Sevgili okuyucularım, en son 18 Mart 2025 tarihinde yazdığım anılarıma kaldığım yerden devam ediyorum. Ortaokul 3. sınıf öğrencisi olduğum o günlere gidiyor ve sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyorum.
Anneannem ve dayımların Malatya’dan İstanbul’a taşınması tam 2,5 sene olmuştu. İlişkilerimiz oldukça iyiydi, güzel şeyler yaşıyorduk birlikteyken. Aslında güzel şeylerin yaşanmasına vesile olan insanlardır. Dayım, şakacı ve neşeliydi. Öfkesine hiç şahit olmadım. Bu benim için önemliydi. Çünkü bana göre en olumsuz davranış öfkedir.
Etrafımda öfkeli insanların olmasından, öfke anında seslerini yükseltmelerinden rahatsız oluyordum. Buna okuldaki birkaç öğretmen de dâhildi. Öfke ile otorite kurmaya çalışıyorlardı. Bazı öğretmenler ise öğrencinin hatalarını söylerken hiç öfkelenmiyor, sesini yükseltmiyordu. Örneğin basketbol antrenmanlarında öğretmenimiz yumuşak üslupla yapmamız gerekenleri söylüyordu. Bu yüzden onunla rahat iletişim kurabiliyor, istediğim soruyu sorabiliyordum. Öfkeli insanlarla iletişime geçmek, sorum varsa bile sormak istemiyordum. Çünkü cevabı öfkeli bir üslupla alacağımı biliyordum.
O yaşta, bu insanların neden bu kadar öfkeli olduklarını soruyordum kendime. Ortanca amcam için de soruyordum. Niye diğerleri hataları öfkelenmeden söylerken bunlar öfkeli ve sesini yükselterek, kırıcı üslupla söylüyor, diye çok düşünüyordum. Sonra nedenin kendilerinde olduğunu anladım. Tabii farkındalık artıkça insanların davranışlarının temelinde sadece başkalarının hatalarının değil kendileri ile olan sorunlarının yattığını anlıyorsunuz.
Ablam, iş hayatına atıldığı için iş hayatında karşılaştığı insanları ve onların davranışlarını anlatırdı. Onu dinlerken kendi farkındalığımla okul ve iş hayatının benzemediğini o yaşımda kavramaya başladım. Bu durum beni iş arkadaşlığı ile okul arkadaşlığının farkını irdelemeye, daha çok sormaya yöneltti. Ablam da arkadaşlıkta seçicidir ama ben çok seçiciyim. Ablam, “Okul arkadaşlığı çok farklı,” diyordu. İş hayatında para kazanmak söz konusu olduğu için rekabet ve hırsın kaçınılmaz olduğunu söylüyordu.
“Çünkü iş hayatında yükselmek, maaşının artması ve en önemlisi o işte kalmak için çalışmak zorunda kalıyorsun. Tabii ki okulda da başarılı olmak, iyi notlar alıp sınıfını geçmek için derslerine çalışmak zorundasın ama okulda rekabetin sadece kendinle oluyor. İş hayatında ise rekabet insanlar arasında. Hele büyük bir şirkette çalışıyorsan bu kaçınılmaz,” diyordu ablam.
Okuldaki arkadaşlıkların daha saf olduğunu anlatıyordu. “Ama iş hayatında çok farklı insanlarla karşılaşıyorsun,” diyordu, “çünkü senden yaşça büyük ve tecrübeli insanlarla çalışıyorsun. Okul arkadaşların ise ya seninle aynı yaştadır ya da en fazla 1 yaş büyük veya 1 yaş küçüktür. Aslında iş hayatında insanların egoları ön plana çıkıyor, “diyordu.
Çalıştığı şirkette yaşadıklarından örnekler veriyordu. Birkaç arkadaşıyla daha yakın görüştüğünü, diğerlerine mesafeli davrandığını, mesleğinde ilerlemek ve daha çok öğrenmek, bilgi sahibi olmak için öğlen aralarında, yemek saatlerinde tecrübeli insanlarla vaktini geçirdiğini anlatıyordu. Bana, “Okuldaki arkadaşlıkları iş hayatında bekleme,” diyordu.
Merakla soruyordum ablama, “Beraber iş yaptığın arkadaşların öfkeliler mi veya müdürün öfkeli mi?” Ablam, müdürlerin bazılarının öfkeli olduğunu söylüyordu: “Bazı müdürlerin kendi aralarında bile öfkelenip ses tonlarını yükselttiğine, bağırdıklarına şahit oldum zaman zaman.”
Bu kez, onlar öfkelendiğinde kendisinin ne yaptığını soruyordum. “İşimi yapıyorum,” diye yanıt veriyordu.
Ablamın anlattıklarından şu sonucu çıkarmıştım: Demek ki iş için öfkelenen yalnızca amcamlar değil, iş gereği öfkelenen başkaları da varmış.
Tabii insanın çalışması, kendi parasını kazanması, mesleğini yapması çok güzel fakat böyle olumsuz davranışlarda bulunan insanların olması iş hayatını benim gözümde olumsuz kılmıştı bir anda. “Öyle öfkeli insanların olduğu yerde çalışmam ben,” dedim. Çünkü küçüklüğümden beri öfkeli insanlar beni çok rahatsız etmiştir, hemen o ortamdan uzaklaşırım. Arkadaşlıklarda da öyle; öfkeli insanlarla arkadaşlık etmem. Ablam, işini çok seviyordu ve ona verilen imkânlardan memnundu. Bu yüzden diğer insanların öfkeli olmasını önemsemiyordu, “Kendi aralarında,” diyordu.
Ablamın yaşça benden büyük olması, önümde bir örnek oluşturuyordu, kendimi bu konuda şanslı hissediyordum, deneyimlerini benimle paylaşıyor, ufkumu açıyordu. O, iş hayatına atıldığında ben henüz ortaokul son sınıftaydım. Bu benim için önemli bir hayat tecrübesiydi. Anlattıkları farkındalığımın artmasına ve var olan farkındalıklarımla kıyaslamalar yapmama olanak veriyordu.
Bu farkındalıklarla babamın, ortanca amcamın öfkesine karşı neden sabırlı olduğunu ileri yaşlarda daha iyi anladım. Babam öfkeye karşı öfkelenmezdi. Bu beni üzerdi ama o yaşlarda öfkenin bu kadar zararlı olduğunu bilmiyordum. Yaşım ilerledikçe öfkenin ne kadar yıkıcı bir şey olduğunu ve çocukken öfkeden ve öfkeli insanlardan rahatsız olmakta ne kadar haklı olduğumu kavradım. Ailede, babam biraz sinirliydi ama öyle öfkeli değildi. Sinirlediği zamanlarda bile kırıcı olmaz, üslubunu bozmazdı. Annemin de hiç öfkesini görmedim. Sadece yanlış bir şey olduğunda uyarırdı.
İnsan aslında öfkelendiğinde kendine zarar veriyor. Çünkü negatif bir enerji yayıyor. Herhâlde hiç kimse negatif enerjiden hoşlanmaz. Ama öfke duygusu maalesef insanda çocukken başlıyor.
Zamanı gelince bu öfke konusunda insanlardan gördüklerimi, yaşadıklarımı anlatacağım.
Sevgi ve ışıkla kalın!..
nurgul.ayabakan@gmail.com
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.