Sevgili okuyucularım, iki ay aradan sonra anılarıma kaldığım yerde devam ediyorum. Büyüyüp ergenlik dönemine giren çocuğun bakış açısı değişmeye, genişlemeye başlıyor. Hâliyle sandıktaki anılara da artık farkındalıkla bakıyor. Bugün sandıkta bekleyen ortaokula başlama telaşı anısını serbest bırakıyor.
Okul hazırlıkları tamamlanmış ortaokula başlama zamanı gelmişti. Okula trenle gidecektim. İstasyon evimize 5-6 dakikalık yürüme mesafesindeydi. Trenle bir durak gittikten sonra inip 15-20 dakika kadar yürümek gerekiyordu. Aslında evden okula yürüme mesafesi bir saati bulurdu fakat oraya gidecek yol o yıllarda daha açılmamıştı. İşin sevindirici yanı okula giderken yalnız olmayacağımdı. İlkokuldan arkadaşım Derya ile birlikte gidip gelecektik, çok mutluydum. Derya çok sevdiğim bir arkadaşımdı, aynı zamanda sessiz ve uyumluydu. İkimiz de öğlenci olmuştuk.
Tren saatlerini biliyorduk. İlk gün neşeyle istasyona gittik fakat banliyö trenleri bir türlü gelmiyordu. Hiç yoktan bir yük treni geçip bizim bineceğimiz banliyö treninin zamanında gelmesini engelliyordu. Tabii biz bunu önceden bilemediğimiz için telaşlandık. Sonunda tren geldi ve hemen bindik. Göztepe İstasyonunda indikten sonra yürümemiz gereken daha 15 -20 dakikalık yol vardı. Okula yetişmek için koşmaya başladık. Derya biraz toplu olduğu için koşmakta zorluk çekiyordu. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Ona sürekli “Yavaş yavaş koş.” diyordum. Ben hızlı koştuğum için arkada kalıyordu ve yetişmesi için durup bekliyordum. Çünkü onu bırakmak istemiyordum. Derya benim arkadaşımdı ve okula beraber gitmek için çıkmıştık yola. Sınıflarımızın ayrı olmasına rağmen “Eğer geç kalacaksak beraber kalalım.” diye düşünüyordum.
Çocukluk dönemimizde babam ve annem bize dürüstlük ve paylaşımcı olmak konusunda her zaman yol gösterici oldular. Babam “İhtiyacı olan kişilere, arkadaşlarınıza yardım edin, onları asla yarı yolda bırakmayın.” derdi hep. Çünkü babam, kardeşlerinden olumsuzluk görmesine rağmen onları hiç bırakmadı. İhtiyaçları olduğu zaman hemen yardım ediyordu. Aslında insanın güvenebileceği bir arkadaşının olması çok önemli. Babam, dürüst olursak insanlara her zaman güven vereceğimizi öğütlerdi. Tabii ki çocuklukta güven konusu pek anlaşılır gelmese de ileri yaşlarda güvenin insanın hayatında ne kadar önemli olduğunu görüyorsunuz. Babam, “Eğer yerine getiremeyecekseniz arkadaşlarınıza söz vermeyin.” diyordu. O yüzden daha o yıllardan başlayarak tüm hayatım boyunca kimseye tutamayacağım sözler vermedim ve bunu hep dürüstçe söyledim. İşte, arkadaşım Derya’ya da “Beraber okula gideceğiz.” diye söz vermiştim. Bu yüzden okulun o ilk günü arkadaşım bana ne kadar “Sen git, derse geç kalma.” dese de ben onu bekledim. Sonucu ne olursa olsun, verdiğim sözden dönemezdim.
Evet, okulun ilk günü böyle heyecanlı başladı. Son anda yetişip okulun bahçe kapısından girdik. Bahçe çok büyüktü. İki bina vardı. Eski binada lise, nispeten yeni olan binada ise ortaokul öğrencileri okuyordu. Ablam bu okuldan mezun olduğu için önceden nasıl olduğunu aşağı yukarı biliyordum, kayıt döneminde de okulu gezmiş, en çok bu kocaman bahçeden etkilenmiştim. Hızlı adımlarla bahçeyi geçtik. Ana binanın kapısında birkaç öğretmen kıyafet kontrolü yapıyordu. Önce anlam veremedim buna. Zaten okulun istediği forma ve ayakkabıyı almış ve giymiştik, neyi kontrol ediyorlardı? Sonra öğrendim ki sadece formlara değil saçlara da bakıyorlar. Örülmemiş veya toplanmamış saçları olan öğrencileri daha kapıdan çeviriyorlardı. Biz sorunsuz öğrenciler olarak kapıdaki bu ilk sınavı başarıyla tamamladık. Derya ile çıkışta buluşmak üzere sözleştikten sonra ikimiz de sınıfımıza yöneldik.
