Anılara üç hafta aradan sonra kaldığım yerde devam ediyorum. Her anı yazımda belirttiğim gibi geçmişe gitmek ve o günleri yazmak beni mutlu ediyor. Bazı insanlar başkalarının ruhlarını ve mutluluğunu her zaman kendinden önce düşünür hayatını da ona göre yaşar veya ona göre yazılar yazar. Oysa insan önce kendisi için yapmalı her ne yapıyorsa. Anılarımı yazmaktan mutlu oluyorum. Çünkü çocukluk dönemimdeki duygular yeniden canlanıyor ve her defasında farklı sezişler uyandırıyor bende yaşananların izleri. Sandık orada duruyor işte ve açılma vaktinin geldiğini çok iyi biliyor. O zaman açalım ve bize sunduğu anıya kulak verelim.
İlkokul beşinci sınıfa devam ederken ister istemez bulaşıcı hastalıklarla da boğuştum. Tabii okulda bir kişi hasta olduğunda diğerlerinin yakalanmaması mümkün olmuyor. Ben de kaçamadım. Suçiçeği, kızıl ve kızamığı önceki yıllarda geçirmiştim. Bu sefer kabakulağa yakalandım. Fakat bu bulaşıcı hastalığı aldığımın farkında olmadan okula gidip geliyordum. Sadece hâlsizlik ve yorgunluk hissediyordum, özellikle beden eğitimi dersinde ve atletizm yarışmalarına hazırlık antrenmanlarında. Tabii vücudumun herhangi bir yerinde başka bir şey hissetmediğim için bu bana normal geliyordu. Ayrıca da öyle bir yerim ağrıdığı veya hasta olduğum zaman aileme söylemezdim. Ancak hastalık annemin fark edeceği şiddete ulaştığı ve gerçekten artık yatacak durumda olduğum zaman söylerdim. Kolay kolay hastalanmazdım fakat hastalandığımda da biraz ağır geçirirdim. Annem bunu bildiği için “Hastayım,” dediğimde durumun gerçekten çok ciddi olduğunu hemen anlardı.
Beden eğitimi dersinden sonra sınıfa gelmiştim. Derse devam ediyorduk. Kendimi çok yorgun hissettiğim için dersi gereken ilgi ve dikkatle takip edemiyordum. Aynı zamanda başım ağrıyordu. Öğretmen de beni iyi görmemiş olacak ki “Neyin var?” diye sordu. İlk defa “Başım ağrıyor,” dedim. Öğretmenim yanıma geldi, ateşime baktı ve “Ateşin var. Eve gitmen gerek,” dedi. Öğlene kadar bekleyebileceğimi söyledim. Zaten son bir ders kalmıştı. Teneffüse çıkmadım oturduğum sıradan da hiç kalkmadım, kalkamadım. Çok iyi anlaştığım arkadaşım Sefa da çıkmayıp yanımda oturdu. Beni yalnız bırakmadı.
O gün okul bitip de eve döndüğümde annem beni görür görmez anladı. “Ne oldu, hasta mısın?” diye sordu. Anlattım olan biteni. Ateşimi ölçtü. Yüksek çıkınca “Hemen doktora götürmemiz gerekiyor,” dedi. Çok hastalanmadıkça doktora giden biri olmadım ne çocukluğumda ne yetişkinliğimde. Annem babama telefon edip durumu anlattı. Ortanca amcam geldi. Devamlı gittiğimiz daha ablamın bebekliğinden beri bizleri tanıyan doktora götürdüler beni. Doktor muayene ettikten sonra kabakulak olduğumu, iki hafta okula gidemeyeceğimi söyledi. Bunu duymak beni üzdü. Hem derslerden geri kalacaktım hem de atletizm antrenmanlarından. Gerçi okul açıldığında bu sene atletizm yarışları için o kadar da istekli olmadığımı hissetmiştim ama anlamlandıramamıştım.
Evde olduğum o iki haftayı yatmadan, kelimenin tam anlamıyla ayakta geçirdim. Bu arada yemekten içmekten iyice uzaklaştım, zaten iştahlı bir çocuk olmadığım için annemi biraz uğraştırdım istemeden de olsa. İki hafta boyunca kardeşim sınıf öğretmenimden ödevleri alıp getiriyordu, evde çalışıyordum. Annem biraz dinlememi istiyordu ama ben onu pek dinlemiyordum. Çünkü kendimi iyi hissediyordum. Bu arada ağabeyim ve kardeşim kabakulak olmadıkları için hastalık onlara bulaşmasın diye mümkün olduğu kadar uzak duruyordum. Çünkü kızamık ve suçiçeği olduğumda hemen iki gün sonra kardeşime de bulaşmıştı. Neyse ki bu sefer öyle olmadı.
İki hafta sonra okula tekrar dönmek benim için çok büyük bir sevinçti. Çünkü özlediğim arkadaşlarım vardı. Onlarla beraber olmak, dersi sınıfta öğrenmek hep bana daha iyi geliyordu. Tabii beden eğitimi dersini de özlemiştim.
Artık ilk dönemin karne alma zamanı geldi. Önümüzde on beş günlük tatil vardı. Bu süreyi yıl sonunda gireceğim sınavlara hazırlanmak için bol bol test çözüp gezerek geçirmeyi planlamıştım. Planımın ikinci kısmını tam olarak gerçekleştirdiğimi söyleyemem. Çünkü Almanya’dan halam ve kuzenlerim gelmişti, ev kalabalıktı. Bu yüzden annem bizi yeteri kadar dışarı çıkarıp gezdiremedi. Halamlar bizde kaldığı için akşamları iki amcam da aileleriyle birlikte geliyordu. Hep beraber yemek yiyorduk. Bir arada olmak tabii güzeldi fakat annem sürekli yemek yapıyor, dışarıda alışverişe koşturuyor ve ev temizliyordu. Dolayısıyla bu on beş günlük tatilde bize yeteri kadar vakit ayıramamıştı. Halam amcamlarda kalmıyordu, amcamlar da halamı kendilerinde kalmaya çağırmadıkları gibi hep bize geliyorlardı. Zaten babam da bu durumdan çok mutluydu. Babamın yüzüne bakınca bütün ailenin toplanmasından duyduğu mutluluk hemen anlaşılıyordu. Halamın bizde kaldığı iki hafta boyunca hiç iş yapmadığını fark ettim. Gündüz çocuklarını alıp dışarı gidiyordu. Evde kaldıklarındaysa anneme yardım etmiyorlardı. Anneme ben yardım ediyordum ve okuldan döndüğünde ablam da yardım ediyordu.
O günlerin içimde bıraktığı izlere bakıyorum şimdi. Babamın ve tabii ki annemin de başkaları üzülmesin, ayıp olmasın diye sessizliği tercih ederek manevi haklarını koruyamadıklarını görüyorum. Amcalarım, halamı evlerinde ağırlamak konusunda babam kadar özveride bulunmamışlardı, babam da ortanca amcamın evi daha elverişli olmasına rağmen bir şey söylememişti. Annemin ne kadar yorulduğunu ve bizimle bu on beş günlük tatilde vakit geçiremediğini gördüğü hâlde bu konuda amcamlara tek kelime dahi etmemişti. Kardeşlerine çok düşkündü çünkü. Onları kırmamak, kaybetmemek için yapmayacağı yoktu. Buna ailesinden fedakârlık etmek de dâhildi ve büyüdükçe bu fedakârlığı daha açık olarak görmeye başlamıştım. Sessizliği tercih edişinin nedeni bu kaybetme korkusuydu işte. Dediğim gibi annemin de babamdan farkı yoktu sessizlik konusunda. Onca yorgunluğa katlanıyordu da ayıp olmasın diye bir şey demiyordu. Halamın senede yalnızca iki kez geliyor olması da sessiz kalmalarında etkiliydi. Ama amcalarım hep kendilerini düşündükleri için hâllerinden memnunlardı. Aslında her zaman bir arada olmalarına karşın ailede yardımlaşma olmadığını görüyordum.
Derler ya “Kardeş kardeşe benzemez.” Öyleydi işte babam ve kardeşleri. Biz kardeşler arasında ise tabii ki böyle şeyler yoktu. Paylaşım konusunda dört kardeş birbirimize benzerdik. Ama hastalanma konusuna gelince ben daha dayanıklıydım. Kolay kolay hasta olmaz, olduğumda söylemez, söylesem de hiç şikâyet etmezdim. Hastaysam eğer hiç sesimi çıkarmadan yatardım. Annem onu yormadığım için bir yandan sevinirdi bir yandan da çok hasta olmadıkça yatmadığımı, bir yerim ağrısa bile söylemediğimi bildiği için endişelenirdi. Öyleydim, çocukluğumdan beri şikâyeti sevmezdim. Aileme naz yapmazdım. Hâlâ da öyleyim.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.