ÇOCUK RUHU ALACALIDIR

Anı sandığını açıp geçmişe yolculuk yapmak ve o yolculuğa sizleri de ortak etmek çocuğa çok iyi gelmişti. Yeni anılarını gözler önüne sermek için sabırsızlanmaya başladı ve büyük bir özgüvenle yeniden geçmişe doğru yola çıktı. 

  • “Beş yaşımı doldurup altı yaşında olmama çok az zaman kalmıştı. Bu yaşlarda büyümek için sabırsızlanmak hepimiz için çok olağandır. Muhteşem bir macera; büyüyordum! Hani yeni evimizin asansörünü anlatmıştım, tek başımıza binemiyorduk ona. Çünkü o çok büyük bizse çok küçüktük. Ama bir gün… ‘Tek başıma binebilirim asansöre, bunu yapacağım’ dedim ve yaptım da. Annemin hangi düğmelere bastığını nasıl hareket ettiğini iyice gözlemlemiştim. Onun yaptıklarını yaptım, asansöre bindim hem de yalnız başıma! Öyle heyecan vericiydi ki… Tek başıma yeni bir şey başarmıştım. Anneme anlattım ve bana hiç kızmadı. Hatta annem babama da anlatmış o da gayet makul karşılamıştı bunu. Mutluydum, çocukluk böyle işte, bizim için işin büyüğü küçüğü olmaz, tek başına yapabildiklerinle büyüdüğünü hem kendine hem de etrafına ispat etmiş sayılırsın. Sadece asansör değildi başarım, amcamlarla yaşarken, bazen yengem elime alacak listesi verir beni tek başıma bakkala gönderirdi. Yoldan arabalar iki yönlü geçerdi ve ben güzelce karşıdan karşıya geçer, bakkala gider, alışverişimi yapardım. Bir keresinde bakkal amca: “Sen abla oldun da tek başına buralara geliyorsun” dedi. Bense gayet vakur bir tavırla: “Ben zaten ablayım benim kardeşim var” demiştim.  Konuşurken yüzünde garip bir gülümseme vardı, bu da hiç hoşuma gitmemişti, bana gülmüştü ve sanki benimle dalga geçiyordu. Çok alınmış ve üzülmüştüm bu tavra, ben yalan söylemiyordum ki! Bir gün aynı bakkala annemle gitmiştim ve bakkal amcayla annem arasında yine abla olmam konusu konuşuldu. Annemin beni onaylaması, abla olduğumu söylemesi içimi rahatlatmıştı. İçimden; “bak benimle dalga geçtin, güldün ama ben doğruyu söylüyorum” dedim. Ama içimden…

Yaz geldi, okullar tatil oldu. Biz de Malatya’ya memleketimize tatile gittik. Bu yolculuğumuzda yengem ve annesi de vardı ama babam çalıştığı için bizimle gelememişti. Her zaman arabayla yaptığımız yolculuğumuz bu seferle trenleydi. Yataklı bir vagon ve o günkü koşullarla iki gün iki gece süren bir yolculuk… Ne yolculuktu ama… (Güzel anılardan olsa gerek tren yolculuğu halen başka türlü bir güzelliktir benim için.) Annem bir sürü yiyecek hazırlamıştı, yol uzundu ve biz çocuklar atıştırmalıkları her zaman severiz. Güle oynaya neşe dolu iki gün, iki gece geçirdik, hepimiz çok mutluyduk. Hava çok sıcaktı ve çocuk benim ağzımdan ‘soğuk suyu çok seviyorum şimdi olsa da içsem’ sözü büyüklerin sohbetinin ortasına doğru hafifçe yol aldı. Önce şaşırdılar ardından da gülmeye başladılar. Hatta yengemin annesi beni taklit edercesine; ‘soğuk suyu çok seviyorum şimdi olsa da içsem” dedi. Yine gülüşmeler, bakkal amca gibi! Büyük ben anlar aslında bunun şaka olduğunu, hatta hoşlarına gittiğinden güldüklerini de ama ben anlamadım, çocuktum nihayetinde. Alındım, üzüldüm, oysa sadece içimden geleni söylemiştim.

