Çocuk elinde bir anahtarla usulca sandığa yaklaştı, anahtarı sandığın kilidine yerleştirdi. Güçlü bir sesle sandık açıldı. Bu ses tanıdıktı. Daha önce de bu sandığı açmayı deneyimlemişti. Özgüvenini yanına alarak elini sandığın içine uzattı, sırası gelen ve gün yüzüne çıkmak için sabırsızlanan bir anı yumağını daha sandıktan çıkarttı.
- “Zaman çok hızlı geçmiş Malatya tatilimiz son bulmuş ve biz evimize, İstanbul’ a dönmüştük. Mevsim sonbahara yol aldı, ardından da muhteşem kış geldi. Kış mevsimi başka bir mutluluktu benim için. Dört bir yanın bembeyaz karla kaplanması, karların üzerinde hesapsızca koşuşturmak. Ah bir de kardan adam yapmanın keyfi… Sanki bir resim yaparcasına başlardım kardan adam yapmaya. Kar benim tuvalim, eldivenli ellerim fırçam, kömür, havuç, şapka renklerim, kardan adam da eserimdi. Öylesine özenirdim ki eserimi yaparken, her şey nizami olmalıydı, eksiği olmamalıydı. Saatlerce, keyifle en güzel kardan adamı yapmaya çalışırdım. Her şey hakkıyla, layığıyla yapılmalıydı. Annemin yetiştirmesinden mütevellit düzenli bir çocuktum. Odamızı her zaman derli toplu tutardık, bizim en birincil görevimizdi bu. Evimizde her zaman misafirler olurdu, kimi yatılı kimisi de sadece çaya ya da yemeye gelirdi. Özellikle Almanya’dan halamların ve kuzenlerimin gelmesi beni çok mutlu ederdi. Halamın bana hediye ettiği o bot öyle güzeldi ki, sanki gönlümden geçeni bilmişti. Kardan adam ve botlarım… Ne güzel bir şeydi hediye almak. Ben hediye almaktan mutluydum, halamda hediye vermekten. O gün, öğrenmiştim ki hediye almakta vermekte çok özel bir şeydi… Paylaşmak ne güzeldi…
Bizler misafir ağırlamanın güzelliğini ailemizden öğrenmiştik. Özellikle babam başka türlü severdi insanları ağırlamayı, onları hoş etmeyi, onlarla ekmeğini paylaşmayı… Artık büyüyorduk ve anneme ev işlerinde küçük yardımlarda bulunuyorduk. Odamızı topluyor, gücümüzün yettiği diğer ufak tefek yardımlarla annemi destekliyorduk. Önce yardım ve sonra tabii ki bahçede hesapsızca oyunlar oynamak… Ablam okuldan, derslerinden arta kalan zamanlarda anneme yardım ederdi, bizden büyük olduğundan sokak oyunlarımızda bize katılmazdı. Ağabeyimde zamanının büyük bölümünü ablam gibi okuluna ve derslerine ayırırdı. Kardeşim ve ben okula gitmediğimizden bütün oyunlar bizimdi.
Babaanneme ‘Seni temiz ve akıllı olduğun için seviyorum’ dememin üzerinden tam bir yıl geçmişti ki daha önce gerçek manada hiç tanımadığım bir duygu çıkagelmişti dünyamıza. Yaz bitmek üzereydi, okulların açılmasına yirmi iki gün kalmıştı. Adeta gün sayıyordum çünkü artık bende önlüğümü giyip okula gidecektim. O günü tüm detaylarıyla çok iyi hatırlıyorum. Annem, yengem ve tabii ki biz çocuklar bir akrabamızı ziyarete gidecektik. Onların da çocukları vardı ve her zamanki gibi onlarla oyunlar oynayacak olmanın hayali bile beni çok mutlu etmişti. Annem: ‘Yengene git haber ver, hazırlansın, çok geç kalmadan çıkalım.’ demişti. Yengemler bize çok yakın oturduklarından hızlıca gidebiliyordum. Zaten bu misafirlikten öylesine hoşnuttum ki uça uça, memnuniyetle yengeme annemin söylediklerini iletmeye gitmiştim. Aklımda türlü oyun planlarıyla gitmiştim yengeme ama, ondan duyduklarım aklımdaki tüm planları silip götürmüştü. Yengemin ağzından dökülenler: ‘Sizin haberiniz yok mu, babaannen ölmüş!!!’ Haber önce babama gelmiş, işyerini aramışlar. Babam haberi alır almaz amcama söylemiş, amcamda eve gelerek yengeme haber vermiş ve ikisi arabayla Malatya’ ya doğru yola çıkmışlar. Bize haber verecek fırsatları dahi olmamış. Duyduklarım küçük yüreğimi sarsmış, şaşırtmış, üzmüştü. Ölümün ne anlama geldiğini, ölen kişinin bir daha görülemeyeceğini, onunla konuşulamayacağını biliyordum. Ölmek, gitmek… Ama bu duyguya hiç bu kadar yakın olmamıştım. İşte yeni bir duygu çıkagelmişti dünyamıza, hem de hemen hiç umulmadık bir kişiden yana… Yengemden önce koşarak eve gelmiş acı haberi anneme söylemiştim. Annem inanmamıştı bana, şaka yaptığımı düşünmüştü. Ama, çocuk ruhum içinden; ‘ben yalan söylemiyorum ki’ demişti. Aslında annemin bana inanmamasının sebebi, çok sağlıklı ve daha genç olan babaanneme ölümü yakıştıramamasından kaynaklıydı. Tepkisinin benim yalan söylediğimi düşünmemesiyle ilgisi yoktu. Bir tarafım babaannemi kaybetmemden acılıydı, bir tarafımsa yalan söylemediğimi ispat çabası içindeydi. Babam bize, her ne olursa olsun dürüst olmamız, yalan söylememiz gerektiğini öğretmişti. Ben babamı dinlemiştim, yalan söylememeyi öğrenmiştim. Yalan değildi söylediklerim. Keşke, gerçek de olmasaydı… Ardından yengem geldi, annemle konuştular, üzüldüler, genç olduğundan, bu ölümün çok kötü olduğundan, ona yazık olduğundan bahsettiler… Çocuk ruhum onların üzüntüsünü gördü, normal bir üzüntüydü. Ama babamın üzüntüsünü gördüğümde üzüntünün anlamı boyut değiştirdi bende. Anneme; ‘Biz artık babaannemi göremeyecek miyiz?’ diye sorduğumu anımsarım. Annem benim anlayacağım dinle izah etti ölümü, beni teselli etmeye çalıştı.
Birkaç gün sonra babam ve amcam dönmüştü Malatya’ dan. Babamın yüzü başka türlüydü, gözleri başka türlü bakıyordu. Üzüntü değildi onun yüzüne yerleşen. Üzüntü annemin, yengeminki gibi olmalıydı. Onun yüzünde başka bir şey vardı. Acı… Benim dimdik, dağ gibi babamın o vakur bakışları yerini acıya bırakmıştı. Sadece bakışları değildi acıyı anlatan, tüm bedeni anlatıyordu. Gözünde yaş olan babam… Annesi yoktu artık onun, kimseye ‘anne’ diye seslenemeyecekti. Sadece anıları kalmıştı geriye. Ancak, o anılardan bahsederken dilinden ‘anne’ sözcüğü çıkabilecekti.
İstanbul’ a dönerken dedemi de getirmişlerdi yanlarında. Babam askerliğini yaptıktan sonra Malatya’ dan ayrılıp İstanbul’ a yerleşmiş, zamanla iş kurmuş, iki amcamı da yanına alıp hayatına burada, İstanbul’ da devam etmiş. Bu duruma babaannem ve dedem her ne kadar karşı çıksalar da onlar kendi yollarını çizmişler. Üç oğlu İstanbul’daydı dedemin, kızı da Almanya’ da Malatya’da yaşamaya devam etmesi için bir sebep kalmamıştı. Artık babaannem yoktu, dedem zaten yarım kalmıştı. Bir başına ne yapacaktı oralarda? Yalnız kalmamalıydı, çocukları ona bakardı. Öyle de olmuştu. Hatta bir süre Almanya’ ya halamın yanına bile gitmişti. Babaannemsiz günler öylece geçiyordu. İlk büyük kaybımı vermiştim. Yavaş yavaş kaybetme korkusu bilincime yerleşmeye başlamıştı, ben bilmeden, kimse bilmeden… Dedem en yakınını kaybetmenin acısına sadece bir yıl dayanabilmişti. O da gitmişti babaannemin yanına. ‘Acı’, babaannemin ölümünden sonra babamın yüzüne sanki bir iz gibi kazınmıştı, gülse bile ben izi görüyordum. Dedemin kaybından sonra o iz daha da derinleşti. İkinci büyük kayıp. ‘Acı’ babamda nasıl yer bulmaya başladıysa, ‘kaybetme korkusu da’ bende öyle yer bulmuştu.”
Yıllar sonra yaşadığım bir olayla daha çocukken bende yer edinen kaybetme korkumla yüzleştim. Bu yüzleşme beraberinde de şifalanmayı da getirdi. Gün gelecek bu yüzleşmeyi ve şifalanmayı da paylaşacağım sizlerle. İçinde negatifliği barındıran her duygu insana sadece zarar veriyor. Mühim olan bu duyguları keşfedebilmek, onların farkına varabilmek. Korku omuzlardaki en ağır yüklerden biridir. O varsa sizde ne özgür olabiliyorsunuz ne de huzurlu. İstemeseniz dahi, kontrolsüzce sevdiklerinize içinizdeki kaybetme korkusunun enerjisiyle yaklaşıyorsunuz. Bu negatifliği onlara da işliyorsunuz. Sevgi, yerini ‘korkuyu hissetmeye’ teslim ediyor.
Çocuklukta yaşanılan duyguları anlamak, onlarla başa çıkabilmek hiç kolay değildir. Üzüntüler, acılar, kayıplar bilinçaltına yerleşir ve siz hiç anlamadan, olmadık şekilde, birdenbire ortaya çıkıverir. İşte o zamanlarda bu duygularla başa çıkabilecek öncelikli güç kendi öz benliğinizden başka bir şey değildir. Ruhunuzu dinleyip, her bir duygunuzu olduğu gibi, tüm çıplaklığıyla anlamaya çalışın. Kendinizin farkına varın, kendinizle yüzleşin. Tabii ki her zaman bu yolda tek başına ilerleyemeyebilirsiniz. Yeri gelir desteğe de ihtiyaç duyabilirsiniz. Belki aileniz, belki bir dost, belki bir uzman… Yeter ki kendinizi iyileştirmeyi isteyin. Ben korkularımın sevgimin önüme geçmesine izin vermek istemedim, olumsuzlukların farkına varıp bu olumsuzlukları şifalandırmak, özgürleşmek istedim ve yaptım da…
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Yine bir solukta okuduğum bir yazı.Nurgül hanımcığım yüreğinize ifadenize sağlık .İnanılmaz güzel bir anlatım yürekten kutluyorum.
Sağolun Birnur Hanımcığım,
Şifa olsun. Sevgiler ?
Canım son derece akıcı bir yazı olmuş. Duygularını ne güzel ifade etmissin.cocuklukta yasanılan olayların olumlu yada olumsuz ne izler bıraktıgını ne güzel örneklerle vermissin. Gercekten bazı olaylar insanın cocukluk hayatında kilometre taşı oluyo ilerdeki hayatını bambaşka etkiliyor.
Sağol arkadaşım
Çok doğru
Sevgiler ❤️
Canım son derece akıcı bir yazı olmuş. Duygularını ne güzel ifade etmissin.cocuklukta yasanılan olayların olumlu yada olumsuz ne izler bıraktıgını ne güzel örneklerle vermissin. Gercekten bazı olaylar insanın cocukluk hayatında kilometre taşı oluyo ilerdeki hayatını bambaşka etkiliyor.