Sevgili okuyucularım, üç hafta sonra ortaokul birinci sınıfa giden çocukla birlikte yeniden sandığın başına geçiyoruz. Sevdiği şeyleri sandıktan çıkarmaya devam ediyor ve şimdi elinde yarısını daha önce bizimle paylaştığı sevinci var.
Anneannemler ve dayımlar Malatya’dan İstanbul’a, yeni evlerine taşınmışlardı artık. Bu arada bahar mevsimi de gelmiş, bahar yağmurları başlamıştı. Öyle çok, öyle kuvvetli yağıyordu ki okula giderken giydiğim yağmurluğun içine bile geçiyordu. Genellikle şemsiye kullanmayı sevmezdim. Evden her çıkışımda annem şemsiye verirdi ama ben almazdım. Annem, “Bak, ablan bu havalarda hep yanında taşır,” diyerek ablamı örnek gösterirdi. “Fakat ben ablam değilim,” derdim. Çok mecbur olmadıkça yanımda fazla bir şey taşımayı sevmiyordum O yüzden şemsiyeyi de fazlalık olarak görüyordum, üstelik açıp elimde tutmak yük gibi geliyordu. Onun yerine yağmurluğun şapkasını takmak ya da ıslanmak daha çok hoşuma gidiyordu.
Annemin asıl korkusu, ıslanıp hasta olmamız ve sonra derslerden geri kalmamızdı. Ağabeyimin sağlık sorunu annemi ve babamı bu konularda iyice hassaslaştırmıştı. Bu yüzden özellikle ağabeyimin yapmaması gerekenleri sık sık hatırlatırlardı. Mesela ağabeyim yorulunca hastalanıyordu. Babam kaç defa beni ve kardeşimi uyarmıştır, “Ağabeyinizle top oynarken dikkatli olun,” diye. Aslında o anda onun rahatlıkla oynadığını görünce çocuk aklınızla düşünemiyorsunuz fakat sonrasında hastalandığında tabii ki üzülüyorsunuz. Bu sefer kendinizi suçlamaya başlıyorsunuz. Neden? Çünkü hastalanmasına sebep olan davranışta bulunduğunuz için. İşte benim kendimi suçlamalarım da bir tanesinde ağabeyimin spor yaparken yorulup hastalanmasıdır. İlk kendimi suçlama 4 yaşında bahçede koşup düştüğümde çok kötü yüzüm yaralamıştır. Amcam neden dikkatli olmuyorsun diye sert konuşmaları ile suçlama başlamıştır. Aslında o anda farkında olmadan bilinçaltında kalan suçluluk duygusu, belli bir yaşa gelince bir başka olayda yeniden kendini gösterdiği zaman geçmişe dönüyorsunuz ve bazı davranışları bilerek yapmadığınızı fark ediyorsunuz. Daha doğrusu çocuk olduğunuzu ve bazı şeylerin sizin hatanız olmadığını kavrıyorsunuz. Ayrıca da başka herhangi bir olayda yapmadığınız bir şey konusunda kendinizi suçladığınızda, bunu çocukluk döneminizde ilk ne zaman yaptığınızı düşünüyorsunuz. İşte bu, haksız yere kendinizi suçlamanıza neden olan ve bilinçaltına yerleşen travmayı şifalandırdığınızda artık farkındalık ile olayları net görüyorsunuz. Kendimi suçladığımı ilerleyen yıllarda fark ettim ve ruhumu şifalandırarak suçluluk duygusundan arındım. Zamanı gelince bunun nasıl olduğunu anlatacağım.
