Sevgili okuyucularım en son 25 Şubat 2025 tarihinde yazdığım anı yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. Anılarımı yazarken yalnızca o günlere geri dönmekle kalmıyor biriktirdiğim güzel anılardan ilham alıyor, edindiğim farkındalıkla acı bırakan anılardan dersler çıkarmayı sürdürüyorum. Şimdi sandıktan bir anı daha serbest bırakılıyor…
Ortaokul üçüncü sınıfa devam ediyordum. Ramazan ayının kışa geldiği yıllardı. O yılda her yıl olduğu gibi annem ve babam oruç tuttu. Ablam, çalıştığı için zorlanıyordu, birkaç gün tutup sonra tutamayacağını gördü. Ağabeyim, kardeşim ve ben okulda olduğumuz için tutmuyorduk; sadece hafta sonları ben tutmak istiyordum. Buna ailem izin vermiyordu çünkü ders çalışmam gerekiyordu. İki amcam ve küçük amcamın eşi, akrabaların çoğu, komşular; kısacası çevremdeki insanların hepsi oruç tutuyordu. Okulda ve sınıfta bazı arkadaşlarım tutuyor onlar da herhangi bir şikâyette bulunmuyordu.
Oruç tutmuyordum ama ailemden şunu öğrenmiştim: “Oruçlunun yanında bir şey yeme çünkü oruçlu olduğu için imrenir.” Bu bende hep kalmıştır. Ramazan ayında sokakta, açık alanda bir şey yemiyordum. Bunu aslında saygıdan dolayı yapıyordum, yapmaya devam ediyorum.
Ramazanda en çok hoşuma giden, o sımsıcak pide ve kokusuydu. Ayrıca da iftarlar… İftara misafir davet etmek konusunda babamın hiç “Ben büyüğüm, beni çağırırlar” diye bir beklentisi yoktu. Daha ramazan başlar başlamaz iftara misafir çağırmaya başlardı. Tabii ki yemek yemek için o iftar saatini bekleyip daha özenle hazırlanmış sofraya oturmak başka oluyordu. Gece sahura kalkmalar, sofra hazırlanması aynı güzellikteydi.
Benim o yaşta inanç sorgulamam farklıydı. Eğer gerçekten inançlı olup ibadeti yerine getirmek isteniyorsa önce iyi insan olmak; en çok da Allah’ın emrettiği ibadetleri yaparken yalan söylememek gerektiğini düşünüyordum.
Okulda ahlak ve din dersinde ahlaklı bir insanın nasıl olduğu anlatılırken oruç tutup yalan söyleyenleri gördüm çevremde. Buna sınıftaki arkadaşlarımda şahit oldum ve bunlar bana ters gelmeye başladı. Ayrıca ilkokul ikinci sınıfta kendi isteğimle yazın Kur’an öğrenmek için camideki kursa gitmiştim. Oradaki hoca da ibadetleri anlatırken ahlaklı insan davranışlarından söz ediyordu. Nasıl iyi bir insan olunacağını anlatırken “Yalan söylememek gerek,” demişti. Bu, benim aklımda, ruhumda yer etti. Bu yüzden hem oruç tutup hem yalan söyleyen insanlara farklı bakıyordum. Sanki onların ibadetlerini tam olarak yapmadıklarını düşünüyordum. Çünkü ibadet Allah’a olan inanç nedeniyle yapıldığına göre yalan söylememek de gerekiyordu. Bunu aileme de soruyordum. “Günahların affolması için mi oruç tutuluyor?”, “Zorunlu bir ibadet, cennete gitmek için mi? Şimdi bu ibadetler yerine getirildiği zaman cennete mi gidilecek?” diye soruyordum ve düşünüyordum.
Bana göre ibadet, iyi insan olmaktır. Tabii ki oruç tutulur; inançlara göre ibadet yapılır ama bana sorduklarında ben her zaman “İyi insan olmak isterim,” derdim. Tuttuğum oruç ile cennete gideceğimi ya da günahlarımın affolacağını düşünmem. Çünkü o Kur’an kursunda ve Ada’daki yazlıkta olduğum dönemlerde benim her inançtan arkadaşım oldu ama onların inançlarına değil iyi insan olup olmadıklarına baktım. Okulda da öyle; hep iyi arkadaşlık için karakterlerine ve kişiliklerine baktım.
Akrabalarda oruç tuttukları hâlde kalp kırmalar, yalan söylemeler, hak yemeler gördüm. Oruç tutup dedikodu yapanları gördüm. Bunlar o yaşta bana yanlış geliyordu bunu anneme söyledim. Bir de öfkeli insanların orucun arkasına sığınması beni rahatsız ediyordu. Mesela ortanca amcam öfkeli bir insandı, en ufak meselede hemen öfkelenirdi, bir de kendisine yanlış gelen şeylerde öfkesi ortaya çıkardı. Babam bunu bilincindeydi ama ramazan ayında amcam öfkelendiğinde hoşgörü ile bakar “Oruç tutuyor onun için öfkeli” diye geçiştirirdi. Ben bunu da kabul etmiyordum. O zaman oruç tutan herkes her şey yapabilir; öfkelenebilir, bağırabilir. Babam kardeşlerine karşı hep hoşgörülüydü, oruç sadece bahaneydi.
Babam ailenin bir arada olmasını seviyor ve önemsiyordu. Ramazanda amcalarım çağırmadan önce babam onları iftara çağırırdı. Annem hemen “Ama iş konusu konuşmayın,” derdi çünkü ne zaman iş konusu konuşulmaya başlansa amcalarım tartışırdı, babam sesini çıkarmazdı. Annem o kadar haklıydı ki. Gerçekten tartışan iki insan bir de öfkelenince farklı oluyor. Onun için evde iş konusu açılmasını biz de istemezdik.
Hiçbir zaman yemek seçmediği için oruç tuttuğunda da ne yiyeceğim diye sorun etmeyen annemi ramazanda zorlayan şey babamın yemek seçmesiydi. Çünkü babam akşam yemeğinden kalanları sahurda yemeyi tercih etmezdi. Bu yüzden annem iftara ayrı sahura ayrı yiyecekler hazırlar ancak çok mecbur olursa iftardan kalanları sahura çıkarırdı. Babam sebze yemeklerini de pek tercih etmiyordu eti daha çok seviyordu. Tatlılardan ise en çok sütlaç, revani ve kadayıf yapılırdı.
Bir de ramazanda akrabalar ve tanıdıklar arasında, oruç tutmayanları yargılayan konuşmalar çok yapılırdı. Mesela ablamı sorarlardı, “Oruç tutmuyor mu?” diye. Annem, ablamın çalıştığı için tutmadığını söylediğinde “Herkes çalışıyor; bizim çocuklar da çalışıyor, okula gidiyor ama tutuyorlar,” derlerdi. Hemen bir kıyaslama yaparlardı. Onların çocukları tutuyor diye bizde tutmak zorunda mıydık? Bu ne kadar yanlış bir düşünceydi. Belki o insan açlığa dayanamıyor, sağlığı elvermiyor. Bunu dikkate almadan direkt yargılıyor, genç olduğu için dayanmak zorunda olduğunu düşünüyorlardı. Bir nevi bir baskı oluşturuyorlardı.
Aslında insanın içinden ibadet etmek gelmiyorsa zorla ibadet edilmez. Mesela ben, ilkokul ikinci sınıfta yazın Kur’an kursuna camiye gideceğim; kendi isteğimle gittim, aileden herhangi bir baskı olmadı veya “Niye gidiyorsun?” demediler.
İnsan baskı sonucu bir ibadeti yaptığında sonra kendi istediği ile yapmadığını, şeklen bir şartı yerine getirmiş olduğunu görüyor ve bir de inanmıyorsa zaten zorla inanç olmuyor. İnanç da ibadet de insanın içinden gelmeli.
Ramazan ayı bitince de insanlar arasında en çok konuşulan ne kadar kilo verildiği oluyor. Kilo verilir de alınır da ama oruç kilo vermek için tutuluyorsa bu da ibadet ve inançla ilgili olmuyor.
Ailelerin inanç ve ibadet konusunda çocuğa baskı yaparak değil farkındalık ile göstermesi ve anlatması gerekir.
Benim ailem bu konuda hiçbir zaman bize baskı yapmadı.
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.