ANILARIN İZLERİ YOK OLMAZ

Gecenin karanlığında başım gökyüzüne çevrilmiş öylece duruyordum, yüzlerce hatta binlerce yıldız onları seyrettiğimi fark etmişçesine kendi ışıklarıyla aydınlattıkları evlerinden manalı bir şekilde bana göz kırpıyordu. Orada öylece durup ne mi yapıyordum o gecenin uçsuz bucaksız karanlığında? Yıldızların kaymasını bekliyordum elbette ki, bundan daha özel ne olabilirdi ki? İşte tam o anda bir yıldız daha kaymış ve ben yeni bir dilek daha tutmuştum. Çocukluğumda öğretmişlerdi bana bir yıldız kaydığında dilek tutulması gerektiğini ve o dileğin mutlaka bir gün yerine geleceğini. Okulda öğrendiklerimden bildiğim şuydu ki; yıldız kayması olarak bilinen bu durum aslında bir gök taşının atmosferden içeri girmesi, hızlıca yanması ve gözden kaybolmasıydı. Ama bilimsel gerçeklik yerine bir yıldızın kaydığını düşünmek ve o anda bir dilek tutmak, hele ki o dileğin gerçekleşeceğine inanmak bana daha doğru ve mistik geliyordu. Anıları kayan yıldızlara benzetirim kimi zaman. Bir yıldız kayar, geçer gider geride tutulan dileklerin gerçekleşmesini beklemek kalır. Anılarda öyle değil midir? Anlar yaşanır, geçer gider geride ise bıraktıkları izler yani anılar kalır. Haksız mıyım bu benzetmede?  Şimdi, geçip giden ve ardında elbette izler bırakmış olan anılara yolculuk yapmanın tam zamanı. Sandık açılır ve yeniden geçmişten anları günümüze taşır. Bakalım nelere şahitlik edeceksiniz benim dünyamda.

Milli bayramlarımızın benim için ne denli önemli mana yüklü olduğunu anlatmıştım sizlere. 23 Nisan gibi coşkulu ve özel olan bayramımıza dair anım geçen paylaşımımda sizlerleydi. Şimdi sıra geldi dini bayramlarımızın coşkularına, hissettirdiği güzel duygulara.  

  • “23 Nisan Ulusal Egemenlik Çocuk Bayramı kutlamaları muhteşem geçmişti. Biz çocukların bu bayramından yaklaşık bir hafta sonra da üç gün sürecek olan Ramazan Bayramımız vardı. Hemen her evde yaşanan hummalı hazırlıklar bizde de başlamıştı. Bayrama hazırlık için annem evimizi tabiri caizi yerinde ise dip bucak temizlemeye başlamıştı. Evin dokunulmamış hiçbir köşesi kalmamalıydı, her bir taraf bal dök yala misali pırıl pırıl olmalıydı. Bilirsiniz bahar ve kış temizlikleri de oldukça detaylı yapılır evlerimizde ama iş bayram temizliğine gelince bu temizlik diğer temizliklerden çok daha farklı olurdu. Tabii ki coşkusu da cabası! Elbette bayramın o eşsiz duygusu hissettirirdi bu coşkuyu. İş sadece temizlikle bitmezdi. Temizlik tamam olmalıydı ki ardından bayram sofrasının ve misafirlere yapılacak ikramların hazırlıklarına bir an evvel başlanabilsin. Börekler yapılır, baklavalar açılır, sarmalar sarılır, türlü yemekler hazırlanırdı. Evin içi adeta bir pastane, bir restoran gibi kokardı ve biz çocuklar o kokuların peşinden adeta sürüklenirdik. O kokular halen burnumdadır ve bir taraftan bu kokuları halen hissediyor olmak içimde hüzünlü dolu bir his yaratıyor. Temizlik, yemekler… Hazırlıklar elbette sadece bunlarla bitemezdi. Yaşasın bayram kıyafeti alışverişi! Evin çocukları bizler, annemle bayram kıyafeti alışverişine çıkardık. O güzel elbiselerimizi dikmek için annem evin kızlarına süslü, rengarenk kumaşlar alırdı ve tabii ki kumaşlara uygun ayakkabılar. Annem, ağabeyim ve kardeşime de pantolon, üzerine gömlek ve ayakkabı alırdı. Alışveriş bitip de eve gelince pantolonlar onların boylarına göre ayarlanır, kesilir, biçilir, dikilir ve anneciğimin becerikli elleriyle bayram sabahına hazır hale getirilirdi. Diğer taraftan bizim elbiselerimiz için provalar yapılır, dikiş makinesinin başında itinalı ve bol emekli saatler geçirilirdi. Bayram sabahına uyanacağımız gece bir türlü bitmez, sabahın aydınlığı bir türlü gelmeyi bilmezdi. Gece boyunca kıyafetlerimizde o heyecanlı bekleyişi sanki bizimle hisseder ve başucumuzda sabahın bir an evvel gelmesini dua edercesine beklerdi. Eminim birçok evde bizim bekleyişimizi yaşayan çocuklar vardı ve o evlerdeki her bir heyecan birleşir bayram sabahı kucaklamak için büyük bir enerji oluştururdu. Sabah olup da o muhteşem kıyafetleri giydiğimde kendimi bir şatoda yaşayan prenses gibi güzel ve özel hissederdim. Ablamda o yeni giysileriyle prenses gibi olurdu ve evin küçük erkekleri de birer prens…  Bayram şölenine katılmaya hepimiz hazır olurduk.
  • Bayram sabahı kurulan sofra o bildik kahvaltı sofralarına hiç benzemezdi, sanki akşam yemeği sofrası gibi yemeklerle donatılırdı. Börekler, sarmalar, baklavalar, türlü atıştırmalıklar… Birbirimizle bayramlaştıktan sonra o büyülü masaya bütün aile eksiksiz oturur, keyifle, güle oynaya yemeklerimizi yerdik. Yemeğin ardından babamla evimize on dakikada uzaklıkta olan pastaneye gider tatlı ve çikolata alırdık. Bu alışverişi özellikle babam yapardı, öncesinde çok çalıştığı için vakti olmadığından bayramın ilk gününe kalırdı bu alışveriş. Babamla birlikte o pastaneye gitmeyi çok severdim çünkü yol boyu bayramın sevincini yaşayan, ellerinde tatlı, çikolata, şeker paketleri taşıyan, yakınlarıyla bayramlaşmaya giden insanların, ailelerin görüntüsü benim için en güzel manzara olurdu. Bilirdim ki herkes çok mutlu… Pastane alışverişi bitip eve döndükten sonra iki amcamla bayramlaşmak için ablam, ağabeyim ve kardeşim yolla koyulurduk. Babam ailenin büyüğü olduğundan annemle birlikte evde kalır onların kendilerini ziyaret etmelerini beklerlerdi. İlk durağımız ortanca amcamın evi olurdu. Yengem her bayram istisnasız yaptığı ve tadına doyulmaz o meşhur revani tatlısını bize ikram ederdi. Ah o tatlının mis kokusu! Amcam da bizlere bayram harçlıklarımızı verirdi. Bayram harçlığı hakikatten farklı bir şeydir biz çocuklar için. O harçlık bir paradan öte hediyedir ve hediye almak kimi mutlu etmezdi ki? Revaniyi yer, harçlıkları alır, sohbet eder ve sonra küçük amcama gitmek üzere ayaklanırdık. Küçük amcam, ortanca amcamın yan dairesinde oturduğundan hemencecik kendimizi onun evinde ve koltuklara yerleşmiş olarak bulurduk. Küçük amcam diğer amcama göre daha yumuşak mizaçlı olduğundan onlardaki sohbetimiz daha farklı olurdu galiba daha esnek ve daha rahat olurdu. Çünkü diğer amcamın yanında hatalı davranıp, yanlış bir şey yapıp sonunda da azar işitmeyi göze alamadığımızdan hep daha dikkatli ve kontrollü davranırdık. Küçük amcam da bizlere bayram harçlıklarımızı takdim ederdi. İşte bu ziyaretlerin en keyifli anıydı! Evde büyük bir sofradan kalkıp karnımızı iyice doyurduğumuzdan, üstüne bir de yengemin leziz revanisini yediğimizden sebep yeni ikramlara zerre yer kalmazdı midemde. Ama bayram işte, gidilen her yerde ikramların ardı arkası kesilmezdi ah bir de o ısrar etmeler olmasa… İlla yiyeceksin ikram edileni, yoksa ayıp olur. Küçük yengem tabi ki yaptığı güzel yiyecekleri benim de tatmamı istiyordu, ama ne mümkün, midemde bir damla suya dahi yer yoktu. Zaten çok iştahlı bir çocukta değildim, işte bunun için böylesine tokken bir de ısrarları duyunca çok rahatsız olurdum. Bana ısrarlı bir tavırla yaklaşılmamalıydı, böyle olunca kendimi savunmasız, huzursuz ve mutsuz hissediyordum. Amca ziyaretlerinin ardından evimize dönerdik ve ardından bizim evimize yapılan ziyaretler başlardı. Amcamlar tek tek bayramlaşmaya gelirlerdi ve tabii ki diğer ziyaretçilerimiz, komşularımız, akrabalarımız… Ziyaretçilerimiz gittikten sonra sıra bizim ziyaretlerimize gelirdi. Gidilen ziyaretleri babam kısa tutardı, sadece bayramlarda birkaç gün evde olabildiğinden bizi İstanbul’ da gezdirirdi. İstanbul’ a yakın yerlere de günü birliğine gezilerimiz olurdu. İki güzel bayramı ardı ardına yaşamıştık 23 Nisan Ulusal Egemenlik çocuk Bayramı ve ardından Ramazan Bayramımız. Her biri ruhumda ne hoş dokunuşlar bıraktı ve yüzümde keyifli bir gülümseme…”

