaz!” dedi. Ben de “Biz hiç çiçek koparmayız. Sadece kokluyorum,” dedim fakat o, her çiçek kokladığımızda pencereyi açmaya devam etti.
Komşumuzun kızı ona “cadı” lakabını takmıştı, “O bir cadı,” diyordu. Kardeşimle ben, öyle bir şey söylemiyorduk. Çünkü ailem bize her zaman büyüklere saygılı davranmak zorunda olduğumuzu söylüyor, “Onlara hitap ettiğinizde isimlerinin sonuna teyze veya amca kelimesini ekleyerek hitap edeceksiniz, büyükleriniz soru sormadıkça cevap vermeyeceksiniz,” diyordu. Bir gün o komşumuz yine pencereye çıkıp bize bağırdığı sırada arkadaşımın kendisine “cadı kadın” dediğini duydu. Sanırım bizi şikâyet etmiş. Annem, kardeşimle ikimize “Siz mi o kelimeyi söylediniz?” diye sordu. Biz de gerçeği anlattık. Annem bize inandı çünkü hem bizim nasihatine uyacağımızı ve kimseye lakap takmayacağımızı hem de ne yaparsak yapalım her zaman dürüstçe söyleyeceğimizi biliyordu.
O olay olunca annemle paylaştım yaşadıklarımızı. Bize çok sert baktığını, gürültü yapmadığımız hâlde kızdığını, apartmanda ondan başka kimsenin bize öyle davranmadığını, bağırmadığını söyledim. “Galiba çocukları sevmiyor,” dedim. Çünkü merdivenleri kullandığımda bazen kapısı açık misafir karşılarken veya apartman görevlisi ile konuşurken rastlıyordum da bana dövecek gibi bakıyordu. Bu bakış beni çok rahatsız ettiğinden ya da kızacağından korktuğumdan merdivenle çıkarken kapıda olduğunu görünce ya içeri girip kapısını kapatmasını bekliyordum ya da hemen gerisin geri inip asansöre biniyordum. Ondan resmen kaçıyordum. Çünkü suçsuz yere kızılmasından hoşlanmıyor öfkeyle söylenen “Bahçede oynamayın!” cümlesini tekrar tekrar duymak istemiyordum. Daha doğrusu o yüzü görmek istemiyordum. Bahçeye her çıkışım korku içinde oluyordu. Birilerinin kızacağı korkusu bilinçaltıma yerleşmeye başlamıştı.
Annemle beraber bir yerden gelirken bu komşuyu görünce annem konuşuyordu, bense hemen yanlarından uzaklaşıyordum. Öfke ile konuşan, kırıcı davranışta bulunan insanlardan her zaman uzaklaşırdım böyle. Bu komşumuzun da bir şey yapmadığımız hâlde bize kızacak gibi bakması hoşuma gitmiyordu. Bir gün anneme, “Bu komşunun çocuğu yok mu? Onun için mi çocukları sevmiyor? Bize hiç sevgi ile yaklaşmadı, hep kızıyor ya da sert bakıyor. Apartmandaki çocuklar onu görünce, ‘kaçın cadı kadın geliyor,’ diye bağırıyorlar. Tabii ki kardeşim ile ben öyle bir şey söylemiyoruz,” dedim. Annem, “Çocuğu var ama sizden yaşça büyük,” deyince çok şaşırdım.
Bazı insanların yüz ifadesi hep serttir veya asık suratlıdır. Tabii ki bu, insanın elinde olmayabilir, nedenini öğrenmek için içindeki duygulara bakmak gerekir. Bazı insanlar gülmez; belki yaşadığı olumsuzluklar, üzüntüler hayata karşı gülmeyi unutturmuştur ona. Bazıları ise doğuştan sert bir ifadeye sahip olabilir. Fakat sert ifade başka sürekli kızmak başkadır. İkincisinde hoşgörü yoktur. Bizim o komşumuz da hoşgörüsüzdü, bir gün olsun bizi gördüğünde güzel bir söz söylemedi ya da başımızı okşamadı, sevgi göstermedi. Üstelik sadece çocuklara değildi bu tavrı. Apartmanda da pek kimseyle görüşmüyordu, diğer komşular birbirine gidip gelirken o katılmıyordu. Apartman kendisine aitmiş gibi davranıyordu. Başka apartmanda oturan komşulara bahçeyi kullandıkları için sert davrandığını, onlarla kavga ettiğini gördüm. Bunu arkadaşıma söyledim, “Yalnızca bize kızmıyor, bak, diğer komşulara da kızıyor. Hiç kimseyle güzel bir konuşması yok,” dedim. Arkadaşım, “Onun adı cadı kadın olduğu için herkese cadı gibi davranıyor,” dedi. Ben de “Bir daha söyleme öyle,” dedim arkadaşıma, annemin büyüklere hitap şeklimizle ilgili nasihatini anlattım.
Şimdi anlıyorum ki insan kendi ile barışık olmadığı zaman her olaya farklı bakıyor ve kavga çıkarmak, kızmak için bir bahane buluyor. İnsan kendi ile barışık değilse bazı şeyleri dışarıya yansıtıyor. Her zaman bir kusur buluyor, ne kadar her şey yolunda gitse de bir bahanesi oluyor kızmak için. Bizim komşumuz da öyleydi. Onun sürekli negatif enerji içinde olduğunun yaşım ilerledikçe farkına vardım. İnsan aslında ne yapıyorsa kendine yapıyor. Biz, o çocukluk dönemi geçtikten sonra onu nasıl hatırlıyoruz? Sürekli kızan, sert bakışlı, hiçbir zaman güzel söz söylemeyen biri olarak. Diğer komşularımızı ise bize sevgi ile yaklaşan, kurabiye verip başımızı okşayıp bizi öpen, güzel davranan insanlar olarak hatırlıyoruz. Bir gün kardeşimle merdivenleri çıkarken çok güzel bir pasta kokusu aldık. Kardeşim, “Ne güzel koku,” dedi. Bir baktık bizim dairenin yanında oturan komşumuzun kapısı açık ve koku oradan geliyor. Meğer komşumuz da konuşmalarımızı duymuş, hemen tabağa o yaptığı pastadan koyup bize verdi. Onu hiç unutmam çünkü bize sevgi ile yaklaşmıştı. Çok mutlu olmuştuk. Böyle insanlardan hiç kaçmıyorduk, bu komşumuz bize misafirliğe geldiği zaman hemen yanına çıkıyorduk.
İnsanı sevdiren her zaman davranışlar ve sözlerdir. Çocuklar tabii ki oynarken ses çıkarır, yaramazlık yapar ama bunu söylemenin de bir üslubu vardır. Apartmanda yaşadığımıza göre herkesin birbirine nezaketle yaklaşması gerekir. Varsa hatalar kavgayla, öfkeyle değil, güzel üslupla dile getirilmelidir. Ayrıca da bahçe gibi yerler ortak alandır, apartman sakinlerinin hepsinin kullanımına açıktır. Bu komşumuz kendi bahçesi gibi davranıyordu. O, bahçeyi kullandığı zaman kimse ses çıkarmıyor fakat annem ya da başka komşular bahçeyi bir ihtiyaçtan dolayı kullandığında “Bahçede bir şey yapılmaz,” diyordu. Şimdi farkına varıyorum ki yaptığı bencillikmiş. Tamam, belki kendine göre haklı sebepleri vardı fakat bunun için öfkelenmesi mi gerekiyordu? Bazı insanlar haklı olmakla öfkeli olmayı karıştırıyor birbirine.
Ne olursa olsun çocuklara her zaman sevgi ile yaklaşılmalıdır. Çünkü çocuklar hiçbir şeyi unutmaz. Bazı insanlar çocuk sevmezler, buna saygı duyuyorum fakat çocuk sevmiyorlar diye hiçbir çocuğa sert davranmaya ve sert söz söylemeye hakları yoktur. Ayrıca kendi çocuklarına iyi davranıp üzülmemesi için elinde geleni yapan ama başkalarının çocuklarını önemsemeyip onların üzülmelerine neden olanların davranışları da son derece yanlıştır. Bu da bencilliğe giriyor çünkü hangi yaşta olursa olsun her çocuk ailesine göre kıymetlidir. Çocuklara sevgi ile davranmak gerekiyor. Sevgisiz yetişen çocuklar ileri yaşlarda sosyal veya özel ilişkilerinde sorunlar yaşıyor.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Yüreğinize sağlık Nurgül hanımcığım çok güzel anlatmışsınız
Sağolun Birnur Hanımcığım
Sevgiler❤
Yüreğine sağlık
Sağol Arkadaşım
Sevgiler❤