Sevgili okuyucularım, iki hafta aradan sonra yine anılarla birlikteyiz. Artık ortaokul üçüncü sınıf öğrencisi olan genç kız, sandıktan bir anıyı daha serbest bırakıyor.
Yaz mevsimine doğru ailemizde ev alma konusunun gündeme geldiğini anlatmıştım. Annemle babamın ev arayışları sürüyordu. Bizim heyecanımız ise başkaydı; yaz tatili başlamak üzereydi.
Okulların kapanmasına iki hafta kala artık karneler de belli olmuştu. Öğretmenler, notları zayıf olan öğrenciler için son kez kurtarma sınavı yapacaktı. Sınıftan bazı arkadaşlar ikmale kalmamak için bu sınava ağırlık verip yoğun bir çalışmaya girdi. Doğrusu bazı arkadaşlarım yıl içinde ders çalışma konusunda biraz gevşek davranıyor ya da sevmediği dersi çalışmıyordu ama sonuç olarak bu şekilde insan yalnızca kendine zarar vermiş oluyor. Aslında yıl boyunca düzenli çalışırsanız yıl sonunda mükâfatını alıyorsunuz. Tabii benim de sevmediğim dersler vardı, bir de öğretmenden dolayı hoşlanmadığım dersler oluyordu fakat sınıf geçmek için çalışmak zorunda olduğumu biliyordum.
Okulda arkadaşlarımın son sınav telaşı evde ise taşınma telaşı hızlanmıştı. Babam, ev sahibinin yükselttiği kirayı vermemek için acele bir biçimde satın almayı düşündüğü evi arıyordu. Bizim semtte yeni bitmiş evler vardı ama annemin istediği gibi değildi.
Bir pazar günü babam, erkek kardeşimi yanına alarak “Karpuz almaya gidiyoruz,” deyip evden çıktı. Karpuzcu bize üç dakikalık yürüme mesafesinde çocuk parkının önünde tezgâhını açıyordu, toplam on dakikada alışveriş yapıp dönmeleri gerekiyordu. Fakat oldukça uzun bir süre sonra ellerinde karpuzla geldiler.
Kapıyı açtığımda erkek kardeşim hemen “Babam ev aldı,” dedi. Çok şaşırdık. Annem, “Nasıl olur? Hangi ev aldın? Nereden aldın?” diyerek arkası kesilmeyen sorular yöneltti babama. “Şimdi anladım, köşedeki karpuzcuya gidip neden saatlerce gelmediğinizi. Merak ettim, dedim herhâlde kardeşlerine gitti,” diye de ekledi. Annemin böyle düşünmesi normaldi çünkü amcamlar beş dakikalık mesafede oturuyordu. Tabii o zamanlar cep telefonu yoktu. Annem kardeşimi eve gönderip haber vermediği için babama sitem edip ”Ben de gelip bakardım,” dedi.
Bütün aile şaşkınlık içinde babamın bu sorulara yanıt vermesini bekliyorduk. Babam, inşaatı yeni bitmiş apartmandan üç daire için müteahhit ile konuşup hem fiyat hem de alacağı daireler konusunda anlaştığını anlattı. Ev, bizim apartmanın güneye bakan dairelerinden görülüyordu aslında ama bizim oturduğumuz daire kuzeyde kaldığı için göremiyorduk. Babamın bu açıklamalarına annemden itiraz geldi. “O bina yapılırken önünden her geçtiğimde bakıyordum, balkonları küçük o evin, istemiyorum,” dedi. Fakat henüz içini görmemişti.
Babamın aslında en büyük arzusu yeni bir binada bizimle birlikte iki amcama birer daire almaktı. Bu binada da arsa sahibinin birkaç dairesi dışında müteahhide ait olanlar henüz kimseye satılmamıştı. Babamın anlattığına göre, nakde ihtiyacı olan müteahhit hemen satmak istiyormuş. Bunun için indirim yapmış, bir an önce karar verip hemen alması için de bir hayli ısrar etmiş. Fakat babam hem annemin görmesini istediği hem de kardeşlerine danışacağı için o anda karar vermemiş.
Annemin kriterleri belliydi, üst kat ve kuzeye bakan taraf istemiyordu çünkü kiracı olarak oturduğumuz ev zaten üst kattaydı ve kışın soğuk, yazın sıcak oluyordu. Tek avantajı üst katınızda bir şey silkeleyecek komşu olmamasıydı. Bir de oturduğumuz evin tek balkonu vardı ama büyüktü. Annem yeni evde de aynı şekilde ferah ve yazın masa konulup yemek yenilebilecek bir balkon istiyordu. Neyse ki babamın almaya niyetlendiği evin üç balkonu vardı ve annemin bu isteğini en azından biri karşılayabilecekti.
Tabii yeni evin başka avantajları da vardı. Bir kere aynı semtteydi, odalar ve mutfak annemin istediği büyüklükteydi. Ayrıca önün açık, manzarası güzeldi; karşısında Vakıf’ın üzüm bağı uzanıyordu. Ulaşım açısından da pek çok avantaja sahipti. Toplu ulaşıma ve okullarımıza yakındı, tren istasyonuna yedi, Bağdat Caddesi’ne beş ve minibüs yoluna on iki dakikalık yürüyüş mesafesinde; tam merkezdeydi. Babam en çok da bunun için kaçırmak istemiyordu. Gerektiğinde Kadıköy’e ve Bağdat Caddesi’ne hiçbir araç kullanmadan rahatlıkla gidilebilirdi. Bu bizi de çok mutlu etmişti.
Ben okula tren yerine yürüyerek gitmeyi tercih ediyordum. Çünkü bir durak sonra inmek yerine yürümek iyi geliyordu hem de özellikle akşam dönüşlerdeki tren kalabalığına girmeyi hiç istemiyordum. Kalabalıktan hoşlanmazdım, mesela okulda sınıf toplantıları yapıldığında o kalabalığa girmek yerine kendi anlaştığım arkadaşlarla birebir görüşme taraftarıydım. Rahatsız olmadığım kalabalık yerler yalnızca sinema, konser ve tiyatroydu. Hâlâ da öyledir ve hâlâ zorda kalmadıkça toplu taşımayı kullanmak yerine yürümeyi tercih ederim.
Babam, bir karar vermiş ise onu hemen uygulamak isterdi çünkü kendine göre doğruydu. Böyle birçok avantaja sahip bir evi bulunca kaçırmak istememişti. Tabii karpuz almaya gidip ev alması bizim için espri konusu olsa da o, ertesi günü iple çekti. Amcalarıma anlatacak ve onların da gidip evleri görmelerini isteyecekti. Fakat küçük amcam, aynı apartmanda oturmak istemediğini daha önceden sözleriyle açıkça ifade etmişti. Doğrusu, biz kardeşler de istemiyorduk. Ben hem ortanca amcam bize çok karışacağı hem de babamın kardeşlerine düşkünlüğünü bildiğimden açıkçası rahat etmeyeceğiz diye istemiyordum. Babamın kardeşlerine düşkün olması aslında bağımlı olmasından kaynaklanıyordu. Zaman içinde bağımlı olmasının sebebinin kaybetme korkusu olduğunu gördüm. Onları kaybederse bir daha geri kazanamayacağını düşünüyordu. Bu yüzden oturacakları daireleri onlara göstermeden seçmek istemiyordu. Sadece kendi oturacağımız daireyi kafasında belirlemişti. Anneme söyledi, annem, “Tamam,” dedi.
Ertesi gün müteahhitler babamı arayıp kararını sordular. Onlar da kendilerine göre haklıydı çünkü nakde sıkışmışlardı ve bir an önce o parayı alıp başka yerde inşaat başlayacaklardı, müşteri bulmuşken de kaçırmak istemiyorlardı. Aslında herkes kendini düşünüyor doğal olarak çünkü insanın doğasında bu var.
Bizim aile açısından durum netleşince annem, kardeşi gibi sevdiği, daha yakın bulduğu Aynur teyze ile hemen bu konuyu paylaştı. İki kız bir erkek kardeşi olmasına rağmen Aynur teyze de anneme karşı aynı duyguları taşıdığı için uzağa gitmesini istemiyordu. Bu yüzden yakın yerden ev alacağımızı duyunca çok sevindi. Aynur teyze ile aynı kattaydık, onun dairesi güneye cepheliydi ve salonu bizim yeni evi görüyordu. Anneme, “Balkona çıkıp sana el sallarım artık,” diyordu.
İnsan kendine en yakın hissettiği kişi ile paylaşmak ister. Annem de yaşadığı sevinçleri ve üzüntüleri Aynur teyze ile paylaşırdı. Tabii ki diğer komşularını da seviyordu annem. Bizim katta Aynur teyzeden başka iki komşu daha vardı, annem onlarlar da görüşürdü ama o kadar samimi değildi.
Aslında insanın ne istediğinden çok nelere değer verdiği önemlidir. Çünkü ona göre bir yol çiziyor. Her insanın tabii ki kusurları olur ama insan kendine yakın olan ile paylaşmak istiyor. Annem uysal olduğu için öyle direnç gösterip “İlla da bu ev olmayacak,” diyen bir insan değildir. O sadece kendi düşüncesini ve isteklerini dile getirir, istekleri olmadığı zaman hiç takıntı yapmaz, üstünde durmaz. Olanı olduğu gibi kabul eder. Öyle kendini düşünen biri olmadı hiçbir zaman.
İnsan, ileri yaşta farkındalıkları artınca bazı şeylerde önce kendini düşünmesi gerektiğini kavrıyor. Öncellikle zarar verecek insanlardan kendini korumak için mesafe koyması gerektiğini öğreniyor. Çünkü mesafe koymak insan için her zaman kazançlıdır. Ayrıca da kimin ile ne konuşacağınızı, kime güveneceğinizi biliyorsunuz ve söylediğiniz sözleri bir başkasından duymuyorsunuz; dedikodu malzemesi yapılmıyor. İşte, annemle Aynur teyze arasındaki ilişki böyleydi. Birbirlerine o güveni verdikleri için aile içinde olan olayları rahatlıkla paylaşabiliyorlardı. Bu insan hayatında çok önemli olan bir duygudur.
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Çok hoş anlatmışsınız … bende dört ablasına aşırı düşkün olan rahmetli babamı gördüm … onlarda en küçük kardeşlerine çok düşkündü … artık aramızda olmayan büyüklerimize rahmet , yanımızdaki büyüklerimize sağlıklı uzun ömürler diliyorum
Çok teşekkür ederim Sedef Hanımcığım,
Tabii ki her ailede yaşanmışlıklar çok farklıdır.
Sizlerin de bütün vefat edenlere Allah rahmet eylesin. Yanınızda olanlarla birlikte sağlıklı, mutlu ve huzurlu günler dilerim.
sevgiler❤