AH ŞU SINAVLARIMIZ

Zamanın nasıl hızlı geçtiğinin farkında olmadan yaşıyoruz. Ancak geri dönüp baktığımızda neler yaptığımızı kavrıyoruz. Bu kişisel muhasebe bizi iki farklı sonuca götürüyor: Ya hiçbir şey yapmamış vaktimi boşa geçirmişim, diye söyleniyoruz ya da bu zamanı çok iyi değerlendirdim, diyoruz. Şimdi biraz geriye gidelim; iki sene öncesine… Herkes kendi düzeninde yaşarken yeryüzündeki bütün insanları olumsuz etkileyen korona virüs salgını ile karşı karşıya kaldık. Salgın çok üzücü olaylara yol açarken, alışıldık ne varsa altüst ederek insanlığı yaşam biçimini değiştirmek zorunda bıraktı.

Bu salgın sürecinde kendi hayatımızda ne gibi değişiklikler yapmak zorunda kaldık? Bu üzücü olay kendimizde hangi farkındalıkla nasıl bir uyanış sağladı? Önce bu soru ile başlayalım. “Bu iki sene boyunca ne yaptın?” sorusunu kendinize dürüstçe sormanızı isterim.

Salgının ilk günlerinde İsviçre’de yaşayan bir arkadaşımla telefonda insanlık üzere sohbet ederken bana şunu söyledi:

“Nurgül, artık korona virüsten dolayı sokağa çıkma yasağı var. İnsanlar vakitlerini evde geçirecekleri için kendi içlerine dönerek olumsuz taraflarını değiştirip dönüştürecekler. Farkındalık gelecek, bir aydınlanma yaşayacaklar.”

Ben tabii ki kendi iç sesimi dinlediğim için bu olaya hemen olumlu bir cevap vermedim, sadece “İnşallah,” demekle yetindim. Sonra arkadaşıma halk arasında sıkça kullanılan “Oynamasını bilmeyen gelin yerim dar demiş” atasözünden yola çıkarak şunu söyledim:

“Eğer insan isterse olumsuz bir olay yaşadığında -buna ders veya sınav da diyebilirsin- ne yapar ne eder farkındalık ile hemen dönüşüm ve değişimine başlar. Kendindeki olumsuzluklar hakkında farkındalığı yoksa o olumsuzlukları değiştirip dönüştürmüyorsa o insana istediğin kadar zaman ver, yine olmaz.”

Bunun üzerine arkadaşım, insanların hep bir koşturmaca içinde yaşadıklarını ve zaman sıkıntısı yüzünden bir şey yapamadığını söyledi. Ben de kendisine bunu salgın bitince değerlendirmeyi önerip “O zaman geldiğinde insanların nasıl bir süreç geçirdiklerini, ruhlarının tekâmül etmesi için çaba sarf edip etmediklerini konuşuruz,” dedim.

Bundan altı ay önce yine aynı arkadaşımla konuşurken bu sefer “Nurgül sen haklıydın,” dedi, “İnsanlar o süreçte bile bir şey yapmamışlar, boş boş oturup salgının bitmesini beklemişler. Sadece salgın bitse de yine kaldığımız yerde devam etsek, seyahat etsek, gezip tozsak, yiyip içsek diye düşünmüşler.”

Korona virüs dünyayı terk ettiğinde elbette özlenen ne varsa yine yapılır ama bunları yapmayı planlarken kendi içinizde ruhunuzun tekâmülünü yaptınız mı? Salgın başlayınca kendimizi dışarıdan korumaya alıp maskemizi taktık, hijyen kurallarına çok dikkat ettik, kimse ile temas etmedik, evlerimize kapandık.

Peki, ya içimiz? Hiç düşündünüz mü, kendinize sordunuz mu; içsel olarak arınma yapıyor muyum, negatifliklerden, korkulardan, egolardan nasıl arınmalıyım? İlahi sistem korona virüs salgını ile ne gösteriyor ne mesajı vermek istiyor, insanlık olarak ne yapmamız gerekiyor, diye kaç kişi kendine dürüstlükle sordu? İnsan her zaman bir kaçış noktası bulur, bunun için bir bahane uydurur. Çünkü o konfor alanından çıkmak istemez, başkalarını suçlar.

