Bugün sizlerle kıymet verdiğim bir kitaptan yaptığım alıntıyı ve buna dair düşüncelerimi paylaşacağım. Dr. David Hawkins’ in Power vs Force (Güç ve Kuvvet) insan davranışlarının gizli belirleyicilerinin bahsedildiği bu kitabın ‘frekans ve bilgi’ anlatımı bölümlerine birlikte bakalım.
“Bir dalganın belli bir zaman birimi (genellikle saniye) içerisinde tekrarlanma sıklığına, yani bir saniye içindeki döngü sayısına “frekans” denir. Bu frekans “Hertz” birimiyle ölçülür. Her şey titreşim halindedir ve bu nedenle de her şeyin bir frekansı vardır. İnsan bedenindeki her hücrenin kendine göre doğal bir frekansı vardır. Aynı şekilde, her hastalığın, her bakterinin, her virüsün de doğal frekansı vardır. Her hücreyi kendi doğal frekansına döndürmek, bedeni sağlığa kavuşturur. Bedenin frekansıyla çatışan, onu bloke eden dalga boyları ise hastalığa hatta ölüme neden olabilir. Yalnız maddi-fiziksel şeylerin değil, duyguların, düşüncelerin, isteklerin, ilişkilerin, filmlerin, kitapların, belgelerin, toplumsal konuların ve bireysel bilincimizin de frekansı vardır.
Amerikalı Bilim Adamı Dr. David Hawkins, (1927-2012) frekanslar, frekansların bilinç düzeylerinde etkisi, ilişkisi üzerine binlerce araştırma yapmış ve ortaya ‘Hawkins Bilinç Haritası’ denen Tabloyu çıkartmıştır. Yaptığı deneylerde, yüksek frekanslı duygu ve düşüncelerin; düşük frekanslı olanlardan daha güçlü ve etkili olduğunu açıkça sergilemiştir. En yüksek frekansa ulaşmış bir bilincin düşük frekanslı 70 milyon bilinci dengelediğini klinik olarak kanıtlamıştır.
Yapılan araştırmalardan kritik seviyenin 200-cesaret olduğu, ölçümü 200 un altında çıkan duyguların düşüncelerin, durumların kişiyi ve çevresini zayıflattığı, yorduğunu, aşağıya çektiğini ortaya çıkartmıştır.
Bir başka ilginç bulguysa; ‘yüksek bilinç frekanslarının şaşırtıcı sayıda düşük frekansı dengelediği yönündedir’. Bireylerden herhangi birinin bilinç frekansı yükseldiğinde, çok sayıda düşük frekanslı bilinci etkileyip dengeleme imkânı olmasıdır.
Yapılanan araştırma neticesinde dengelemeye dair hazırlanan tablo şu şekildedir:
300 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 90.000 kişiyi,
400 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 400.000 kişiyi,
500 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 750.000kişiyi,
600 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 10 milyon kişiyi,
700 seviyesindeki bir kişi ise 200’ün altındaki 70 milyon kişiyi dengelediği görülmüş.
✶ Pozitif ve her şeyi olduğu gibi kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji, 90.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
✶Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 750.000 insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
✶Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 10 milyon insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
✶Mevlânalığı yaşayan bir insanın yaydığı enerji, 70 milyon insanın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
✶Peygamber, Buddha seviyesinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji ise tüm insanlığın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir…
Yapılan araştırmalar ve sonuç teyitleri yıllar sürmüş ve yüz binlerce denek üzerinde çalışılmıştır. Hawkins, insanlığın %85’inin 200’ün altında titreştiğini, son dönemde insanlığın ortalama farkındalık seviyesinin 204’e ulaştığını, yani negatif-pozitif sınırını aştığını, ancak insanın anlamlı bir şekilde tatmininin 250’nin altında gerçekleşemediğini yazmaktadır.
Alıntı yaptığım bu kitabın anlattıklarının ışığında hayatlarımızdaki detaylara hadi gelin birlikte bakalım, kendimizle birlikte yüzleşelim.
