Geçtiğimiz ay paylaştığım yazımda şöyle bir bölüm vardı: “Şu koca evrende bir canlı, hayatın bir yerlerine sıkışıp kalan küçücük bir can… Peki ya bizler hayatımızın nerelerine, neler sıkıştırdık ve neleri sıkıştıkları yerde öylece bıraktık? Ya da biz hayatın neresinde, ne şekilde sıkışıp kaldık? Ne umutlar, hayaller, sevgiler, aşklar, yaşanmışlıklar, ya da yaşanmamışlıklar, yaşanıp da unutulanlar, anılar, kitapların arasında unutulmuş çiçekler… Nerede onlar, biz neredeyiz? Belki de yeniden gün yüzüne çıkmayı bekliyorlardır, belki de memnundurlar oldukları, unutuldukları yerden…” İşte şimdi yarım kalan, bir yerlerde bizim kendisine yeniden dokunmamızı umutla bekleyen duygularımıza doğru yolculuk yapacağız.
Olumlu ya da olumsuz, acı ya da tatlı, iyi ya da kötü… Ömrümüzün birçok dönemde farklı duygular içinde bir o tarafa bir bu tarafa yolculuklar yaparız. Kimi duyguyu sonuna kadar hesapsızca yaşarken kimi duyguyu da yaşanması gerektiği gibi yaşamadan ya da yaşayamadan zamanın bir yerlerine bırakırız. Yarım kalan o duyguları bilinçaltına bir şekilde hapsederiz. O duygular gün gelir bilinçsizce su yüzene çıkar ve bizi hiç olmayacak zamanda etkisi altına almaya başlar. Bunun için her anı ve o her anın getirdiği duyguyu sonuna kadar yaşamaya dair açık yürekli olmalıyız. Hissetmek adına doyuma ulaştığımız duygular bizi büyütür, olgunlaştırır ve bizi olduğumuz kişi haline getirir. Bu duygularda sınıflandırma yapmıyorum. Duygunun her türlüsünden bahsediyorum, iyisiyle kötüsüyle… Bizi, biz yaparken eksikliklerimize sebep olanlar yarım kalan yaşanmışlıklardır.
“Ben’i” bir bütün olarak deneyimlemek için, hissedilen her bir duyguyla temas halinde olmaya, yaşamaya ihtiyaç vardır. Yaşanamayan duygular, ruhumuzda bir kambur oluştururcasına, ağırlaşarak bizi artık yola devam edilemez bir noktaya getirebilir. Bu duygularla aranıza bir ayraç, bir mesafe koyduğunuzda, aslında kişi kendisine dair parçalarıyla da bağlantısını kesmiş oluyor. Yaşamaktan korkulan duygular bir kutuya koyulup, ağzı sıkıca kapatılmaya çalışılıyor. Yalnızlaşma ve beraberinde de kendine yabancılaşma da tam o an başlıyor. Kabul edilmelidir ki; üzülüp öfkelenebildiği kadar mutlu, huzurlu da olabilir insan. Duygular bir bütündür, birinin hakkı verilemiyorsa diğeri de eksik kalır.
Hadi, şimdi duyguların çeşitliğine bir göz atalım ve onları dillendirelim.
Yarım kalan acı, dert, öfke! Herhangi bir kaybınızdan ya da yaşadıklarınızdan duyduğunuz hisleri saklamayın ruhunuzda. Acıyı, üzüntüyü, dertlenmeyi, öfkeyi yaşamaktan korkmayın. Serbest bırakın hislerinizi. Ağlamaksa ağlayın, kızgınlığınızı anlatmaksa anlatın, derdinizi haykırmaksa haykırın, öfkenizi dillendirin, kimin içinse duygularınız açıkça ifade edin… Yeter ki bu duyguların içinizde düğümlenmesine izin vermeyin. Duyguları kendinize yük etmeyin, yüklerinizden kurtulduğunuz sürece özgürsünüz. Sonuna kadar yaşadığınız duygularınızdan sonra ruhunuzda mutlak rahatlama gerçekleşecektir.
Yaşanamayan ya da yarım kalan aşk! Aşk bazen karşılığını bulamayabilir, sizin hissettiklerinizi o hissetmeyebilir. Gönül bu ya… İçinizde de olsa sonuna kadar hissettiğinizi yaşayın, tek kişilik aşkınızı da tek kişilik acınızı da. Ama bunun için kendinizden hayatınızı çalmayın. Gerçeği kabul edin, kabullenebilmek kendinizi daha yormanıza ve daha az yıpranmanıza yardım edecektir. Sizin böylesine güzel bir duyguyu hissedebilecek kadar güzel bir kalbiniz var. Elbette gönül ister ki tek kişilik yaşanmasın aşk, ama her istediğimizin o an için gerçekleşememe durumu da bir gerçektir. Bilin ve inanın ki, karşılık bulamadığınız o yürek sizin için en güzel olan değildir, mutlaka aşkınızın can bulacağı başka yüreklere erişeceksiniz.
Kendinizi, hissettiklerinizi açığa çıkartmaktan korkmayın, çekinmeyin. Siz insansınız ve tüm duygular insanlar içindir. Ayıplanacak, yadsınacak hiçbir şey yok. Esas olan sizsiniz. Ruhunuzu arındırmanızın yolu; hayatının bir yerlerine hapsettiğiniz olumsuzluk yüklü duygularınızı açığa çıkartmaktan, onları sonuna kadar yaşayıp, kendinizle yüzleşmekten geçiyor. Bu duygularınızın tüm devinimini sonuna kadar tamamlamasına izin verin. Sonra da onları yeniden ve yeniden hayatınıza almayın, onların içinizde gizli gizli yaşamasına müsaade etmeyin. Yaşayın ve sonlandırın. İyi hissetmenin yolu, insanın içini olduğu gibi açabilmesinden, akışa kendisini bırakabilmesinden yani anda kalabilmesinden geçiyor. İçsel dünyada olup biteni bastırmadan, yok saymadan yaşayabilmek ve paylaşabilmek insana içsel huzur ve barışı getirebilecek olandır.
Yaşamaktan mutluluk duyduğunuz, keyif aldığınız ama hayatın koşturmacasında bir yerlerde unuttuğunuz duygular! Hani bir arkadaşınızla içtiğiniz tadı halen damağınızda olan çay… Ne güzel bir andı onunla paylaştığınız, nasılda mutlu olmuştunuz. Kim bilir kaç zaman geçti üzerinden, aylar mı, yıllar mı? Yeniden yaşayın o anı, yeniden aynı yere, aynı arkadaşınızda gidin, yeniden o enfes çaydan için. O gün çok mutluydunuz, işte o mutluluğu tekrar kendinize armağan edin. Sizi çok güldüren o film. Yeniden izleyin, yeniden gülün. O parkta yaptığınız piknik ne keyifliydi, yeniden yaşayın o keyfi. Hadi hazırlayın piknik çantanızı! Neredeyse bir saat telefonla konuşmuştunuz o arkadaşınızla, sohbet sohbeti açmış, zamanın nasıl akıp gittiğini fark etmemiştiniz. Telefonu kapattığınızda, muhabbetin verdiği keyiften ötürü yüzünüzdeki o gülümseme ne hoştu. Yeniden arayın arkadaşınızı, yeniden sohbet edin… Yeniden yüzünüz gülsün.
Yaşayamadıklarınız, yaşamadıklarınız, yaşamak istedikleriniz… Her şey, her duygu kucak açmış sizi bekliyor…
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Yüreğinize sağlık Nurgül hanımcığım
Sağolun Birnur Hanımcığım
Sevgiler ❤