Henüz kimseyi tanımıyordum ve sınıfın oturma düzeni ile ilgili bir bilgi verilmemişti. Bu yüzden orta sıralara oturdum. Yanıma oturan arkadaşla tanıştık önce. Bana sıcak geldi. Annesinin bizim okulda kimya öğretmeni olduğunu, bizim eve 10 dakika mesafede istasyona çok yakın bir yerde oturduklarını öğrendim. Birlikte okula gidip geleceğim bir arkadaş daha bulduğum için sevindim.
Her dersin hocasının farklı olacağını ablamdan biliyordum. İlk olarak tarih hocası geldi. Ben tarihi ve coğrafyayı seviyordum. Sonra sırasıyla edebiyat hocası, İngilizce hocası geldi. Dersler 45 dakikaydı. Gelen hocaları dikkatli dinliyordum. Hangi kitapların alınmasın gerektiğini not ettim. Çünkü benden önce ablam ve ağabeyimin kullandığı ortaöğretim kitapları vardı. Onlarla aynı kitap ise yenisini almayacaktık. Müfredat çok hızlı değişmediği için biz dört kardeş birbirimizin kitaplarını kullanabiliyorduk. Bu yüzden hiçbir kitabı atmıyorduk. Annem onları saklıyor, kime gerekiyorsa o kullanıyordu.
İlk günün heyecanını eve dönünce ailemle ve ikiz gibi büyüdüğüm erkek kardeşimle paylaştım. Erkek kardeşim ilkokul dördüncü sınıfa başlamıştı o yıl ama onun aynı sınıf, aynı öğretmen ve aynı arkadaşları olduğu için pek anlatacak bir şeyi yoktu. Servis ile gidip geliyordu ve servis de aynıydı. Benimse anlatacak çok şeyim vardı. Eve gelir gelmez ablam not ettiğim kitapların listesine baktı, annemin sakladığı uygun kitapları verdi. İngilizce dersi için ayrıca hikâye kitapları verdi. Ağabeyim de İngilizce kursuna gitmiş bu dili daha iyi öğrenebilmek için eğitim kasetleri de almıştı. Bana onları getirip “İngilizce konusunda bunlardan faydalanabilirsin.” dedi. Bütün bunlar beni daha çok heyecanlandırdı. Her şey ilkokuldan farklıydı, daha çok ders çalışmam gerektiğinin bilincindeydim. Fakat çok da mutluydum çünkü yeni bir okul, yeni arkadaşlar, yeni öğretmenler vardı. İlkokulda pek hoşlanmadığım öğretmenimden ayrılmıştım ama yakın olduğum arkadaşlarımla tabii ki görüşüyordum.
Yeni bir okul olmasına rağmen herhangi bir endişe ve korkum olmadı. Çünkü ortama uyum sağlamak konusunda hiçbir zaman sorun çıkarmazdım. Yalnız bir insanı ilk gördüğümde ister öğretmen olsun ister sınıftaki arkadaş; kalbimde eğer olumsuzluk hissediyorsam biraz uzak dururdum. Bunun dışında öğretmenden hoşlanmasam bile dinlemezlik etmez, dersi derste öğrenmeyi tercih eder ödevleri zamanında yapardım.
Bu arada okulun hem basketbol hem de voleybol takımı vardı. Ben basketbol takımına yazılmak istiyordum. Basketbol oynamayı çok seviyordum. Evde bunu anlatınca ortanca amcam her zamanki gibi “İyi ama derslerini aksatmayacaksın.” dedi. Amcam için derslerde başarılı olmak her şeyden önde geliyordu. Tabii o da bizim iyi bir okul bitirip başarılı işlerde çalışmamızı istiyordu, bunu ileri yaşlarda anladık.
Bazen insanlar “Ailem bana şu maddi mirası bıraktı.” derler. Aslında ailenin en önemli mirası manevi olarak ahlaklı, erdemli ve dünyaya faydalı işler yapacak bir çocuk yetiştirmektir.
Çocukluktan alınan ahlak değerleri ileri yaşlarda da bozulmadan sürer.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.