Okul yolunun iki, en fazla dört katlı, bahçeli evlerle çevrili ve yeşillikler içinde olması daha çok yağmur almasına sebep oluyordu. Yağmura okul dönüşü yakalanmışsam ıslanmak çok hoşuma gidiyordu, ‘nasıl olsa eve dönüyorum,’ diye düşünüyordum. Bazen şapka takmaya bile gerek duymuyordum çünkü saçlarımın ıslak olması hoşuma gidiyordu. Yine yağmurlu bir gün trenden indikten sonra arkadaşlarımdan ayrılıp yürümeye başladım. Evimizin sokağına girmiştim ki bir teyze, “Kızım, gel benim şemsiyem var, gir altına,” diye bana seslendi. “Hayır, çünkü ıslanmak istiyorum,” diye cevap verdim. Onun söylediğini hiç unutmam, “Sen iyi misin?” dedi. Tabii ben onun ne demek istediğini anlamadan “Evet, iyiyim hasta değilim,” deyince gülmeye başladı. Eve gelince olanları anneme anlattım ve o da güldü. Meğer teyzenin söylemek istediği farklıymış. “Bu yağmurlu havada normal bir insan başını bile kapatırken neden şemsiyenin altına girmek istemiyorsun, hasta olacaksın” demekmiş. Aslında iyiliğim için, annem gibi söylemiş. Ama o anda bana karışmak gibi gelmişti. Zaten ıslandığımı biliyorum, kapatacaksam kapatırım; bir çocuk gibi davranılmasından hoşlanmıyordum. İçimden nasıl geliyorsa öyle olmasını istiyordum. Mutlu olduğum bir şey yaparken gelip o andaki mutluluğumu bozan insanlardan hemen uzaklaşıyordum. Ama bunu yapanlar bir sözü veya davranışıyla mutsuz olmamı isteyen kişilerse uzaklaşıyordum. İyiliğimi isteyenlerin niyetlerini biliyordum onlar tabii ki başkaydı ama gerçekten mutsuz olmamı isteyenler farklı insanlardı.
Dayımlar geldiğinde annem, ben ve kardeşim eşya yerleştirmeye yardıma gittik. Neşe içinde her işe yardım ettik. O gün dedemle bol bol sohbet ettik, bize yaşadıklarını anlattı. Çok mutlu oldum çünkü o güne kadar dedemle bu denli yakın olmamıştım. Uzakta oldukları için az görüşüyorduk, onlar gelemiyordu, biz de gitmiyorduk. Dedemi yalnızca annemin anlattıkları ile tanıyordum. O günün nasıl geçtiğini anlamadan akşam olunca babam işten dönmeden trenle eve gittik. Ertesi gün okul olmadığı için sabah erkenden kardeşimle beraber yine dayımlara gittik. Sevdiğim insanların artık yakınımızda olması beni çok mutlu ediyordu. Ayrıca anneannemin yemekleri çok güzel oluyordu. Tabii annem de o yöresel yemekleri çok iyi yapıyordu ama anneannemin yemekleri daha başkaydı. Bir de masa daha kalabalık olmuştu. Kalabalık aileye alışıp ileride o kalabalık kalmayınca işte o sofralara özlem duyulmaya başlanıyor. Çünkü sevdiklerini özlüyor insan. Sevgi olduğunda içinde mutluluk ve huzur da oluyor. O mutluluğu ve huzuru gördükten sonra da istediğin tek şey o oluyor.
Tabii böyle dayımlara gitmemiz, veli olan amcamın hoşuna gitmemişti. Bize geldiğinde anneme, “Bu çocukları gönderiyorsun, orada kalmaları derslerini aksatmalarına yol açacak,” demiş. Annemin, “Onlar çalışıyorlar derslerini, ben de biliyorum,” diye cevap vermesi amcamın hoşuna gitmemişti. Çünkü annem babam gibi değildi. Amcama, yapılması gerekeni söylerdi biraz. Babam, yapılmasını gerekeni bildiği hâlde ‘küser gider,’ diye amcama sesini çıkarmazdı.
Amcam, tabii ki bizim iyiliğimizi istiyordu fakat bu iyilik konusunu aşmıştı. Bu artık bilinçli ya da bilinçsiz olarak sürekli bir kontrol etme olayıydı. Bu da beni sıkıyordu. Okulda alacağım notları sanki kendim için değil de amcam için aldığım düşüncesine kapılmıştım. Hâlbuki ben kendim için ders çalışmak ve iyi notları almak istiyordum çünkü sevdiğim dersleri çalışırken daha başarılı oluyordum. Amcamın, iyiliğimiz için bütün derslerde başarılı olmak zorundaymışız gibi davranması ister istermez bilinçaltına başarılı olma duygusunu yerleştirmişti. İşte başarı kelimesinin bir süre sonra insanı yorduğunun farkına vardım. Bu yükten de nasıl kurtulduğumu zamanı gelince anlatacağım.
İnsan yaşı ilerledikçe çocukken bilinçaltına yerleşen ama farkında olmadığı yükleri görüyor aslında. Önemli olan bunları fark edip şifalandırmaktır. İster insan kendisi yapsın ister yardım alsın ama mutlaka şifalandırmalıdır.
Ruhu özgürleştirmek ancak ruha yerleşen yüklerden kurtulmakla mümkün oluyor.
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.