Geçen seneydi, bindiğim taksinin sürücüsüyle sohbet ederken “Korona virüsü ortaya yaydılar insanlara kötülük yapmak için, dünyadaki nüfusu azaltmak için” diye şikâyet etti. O, kendi bakış açısında haklı olabilir. Çünkü bu dönem boyunca iş yapamamış para kazanamamış. Ben de sordum, “Korona size ne öğretti? Siz çalışırken yaptığınız hataların farkına vardınız mı?” “Yok,” dedi. Onun amacı salgın bitsin, para kazansın. O parayı kazanırken şükretmiş mi? Hayır… Yok, kısa mesafe yolcu alamam; yok, trafik tıkalı oraya gitmem diyerek yolcu seçen veya gideceği güzergâhı bilmeyen yolcudan daha fazla para kazanmak uğruna yolu uzatmak için elinden geleni yapan taksiciler sonra salgın boyunca bir yolcu kapmak için birbirleri ile yarışmaya başladılar.

Şimdi birçok insan, “Birileri para kazanmak amacıyla yapıyor” veya “Biyolojik savaş bu” iddialarıyla ülkeleri, devlet adamlarını, sağlık sektörünü, ilaç şirketlerini suçluyor. Kimi veya neyi suçlarsa suçlasın hiç fark etmez, herkes bilmeli ki yeryüzünde yaşanan her olumsuz olay hepimizi insanlığa götürmeyi amaçlar, yani birliğe, bütünlüğe ve kolektif bilince. Herkes kendi insanlığında sorumludur.

Şimdi yeniden dürüst olarak kendimize soralım: Bu süreçte kimlere faydamız oldu? Bir dilim ekmeğimizi, olmayanlarla paylaştık mı? Ya da kime manevi olarak destek çıktık? Sadece tanıdıklarımızı değil manevi desteğe ihtiyacı olanları arayıp sorduk mu, yaşlı veya hasta bir komşuya “Bir ihtiyacın var mı? Eczaneye gidemiyorsun, ilacını alıp getireyim mi?” dedik mi iki yıldır? Bunlarla yüzleştik mi, farkındalıkla değiştik mi? Yoksa yine hep bana mı dedik?

Bir örnek daha vereyim. Korona virüs salgını olmadan önce evine kimseyi kabul etmeyenler ya da görüşmek istemeyenler, salgın başlayınca o görüşmedikleri insanlara telefonda “Seni çok özledim, koronadan dolayı göremiyorum,” diyorlar. Oysa bayramlarda bile görüşmüyorlardı hatta görüşmemek için tatile gidiyorlardı. İşte burada insan kendine çok dürüst olmalı! Önceden görüşmek istemediği kişiye neden kendini böyle farklı gösterdiğini, neden böyle samimiyetsiz davrandığını kendine dürüstçe sormalı.

Çoğu insan bu süreçte ne yaptı? Ruhuna değil bir, yarım tuğla bile koymadı. Salgın bitsin seyahatlere gidelim, arkadaşlarla eğlenmeye gidelim, diye düşündü, eskisi gibi rahat ve maskesiz dolaşmayı istedi. Tabii ki bunları istemek doğal hak ama burada doğru olan sadece isteyip beklemek değil. Ruhunun tekâmülünü yaptı mı? Nasıl yapılacak o tekâmül? Hangi dersler alınacak?

Nefesin kıymetini bilmeyene nefesin kıymetini, sağlığın nasıl önemli olduğunu gösterdi Korona virüs. Evine kapanıp sadece kendini düşünen, hiç kimsenin yarasına merhem olmayana bencilliğini dönüştürmesi gerektiğini gösterdi. İnsanları sınıf olarak ayırt edene, küçümseyene içindeki kibiri dönüştürmeye ihtiyacı olduğunu, herkesin bir olduğunu, küçümsediği insanlara muhtaç olmayı gösterdi. Sırf maddiyata önem verip hırslarına yenik düşenler için Korona virüs, bir anda bütün varlığın hiçbir faydası olmadığını her şeyini boş olduğunu anlaman içindir.