İki gün, iki gece sona ermiş, uzun yollar bizi Malatya’ ya ulaştırmıştı. Anneannemler de, babaannemler de bu şehirde yaşıyordu. Annem, ağabeyim ve ben babaannemin evine yerleştik, ablam ve kardeşimde anneanneminkine. Babaannem ve dedem büyük avlulu, yanından dere geçen iki katlı bir konakta yaşıyorlardı. Meyve bahçeleri, bağları ve hayvanları vardı. Kış için babaannem ve dedem birlikte yiyecekler yaparlardı, hiç boş durmazlardı, sürekli yapacak işleri vardı. Anneannemse ev hanımıydı ve sadece genel ev işleri yapardı, dedemle birlikte sürekli iş yaptıklarına şahit olmamıştım. Babaannemlerde kalmak keyifliydi, hiç sıkılmıyordum, hatta ona işlerinde yardım bile ediyordum ve arta kalan zamanlarda da mahallenin çocuklarıyla oyunlar oynuyordum. Nasıl mı yardım ediyordum? Neler neler! Konağın damına on beş basamaklı bir merdivenle çıkılırdı. Babaannem bulgurları kuruması için oraya sererdi ve bende bulgurları kuşlardan koruyan askerdim. Bulgurlar başında nöbet tutuyordum ve bunu tek başıma yapıyordum. O yüksek basamaklara tırmanıyor ve bana verilen görevi yerine getiriyordum, öyle mutluydum ki…  Ne ablamdan ne de ağabeyimden istemişti bu yardımı, sadece benden istemişti. İşte ben kocaman bir kızdım, kocaman bir ablaydım!  Babaannem bir gün bana şöyle bir soru yöneltti: “Beni seviyor musun?”  Tabii ki, ‘seviyorum’ cevabını verdim. Ardından da: “Neden seviyorsun?” diye sordu. ‘Temiz ve akıllı olduğun için’ dedim. Tam da hissettiklerimi söylemiştim. Babaannem hiç boş oturmazdı sürekli faydalı işler yapardı, böyle işleri tabii ki akıllı biri yapabilirdi. Benim, onu neden sevdiğimi ifade etme şeklim başta annem olmak üzere yengelerimi de güldürdü, zaman zaman aralarında bunu konuşur oldular ve hep güldüler. Neden bana gülüyorlar, neden benimle alay ediyorlardı? Annem bir gün yine gülerek diğer akrabalarımıza benim babaannemi sevme nedenimi söyledi. Onlar da hem güldüler hem de  ‘yağ yakmış!’ dediler. Ben kimseye yağ yakmamıştım.  O sevilecek bir babaanneydi, çok tatlıydı, iyiydi, temizdi, düzenliydi, çok çalışkandı, akıllıydı. Oysa ben tertemiz duygularımla hissettiklerimi ve gördüklerimi söylemiştim, ama maalesef onlar anlayamamışlardı bunu. Bana karşı yapılan bu haksız davranışlar karşısında her zaman ki sessizliğimle durdum. Evet, sessiz, sakin bir çocuktum, ama bir o kadar da hassastım. Neden bunu göremiyorlardı?”

Büyüklerin masum sandıkları işte o gülüşmeler aslında bir çocuğun hayatında neleri etkiler, onun bilinçaltını nasıl şekillendirir, bunu irdelemek gerekir.  Çocuklara karşı davranışlarımıza çok dikkat etmeliyiz, özen göstermeliyiz. İyi gibi görünen birçok davranış geleceğin yetişkinleri olacak çocukları türlü çıkmazlara sokabiliyor. Özgüven eksikliği hep bu şekildeki muameleye maruz kalma sonucunda oluşuyor. Kişinin sürekli kendini sorgulamasına, doğruları dahi yanlışmış gibi algılamasına yol açıyor. Çocuklar iç dünyalarında kendilerine karşı yapılan her tavrı yetişkinler gibi anlayamaz, anlamlandıramaz. Kendilerine gülünmesini, onları hiçe saymak, sevmemek, küçümsemek olarak algılayabilirler. Değersizlik duygusu onların küçücük yüreklerine yerleşirse, ilerleyen dönemlerde bunu tamir etmek çok zor olur.

Yıllar sonra o yaşlarda ki bilincimin gördüğü zararı fark ettim. Bu farkındalık beni bu olumsuz duygudan arınma yoluna soktu.  Durumları doğru değerlendirememekten kaynaklı, alınganlığın insana nasıl zarar verdiğini gördüm. Ama şimdi, hislerimin, söylediklerim doğruluğunu ve içtenliğini kimseye ispat etmek zorunda olmadığımı biliyorum. Gülen gülsün, konuşan konuşsun… Ben o gülüşlerin ve konuşmaların manasını çoktan çözdüm. İyi niyetli olanı biliyorum…

Çocuktuk, büyüdük ve şimdi, birçok çocuğun büyümesine şahitlik ediyoruz. Onları mutlu edelim, nazik, dikkatli olalım… Onlara bakarken kendi çocuk ruhunuzu yeniden hissetmeye çalışın. Çocuk ruhu alacalıdır, birçok rengi barındırır içinde, o renkleri yanlış şekilde birbirine karıştıran olmayalım… Onlar bizlere emanet edilmiş en büyük hazinedir, bunu unutmayalım.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

6 yorum “ÇOCUK RUHU ALACALIDIR

  1. Ne güzel bir anlatım Nurgül hanımcığım…Sürükleyici bir roman tadında adeta yüreğinize sağlık

  2. Çocuklukta yaşanan olaylar ilerideki yaşamı etkileyen bir durumdur.
    Onun için çocuk yetiştirmek hassas bir konudur.Yazında çok güzel ifade etmişsin.Kalemine sağlık Nurgülcüğüm.

    1. Sağol Nurhayatcığım,

      Evet bazen çok çok basit gördüğümüz bir olay ya da söz çocukluk bilincine yerleşiyor. Önemli olan ileri yaşlarda farkında varıp şifalandırmak.

      Sevgiler ?

  3. Ben de babaannemi çok severdim.Beni o günlere götürdün. Yüreğine sağlık canım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir