Sevgili okuyucularım, iki hafta sonra anılarımı anlatmaya kaldığım yerde devam ediyorum. Bu sefer sandıktan çıkan güzel bir anı var sırada.
Derslerin yoğunluğu, basketbol takımına girmek için heyecanla katıldığım antrenmanlar derken bitkin hâlde eve dönüyordum. Yine böyle bir okul dönüşü kapıyı açan erkek kardeşim, “Biliyor musun anneannemler İstanbul’a taşınıyorlar,” diye müjdeyi verdi. Yorgunluğum bir anda gitti. Sevinçten havalara uçacağım ama bir yandan da inanmakta güçlük çekiyorum. Hemen anneme sordum, “Evet,” yanıtını alınca inanılmaz sevindim. O gün evde bir bayram havası vardı. Anneme sürekli “Ne zaman gelecekler?” diye sorup duruyorduk.
Anneannem ve dedem doğma ve büyüme Malatyalı oldukları için hep orada yaşamışlardı. Tabii ki teyzem ve dayım da öyle. Hatta dayım evlendikten sonra da onlarla birlikte yaşamaya devam ediyordu. Nasıl olmuşsa dayım İstanbul’a gelip yaşamak istemiş ve böylece hep birlikte İstanbul’a yerleşmeye karar vermişler. Oturacakları evin bize yakın ve büyük olmasını istiyorlardı. Önce dayım geldi, annemle birlikte ev aramaya başladılar ama yakınlarda istedikleri gibi ev yoktu. Bir süre sonra dayım işi için Malatya’ya dönmek zorunda kaldı. Annem, ev arayışını tek başına sürdürdü. Sonunda Erenköy’de bahçe içinde, iki katlı, önceden bir akrabanın oturduğu yeri buldu. Evin boş olduğunu da başka bir akrabadan öğrendi çünkü o da oraya çok yakın oturuyordu.
Annem evi önceden bildiği için kaçırmak istemiyordu. Tam anneannemlere göreydi; odaları çok ve büyük, ayrıca bahçe içinde. Bir an önce ev sahibiyle konuşup anlaşmak istiyordu annem. O yüzden havanın çok soğuk olduğu bir cumartesi günü annem ve ben trenle evi görmeye gittik. O günü hiç unutmam; hem hava çok soğuk, çok kar yağmış hem de bir yandan evi kaçırmamak için telaş var. O elverişsiz havaya rağmen içimizde sevinçle gittik.
Köşkü andıran evin alt katında oturan sahipleri iki kız kardeşti. Kapıyı çaldık, açtılar. Annemi daha önce orada oturan akrabamıza gidiş gelişlerinden tanıyorlardı. Buyur ettiler. Annem durumu anlattı. Beş kişilik bir ailenin oturacak olması ev sahiplerinin hoşuna gitmedi önce. “Hem aile kalabalık hem de gelen giden misafirleri çok olur, eve zarar verirler” dediler. Annem, “Merak etmeyin, buna ben kefilim, eğer bir zarar olursa öderim.” dedi. Hiç rahatsız etmeyeceklerini söyledi, dayımın sadece iki yaşında bir kızı olduğunu anlattı. Sonunda ikna oldular ve ev tutuldu.
Annemle birlikte bir hafta sonu temizletmek için yanımıza bir yardımcı alarak dayımların yeni evine gittik. Kardeşim de geldi çünkü evin bahçesi çok büyüktü ve oyun oynamaya çok elverişliydi. Benim çocukluluğumda oturduğumuz iki katlı evin bahçesi gibi büyük ve güzeldi. Tabii bu evimizin de bahçesi büyüktü ama eski evdeki gibi ve dayımların taşınacağı bu evdeki gibi değildi. Kardeşimle arka bahçede doyasıya top oynadık. Evin odaları gerçekten büyük, tavanları yüksek ve pencereleri çoktu. Annem telefonda bunları anlattığında dayım çok mutlu olmuştu çünkü ev tam istediği gibiydi.
Ben de çok sevinmiştim. Bahçede salıncak kurulmuştu, ayrıca basket potası vardı. Okuluma da çok yakındı. ‘Okul çıkışında yürüyerek gelirim ve anneannemde kalırım,’ diye düşünmüştüm. Anneannemi ve dayımı sevdiğim için kalmak istiyordum. İnsan rahat ettiği yere gitmek ve orada kalmak ister. Çocukluğumdan beri bir insana yardım etmek gibi önemli bir mecburiyet olmadıkça ya da o insan çağırmadıkça gitmem. Üstelik çağıran insanı kesinlikle sevmem gerekir. Kendim bu bahçeden faydalanayım, diye gitmeyi düşünmem. Hâlâ öyleyimdir. Birinin evine gidip kalıyorsam ya çok ısrar etmiştir ya da o anda yardıma ihtiyacı olduğu içindir.
Dayım, amcamlarım gibi değildi. Espriyi, şakalaşmayı seven, güler yüzlü bir insandı. Öyle sert ve öfkeli cevap vermez, tartışmazdı. Bende bıraktığı bu intiba çok önemliydi. Anneannem ve dedem de öyleydi, ikisiyle de iyi anlaşıyordum. Onlar Malatya’da yaşarken sık sık görüşemiyorduk. Biz gitmiyorduk, anneannem senede bir kere ya geliyordu ya gelmiyordu. Dedem hiç gelmezdi. Dayım da işi olunca uğrardı. Artık hep görecektim onları; sevdiklerim geliyor, diye çok seviniyordum.
Dayımların gelme gününü dört gözle bekliyordum. Anneme “Ben artık dayımlar da kalıp oradan okula gidip gelirim. Daha yakın, yürüme mesafesinde,” dedim. Annem olumlu baktı ama “Her zaman değil,” dedi. Çünkü babam bu konularda annem gibi olumlu düşünmüyordu. Belli kuralları vardı. Özellikle her zaman belirttiğim gibi sofrada hep birlikte yemek yemek ve pazar günleri ve akşamları yaptığımız gezmelerde birlikte olmak. Babam ev gezmesini sevmezdi, sıkılırdı. O dışarıda gezmeyi severdi; görüp öğrenmek isterdi. Annem ve ablam ev gezmesini de severdi. Ben ise sadece gerçekten sevdiğim kişilere ev gezmesine gitmek isterdim. Annem bazen mecbur edince gitmek zorunda kalıyordum ama mutlu olmuyordum. Çünkü onların konuşmaları ve davranışları bana göre değildi; olumlu bulmuyordum. Onun yerine evde yalnız vakit geçirmeyi ya da kardeşimle olmayı seviyordum çünkü kardeşimle her şeyi paylaşıyordum.
Amcam ile dayımı kıyaslayınca ister istemez dayım ağır basıyordu; dayıma gitmek, onun evinde kalmak istiyordum. Çünkü en başta öfke yoktu, sert konuşmak yoktu; esprili ve neşeliydi ve bunlar benim için önemliydi. Amcamın otoriter oluşu beni sıkıyordu. Babam, amcamın çocuğu olmadığı için bize bu kadar karışmasına izin veriyordu; onu kırmamak için. Yoksa üzerimizde bu kadar otorite kurmasına izin vermezdi.
Çocukken özün ne ise yaşın ilerlese de aynı kalıyorsun. O dönemlerde herkesle arkadaşlık yapmazdım, hele benim karakterime uymayanlarla hiç yapmazdım. Yalnız kaldım, diye arkadaşlık yapmazdım. Sezgilerimi dinleyip kimlerle arkadaşlık yapacağımı bilirdim. Hâlâ öyleyim… Etrafımda olsunlar, diye arkadaşlık etmem. Her zaman az ve öz olsun, derim. Çünkü her daim yalnızlığımdan keyif alıp kendimle yetiniyorum. Sevginin olduğu yerleri tercih ediyorum.
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.