Korona virüs salgını insanlara sadece sevgiyi göstermek için bir sınav olarak geldi. Sevgide ne var? En başta paylaşmak! Evine et alıyorsan, o et parasını üç ay et alamayan kişilerle paylaş, sen bir müddet yemesen de olur. Salgın nedeniyle yapamadığın seyahatlerin paralarını olmayan kişilerle paylaş. Ya da ayakkabın varken yenisini düşünmek yerine olmayan kişiye al. Veya evinde dört kazak varsa bir tanesini olmayana ver. Paylaşmak, paylaşmak, paylaşmak…

Kendi mahallemdeki kuaföre gittim geçen hafta. Salgın sürecinde kapalı kaldıkları günlerde kaç müşterisinin bir şey lazım mı diye aradığını sordum. “10-15 kişi,” dedi. Toplam kaç müşterisi olduğunu sordum, iyi bir rakam söyledi. Müşterilerinin toplamının yüzde ikisi ancak aramış düşünün. Bu da paylaşmanın ne kadar az olduğunu gösteriyor. Eğer iyi bir şeyler olsun istiyorsak herkes kendi üzerine düşeni yapmalıdır.

Salgın bitmeden başka bir sınav veya ders diyelim hiç fark etmez; ekonomi sınavı verilmeye başlandı dünyaca. Dersler ve sınavlar derken ne demek istediğimi örnekle anlatayım. Bir insanın bağışıklık sistemi kuvvetli ise grip olduğunda bir iki gün içinde atlatır. Eğer bağışıklık sistemi zayıfsa bir belki de iki hafta kolay kolay atlatamaz. İşte hayatımızdaki sınavlar da böyledir, eğer farkındalık ile ruhumuzu tekâmül ettirirsek değişim ve dönüşüm yaptığımız süreçte olan sınavlar kısa sürer, fazla zarar vermeden gider. Ama insanlık olarak suçlayarak vakit kaybetmek yerine kendimize sormalıyız: Ne yapıyorum, ne yaptım?

Her insanın mutlaka bir olumsuz tarafı ve hataları vardır. İşte olumsuzluklar bizim için bir sınavdır ve onları dönüştürelim diye gelirler. Hayatında hiç şükretmeyen, sürekli şikâyet eden insanlara bu salgın belki şükretmeyi öğretmiştir. Ya da yemek konusunda; ekonomik koşullar nedeniyle yiyecek bulamayan insanları görüp çöpe atılan, israf edilen yiyeceğin kıymeti anlaşılmıştır.

Kimseyi suçlamadan kendi sorumluğumuzu alarak, insanlık olarak üzerimize düşen görevimizi yaparsak sınavları kolaylıkla atlatırız. ”Armut piş ağzıma düş” diye bir deyim vardır, kimse bir şey yapmadan her şey güzel gitsin istiyoruz ama maalesef öyle olmuyor. Bir olumsuzluk yaşanacak ki kendimizi değiştirmek için fırsat doğsun. Her şey güllük gülistanlık giderse nasıl tekâmül yapılacak, nasıl hatalarımızı fark edeceğiz, nasıl kendimizi tanıyacağız?

Yaşadığım her olumsuzlukta kendime sorarım, niçin ben bunu yaşıyorum, hangi olumsuz duygumu ya da hangi korkumu şifalandırmam gerekiyor? Sevgimi ve ışığımı daha mı çok çıkarmam gerekiyor? Salgın başladığında “Ben de bu yeryüzünde yaşadığıma göre bu salgın bana ne öğretiyor? Ne yapmalıyım?” diye kendi sorumluğumu aldım. Eğer suçlayarak geçirirsem hiçbir şey kazanmadığım gibi bir de şikâyet ederek kendime ve etrafıma negatif enerji vermiş olurum.

Sen ve ben kavgasının yararı yok, sadece birlik ve bütünlük var. Bunun yolu da her insanın kendi sevgisini ve ışığını çıkarmasından geçiyor. Hem kendisine hem de yeryüzüne zarar veren egolardan arınıp temel taş olan sevgiye yönelmesi gerekiyor.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

2 yorum “AH ŞU SINAVLARIMIZ

  1. Anladım ki , insan olmak çok zor..Ya da yanlış eğitim sistemleri içinde büyük çıkmazlar içine girmişiz. Bu nedenle omuzlarınızda hayatın yükü artık dayanılmaz halde..

    Sağlık ve sevgi ile kalın Sevgili Nurgül..⚘⚘⚘

    1. İyi insan olmak zor. Herkes kendini iyi insan olarak söylüyor ama insan önce kendi yaptığı hatalarla yüzleşmeye başlarsa o zaman başlıyor. Ana okulda itibaren derslerde iyi insan olmayı ve özünde kalmayı öğretmeliler.

      Sizde sağlıkla ve sevgi ile kalın Solmaz Hanımcığım❤

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir