YENİ EV

Sevgili okuyucularım, iki hafta aradan sonra yine anılarla birlikteyiz. Artık ortaokul üçüncü sınıfa geçmiş olan genç kız, sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor.

Bir eğitim öğretim yılı daha bitiyordu. Okulun son günü vedalarla geçti. Okuldan ayrılacak öğretmenlerimizle ve arkadaşlarımızla vedalaşmak beni çok etkiledi; onları çok özleyecektim. Bu hüzünlü günün sonunda karnelerimizi alıp tatile çıktık. Benim karnem iyiydi. Karne deyince ailemden ortanca amcam o kadar merak ediyordu ki notlarımızı, anlatmam bunu sizlere.

O yıl birçok açıdan çok farklı ve telaşlı bir yaz geçireceğimiz belliydi, babamın yeni bir ev almasıyla değişim başlamıştı bile. Erkek kardeşim ilkokulu bitirmişti, ortaöğretim için yeni bir okul tercih edecekti. Ağabeyim, lise son sınıfa geçmişti, üniversite hazırlığı için dershaneye yazılacaktı ama hangi dershane olacağına karar verilecekti. Ablam, üniversiteden mezun olmuştu, iş aramaya başlayacaktı. Annem ise yeni eve taşınmanın heyecanı ve hazırlığı içindeydi. Ailede bir telaş vardı ve yaz tatili programıyla ilgili hiçbir şey konuşulmuyordu. Annem, “En kötü ihtimal adaya gidip denize gireriz,” diyordu ama bu kadar telaş içinde nasıl olacak belli değildi. Benim için deniz olsun da neresi olursan olsun fark etmezdi. Erkek kardeşim ve ağabeyim zaten yaz boyunca babamla birlikte işe gidiyorlardı. 

Tabii öncelikli konu yeni evdi. Bir gün babam, beğendiği daireleri göstermek için amcalarıma haber verdi. Hep birlikte gittik. Ortanca amcam, babamın bizim için beğendiği daireyi beğendiğini söyledi ve “Burası benim olsun,” dedi. O gün babamın ilk defa kardeşine hayır, dediğine şahit olduk. “Hayır, burada ben oturacağım. Sen bir üst kat, bir alt kat veya karşımızdaki daireyi ya da başak dairelerden birini al,” dedi.

Annemin en büyük korkusu ise babamın ortanca amcama “Tamam, oturduğum yeri sana vereceğiz, ben başka daire alırım,” demesiydi. Babamın kardeşlerine karşı hayır kelimesini hiçbir zaman kullanmadığını biliyordu, bu yüzden böyle bir korkusunun ve endişesinin olması normaldi. Üstelik babamın beğendiği daireyi annem de beğenmişti.

Küçük amcama gelince o zaten olayın en başından beri aynı apartmanda oturmaya taraftar değildi. Çünkü ortanca amcamla aynı apartmanda ve aynı katta oturuyordu senelerdir ve artık tek başına oturmak istiyordu. Ayrıca da onun kendine göre planları varmış; babamın sonradan haberi oldu. Selamiçeşme semtinde değil Fenerbahçe ve Kalamış tarafında oturmak istediğini babam “Al,” diye baskı yapınca söyledi. Zaten annem de babama “Neden baskı yapıyorsun, oturmak istemiyor,” diyordu. Aslında babamın baskı yapmaktaki amacı bir olumsuz olay olursa birbirimize destek olmaktı. Daha doğrusu aile bir arada olsun istediğindendi. Babam paylaşmayı seviyordu, ailede ne olsa hemen gidip anlatıyordu kardeşlerine fakat küçük amcam öyle değildi; ketumdu. Bizim hep sonradan haberimiz olurdu küçük amcamın ailesinde yaşananlardan. Neyse ki eşi öyle değildi; yengem anlatırdı, zaten biz de bu sayede öğrenirdik.

Hep birlikte evi görmeye gittiğimiz o gün, küçük amcam babamın baskısı karşısında ne istediğini açık olarak söyledi. Babamın itirazı olmadı.  Ortanca amcam “Bu beğendiğim daireyi vermezsen ben de bu apartmandan daire almayacağım,” dedi. Babam, kendi beğendiği daireyi veremeyeceğini söyleyince o da almaktan vazgeçti.

Tabii babam müteahhitlerle üç daire üzerinden anlaşmış ve indirim sözü almıştı. Bu durumda tek daire alınacağı için indirim de olmadı. Müteahhitler de kendileri açısından haklıydı. Üç daire satacaklar ve peşin para alacaklardı. Herkes kendini düşündüğü için karşı tarafa baskı yapıyordu. Bir de tabii para söz konusu olunca kimse zarara uğramak istemiyordu. Müteahhitlerin babamı sürekli aramasından anlamıştık bunu.

Sonunda annemin istediği gibi oldu, hem beğendiğimiz daireyi aldık hem de amcalarımla aynı apartmanda oturmak zorunda kalmadık. İlk defa hep birlikte çok şaşkındık çünkü babam kardeşlerine karşı ilk kez hayır, kelimesini kullanıp kendisinin ve annemin istediğini yapmıştı.

Amcalarımın durumu netleşip de kendi evimizi alınca bu kez bir heyecan sardı hepimizi. Yeni bitmiş bir eve taşınacaktık, üstelik bu ev hem kendi evimiz olacaktı hem de aynı semtte yaşamaya devam edecektik, bunun için çok seviniyorduk. Ayrıca da dairemizde deniz görülmesi ve adalara giden vapurları görmüş olacağız. Yalnız annemin ev ile ilgili bazı istekleri oldu. Mutfakta ek dolaba ihtiyacı vardı, ayrıca diğer odalara ve antreye de dolap yaptırmak istedi. Babam buna onay verdiği hâlde ortanca amcam “Ne gerek var, sonra yapılır, masraf etmeye gerek yok,” demeye başladı. Kendilerine gelince her şeyin alınmasına ve yapılmasına onay verirken bize gelince böyle davranmaları annemin hoşuna gitmiyordu. Ses çıkarmıyordu fakat ister istemez üzülüyordu. Babam ise ortamın yumuşak kalmasını istediği için “Boş ver, üzülme, zamanı geldiğinde yaptırırız,” diye teselli ediyordu annemi. 

Babam, iş konusunda her şeyi düzgün yapmaya çalışan, olaylara serinkanlılıkla yaklaşan, kolay panik olmayan insandı. Buna rağmen yeni evimize taşınacağımız gün yaklaştıkça “Nasıl taşıyacağız?” demeye başladı. Neyse ki annem, “Neden panik yapıyorsun, kolaylıkla taşınırız. Zaten yakın, üç dakikalık mesafede. Elimizde götüreceklerimizi birlikte götürürüz,” diyerek yatıştırdı.

Hızla hazırlıklar başladı. İlk iş evin temizliğiydi, annem bir kadın bulup birlikte temizliğe girişti. Yeni inşaat olduğu için çok iş vardı, evin içi boya kokuyordu. Her şeyin yepyeni olması farklı gelmişti bana. Ablamla aynı odayı paylaşacaktık. Odamızı nasıl düzenleyeceğimize karar verdik heyecanla.

Salon, diğer eve göre küçüktü, iki koltuk takımını sığması imkânsızdı, bu yüzden annem bir takımı diğer odaya koymaya karar verdi. Mutfak ise kocamandı; bir oda kadardı. Annem en çok buna seviniyordu çünkü çok fazla misafirimiz oluyordu bizim, geniş mutfakta hareket alanı da genişlemişti. Ayrıca mutfağa masa bile koyabilecektik böylece kahvaltı ve yemek burada yenebilecekti. Eski evdeki gibi salondaki masada sofra kurmak zorunda kalmayacaktık. Babam mutfakta yemek fikrine önce itiraz etti, onun salonda televizyon karşısında yemek yeme alışkanlığı vardı. Bazı alışkanlıklardan vazgeçmenin zor olduğunu ileride kavradım. Neyse ki sonunda ikna oldu ve mutfakta yemek yemeye başladık.

Bu arada pencerelere göre perde ihtiyacı doğdu. Annem, babam ve ortanca yengem birlikte gidip birkaç yere baktılar perdeler için. Annem hep tutumluydu, gereksiz masraf yapılmasından yana olmadı hiçbir zaman. Sadece ihtiyacı neyse onu alırdı. Fakat bu yeni evde işte perdeler gibi yeni ihtiyaçlar doğmuştu. Annem evin neye ihtiyacı olduğunu iyi biliyordu. Bir de yıllarca kiracı oturduğu için isteklerini ertelemişti, kendi evimiz olunca gönlünce döşemek istiyordu. Ama yine olanaklar ölçüsünde. Fakat babam bu konuda da farklı düşünüyordu. Eşya alma konusunda cimrilik yapıyordu. Tabii bize gelince böyleydi bu. Amcamlara karşı öyle değildi.

O zamanlarda fark etmiştim. Babam yalnız çalışmış olsa kazandığı parayı kimseye hesap vermeden kullanır, istediğini alırdı. Ortak çalıştıkları için amcalarım istediklerini alırken babam “Hayır, ben bunları alacağım,” demiyordu. Aslında yine hesap vermek zorunda değildi, çünkü çok çalışıyordu, işin büyük kısmını sırtlanmıştı. Ama sorun çıkmasın diye sürekli fedakârlık yapıyordu. Tabii bütün bu fedakârlıklar ve her şeyi içine atması, belli etmemesi babamın ileride hastalanmasına neden olacaktı. Yavaş yavaş o belirtiler kendini göstermeye başlamıştı bile.

İnsan ileri yaşlarda hayır kelimesinin önemini çok iyi anlıyor, bazı yerlerde gerçekten hayır, demek gerekiyor. Çünkü insanlar çoğunlukla önce kendilerini düşünüyor, karşı tarafın üzülüp üzülmeyeceğini umursamıyor. Her insanın bir güçsüz tarafı, bir zaafı vardır. Babamın zaafı da kardeşleriydi. Onlar da babamın bu yönünü çok iyi bildikleri için nasıl olsa hayır, diyemez diye kolaylıkla her şeyi yaptırıyorlardı.

Korkular insanı derinden etkiliyor. Altta yatan korkular varsa insanı başka türlü karar almaya zorluyor ve hayatın akışının başka yöne çevrilmesine neden oluyor. İnsanda cesaret çok önemlidir. O zamanlar babamı bu konuda cesaretsiz görüyordum.

Bazı ailelerde de eşler birbirlerini sevmedikleri hâlde maddiyat veya başka korkularla mutsuz bir evlilik ve mutsuz bir hayat sürdürürler. Aslında ona evlilik demek bile güçtür; eşlerin her biri için o artık mutsuz şekilde her gün yük taşımaktır.

Cesaretsizlik insanı güvensizliğe götürür. Cesaret benim için gerçekten çok önemli unsurlardan bir tanesidir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir