…Bir yerlerde birileri bir şeylere çok kızmış ve bu kızgınlığa sebep olarak birlerini suçlamışlar. Suç, suçlamak, suçlu suçlanan…
Asıl olan nedir? Hep bir şeyler yaşanır, olaylar olur biter. Nihayetinde eğer olumsuzluksa sonuç mutlaka başkasıdır buna neden olan. Ya biz?
Oysa esas; kendimizi dinlemeyi bilmekten geçer. “BEN” insanım tıpkı diğerleri gibi ve benimde hatalarımın olması en doğal olandır. Bir şeylerde ben de suçlu, yanlış olan taraf olabilirim. Her zaman uzaklarda aramayalım eksiği. Önce dönüp bakalım kendimize, eleştirelim kıyasıya “BEN” sonra etrafımızdakilere yönelelim. Kendimize soralım keskin soruları. Neden, niçin, nasıl, ne kadar, ne zaman…? Alalım cevapları, bakalım neler olduğuna.
Dürüstçe, en dobra şekliyle kendimizi açalım gerçekliğe. Eğer ki, hatasız eksiksizsek, hatalıya kafa tutabiliriz. Tabii ki bunu yakarak, yıkarak, ezerek, yok ederek yapamayız.
Böylesi tavırlara asla hakkımız yoktur. Işıkla, sevgiyle söylemeliyiz gerçekleri, bunu yapamazsak eğer ne farkımız kalır hatalıdan, yanlış olandan.
Asla dikte etmemeliyiz, zorlamamalıyız, zarifçe, en yumuşak yaklaşmalıyız yanlışı olana. Öyle bir yöntemimiz olmalı ki; kötüyü dahi incitmeden ona hatalarını görmesine yardım etmeliyiz. Ancak o zaman gerçekten iyi bir şeyler yapmış oluruz.
Tüm bu anlattıklarım durumun bir boyutu. Şöyle ki: “İlk adım kendimize bakmayı öğrendik, kendimizi eleştirdik. Hatalıysak bununla yüzleştik. Eğer hata karşı taraftaysa ona en güzel şekilde hatalarıyla nasıl yüzleşebileceğini gösterdik.
Diyelim ki bunların hepsi oldu. Peki ya şunu sorduk mu hiç kendimize “Neden bunları yaşıyorum? Neden kötü bir durumla ya da kötü bir insanla karşılaştım?”
İşte ikinci boyutta burada başlıyor. Yaşadıklarımızdan gerçekten neler öğreniyoruz, dersler çıkarabiliyor muyuz.? Öğrenilenleri ve edinilen dersleri hayatımızın ne denli uygulayabiliyoruz. Asıl hikaye burada başlıyor. Aldığımız her bir nefesin ardında mutlaka bir kazanım olmalı boşa alınmış hiç bir nefes olmamalı.
Hayatımızı “vahlarla, tühlerle, eyvahlarla” geçirmek bizi yokluğa, boşluğa sürükler. Oysa yaşanmışlıklara bu söylemlerle tepki vermek yerine, yaşanmışlıkların bize neler öğretmeye çalıştığına kulak vermeliyiz.
Gerçek şu ki; “BEN”‘i oluşturan her şey iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla yaşanmışlıklardan geçer… Yaşadıklarımızla büyürüz, olgunlaşırız ve varlığımızın anlamına cevap buluruz.
Şükürler olsun ki yaşadıklarımızı, hayatı anlamlandıran biliyoruz. Haklarımızı savunabiliyoruz. Gücümüzün yettiğine kadar erişebiliyor, gücümüzün yetmediği yerlerde de tevekküle sığınıp teslim olabiliyoruz. Sesimiz var!
O ses ki yere göğe varlığını duyuracak kadar güçlüdür… Ya ona sahip olmayanlar, başlarını önüne eğip sadece tevekkül ederler, anlatmazlar, savunamazlar kendilerini… Bize emanet canlılardan bahsediyorum, bizler onlara ses olmalı, teslimiyetlerine ortak olmalıyız.
İki boyutta anlattım hislerimi, yine söylemediklerimi söylemeyi sizlere bırakıyorum. Biliyorum ki sizin söyleyecekleriniz benim satır aralarına gizlediğim söylemlerle bütünleşecektir…
Sesiniz gür, derinden, teslimiyetiniz yürekten olsun!
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.