Bizlerin bilinç frekansı ne boyutta? Çevrenizdeki hemen her insan kendisinden bahsederken pozitif, kendisiyle barışık, iç huzura erişmiş, içsel mutluluğu ve gerçek sevgiyi yaşayan biri olduğunu bir çırpıda söyleyiverir. Herkes bu güzelliklere sahip olduğunu hiç düşünmeden söyler. Hal böyle ise o zaman bende herkes muhteşemse dünyada neden bu kadar çok olumsuzluk yaşanıyor diye soruyorum? Hemen her gün haberlerde şiddet, kavga, açlık, kin olaylarını görmüyor muyuz? Eğer herkes söyledikleri gibi tüm güzel değerlere sahipse onların yaydığı pozitif frekansların tüm kötülükleri yok etmesi gerekmez miydi?
İşte burada kendimizi sorgulamanız gerekliliği ortaya çıkıyor. Gerçekten kendimizle barışık mıyız, iç huzura erdik mi, içsel mutluluğu ve gerçek sevgiyi yaşıyor muyuz? Maalesef bu soruya öyle hemen ‘evet’ cevabını vermek, gerçeğin bu olduğu anlamına gelmiyor. Yüz kişiye bu soruları yöneltsem çoğunun cevabının ‘evet’ olacağına da eminim. Şayet o evetler gerçek olabilseydi, dünya aydınlık içinde olurdu.
Başka sorularla devam edelim. İçsel korkularla yaşayan bir insanda gerçek sevgi ve ışık olabilir mi? Peki geleceğe dair sürekli endişe duyan, içinde kaygı barındıran bir insanda? Olumsuz, kötü kelimeler kullanan, hakaret eden, ahlar, beddualar eden, kırıcı olup, küçümseyen tavırlarla davranan bir insanda sevgi ve ışık olabilir mi? İnsanları yargılayan, onları kılığı kıyafetine göre sınıflandıran, ötekileştiren, kin dolu, kızgınlıkla beslenen, hırsları için insanları ezip geçen bir kişi kendiyle barışık, mutlu bir birey olabilir mi? İçinde olumsuz duygular barındıran (öfke, kin, nefret, hırs, dedikodu, kıskançlık, yargılama, kibir, inat, bencillik, rekabet…) insanda gerçek sevgi, ışık var mıdır? Sadece mantığı ile hareket eden, kalp sesini dinlemeyen egolarına köle olmuş bir kişi pozitif olabilir mi? Tevekkülü bilmeyen, teslimiyete gidemeyen, yaşanan olumsuzluklardan dolayı başkalarını suçlayan, kendinin farkına varıp kendini değiştirmeye çalışmayan biri sevgi ve ışıkta olup, barış dolu, mutlu, huzurlu olabilir mi? Her durumu negatif düşünceyle değerlendiren, ağzından, gönlünden pozitif bir kelime çıkmayan biri mutlu mudur? Sadece maddesel değerlere bağlı olup maneviyatı hiçe sayan biri sevgi ve ışık içinde midir? Ruhunu başkalarına bağımlı hale getirmiş, özgürleşememiş bir insan barış içinde midir, mutlu mudur, sevgi dolu mudur?
Binlerce hatta milyonlarca bu sorulardan sorabilirim size. Hadi hepimiz içimize dönelim ve soralım bu soruları kendimize. Cevapları dürüstçe verdikçe, içimizde ışık, sevgi var mı görmeye, anlamaya çalışalım. Düşüncelerimiz, sözlerimiz, dualarımız kendimize gerçekte kim olduğumuzu gösterecektir. Önce kendimizi yenileyeceğiz, kendimizi iyileştireceğiz. Bunu gerçekleştirdiğimizde dünyayı güzelleştirmek için samimi olan o ilk adımı atmış olacağız. İçinde bulunduğumuz, yaşadığımız şu güzel dünyaya borcumuz var. O borcu ancak iyi insan olarak, güzel insan olarak ödeyebiliriz. Önce biz dünyaya borcumuzu ödeyelim, ondan sonra onun da bize güzellikleri sunmasını bekleyelim.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Çok güzel çok faydalı bir paylaşım teşekkürler Nurgül hanımcığım
Sağolun Birnur Hanımcığım,
Şifa olsun. Sevgiler ❤