Bayramlar eskiden yani bizim çocukluk günlerimizde şimdiye kıyasla çok daha keyifli olurdu. Belki de ben o günleri çok özel ve güzel bir şekilde yaşadığım için böyle hissediyorum. Şimdilerde görüyorum ki, bırakın insanların birbirlerine bayram ziyaretinde bulunmalarını hane içinde dahi bayramlaşmanın coşkusu yaşanmıyor, yaşatılmıyor. Anı dünyamdan bayram günlerimi çıkartıp hatırladığımda o anları aynı coşkuyla yeniden ve yeniden yaşıyorum adeta. O hazırlıklar, alışverişler, yapılan yemekler, harçlıklar, mutlu aile tabloları… Maalesef şu ısrarlı davranışları da hatırlamadan edemiyorum. Israrcılık her zaman kaçındığın bir durum olmuştur. Herhangi bir şey için ne ısrar etmekten yanayım ne de bana ısrar edilmesinden. Hele ki çocuklar, bu ısrar konusunda hakikatten mutsuz olabiliyorlar. Unutulmamalı ki çocuklar bir nebze de olsa serbest bırakılmayı, bazı şeyler için kendileri karar vermeyi isterler. Hatta kendileri için bazı şeylerin daha iyi ve doğru olabileceğine kimi zaman yetişkinlerden daha iyi karar verebilirler. En basitinden yemek yeme konusunu örnek olarak verebiliriz. Onların tercih etmeyi, seçim yapmayı öğrenmelerine yardımcı olun, aksi bir duruma değil!

Bayramları yaşayın, yaşatın. İmkânı olmayan ailelerin çocuklarını bayramlarda mutlu edin, onların da bayram kıyafetlerinin keyfini tatmalarına yardımcı olun. Aileleri olmayan çocuklara en azından bayramlarda aile olmanın nasıl bir duygu olduğunu hissettirin. Bayram sofralarınızda onlara da yer açın. Bayramlar hepimizin ama en çok da çocukların mutluluğudur. Mutlu ettikçe mutlu olursunuz ve mutlu oldukça mutlu edersiniz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

4 yorum “ANILARIN İZLERİ YOK OLMAZ

  1. Eski bayramlar gerçekten unutulmaz mutlu bayramlardı.Şimdi bayramlarda evlerde bile olmuyor insanlar tatil gibi değerlendiriliyor.
    Bende yazını okurken eskilere gittim.Aynı heyecanları bende yaşamıştım
    Kalemine sağlık Nurgülcüğüm.
    Sevgiyle kal

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir