Anılar… İnsanın içindeki ağır ya da hafif yükler… Paylaştıkça iyileştiriyor, dönüştürüyor, hafifletiyor. Artık biliyorsunuz, çocuk on beş günde bir sandığın başına geçip sırayla ve özenle yerleştirdiği anılarından birini gün ışığıyla buluşturuyor. Henüz ilkokul beşinci sınıfta. İşte yine orada; sandığın başında. Bakalım bugün neler anlatacak?
Okula nasıl gideceğimiz sorunu, annemin başka servislerin ücretlerini sormadan direkt indirim yapmayan, aynı mahallede oturduğumuz ve eşini de tanıdığımız kişide karar kılmasıyla son bulmuştu. Okulun ilk günü sabah gelip evimizin önünden kardeşimle beni aldı servis ve hiç yabancılık çekmedik.
Yol boyunca heyecanıma engel olamıyordum. Arkadaşlarımla buluşacaktım. Ayrıca benim için çok önemli bir yıldı çünkü mezun olacaktım, ardından ortaöğretime başlayacaktım ve iyi bir okula gitmek için bu yıl derslerime daha çok çalışmam gerekiyordu. Bir yandan da atletizm seçmelerine katılmayı çok istiyordum. O yüzden benim için yoğun bir yıl olacağını daha okulun ilk gününden biliyordum.
Okulun kapısından girer girmez arkadaşlarımı görmek beni çok mutlu etti. Bayrak töreninden sonra sınıflarımıza dağıldık. Yazın yaptıklarımızı birbirimize anlatırken öğretmenimiz girdi sınıfa. Her yılın ilk dersinde olduğu gibi öğretmenimiz hepimize tek tek söz vererek tatilimizin nasıl geçtiğini sordu. Bir arkadaşımızın anlattıkları bana çok ilginç geldi. Tatilini, köyde yaşayan amcasının yanında geçirmişti. Koyunlardan, ineklerden, tavuklardan ve onlara nasıl bakıldığından söz etti. Amcasının, inek ve koyundan süt sağmayı, sebze ve meyve ekmeyi öğrendiğini, birlikte tarlaya gittiklerini ve amcasına yardım ettiğini anlattı.
Dinlediklerim öyle hoşuma gitti ki birden ayağa kalkıp “Çok güzel bir tatil geçirmişsin.” dedim. Öğretmenim, “Niye çok güzel dedin? Diğer arkadaşların için neden bunu söylemedin?” diye sordu. Ben de “Diğer arkadaşlarım ve ben aynı şeyleri yapmışız; denize gitmek, sokakta oyun oynamak, şehir içinde gezmeye gitmek, evde oturmak, kitap okumak. Fakat Sefa arkadaşım köye gitmiş, köyde nasıl yaşadığını anlattı. Ben birinci sınıftan beri radyoda okul piyeslerini dinliyorum. Köy hayatını anlatan piyesleri dinlemek çok hoşuma gider, çok severim.” dedim. Öğretmenim ailemden, akrabalarımdan köyde yaşayanlar olup olmadığını sordu. “Yok,” dedim, “Anneannem, dedem, teyzem ve dayım Malatya’da şehir merkezinde yaşıyorlar. Babaannem ve dedem biraz olsun bu hayatı yaşıyorlarmış ama öldükleri için oraya gitmiyorum.” Bunun üzerine öğretmenimiz bizi bir hafta sonu İstanbul’a yakın bir köye gezmeye götürebileceğini söyledi. Çok mutlu oldum ve o hafta sonunun bir an önce gelmesini istedim.
Bu konuşmalardan sonra derse geçtik. Teneffüste arkadaşım, “Bir daha tatilde amcamın yanına gittiğimde sen de gelmek ister misin?” diye sordu. “Gerçekten mi?” dedim ve “Evet.” yanıtını alınca çok mutlu oldum. Teneffüs boyunca köydeki tatilinin detaylarını anlattı. Bazı arkadaşlarım “Haydi, gel oyun oynayalım.” diyordu ama ben can kulağıyla arkadaşımın köy anılarını dinliyordum.
Evet, bana ilginç gelmişti anlattıkları çünkü İstanbul’da tatilini geçiren herkes aynı şeyleri yaparken o doğanın içinde zaman geçirmişti, amcası ona köy hayatını öğretmişti. Bir de anlattıkları bana babaannemin evini hatırlatmıştı. Babaannem bulgur kaynatıp evin damına sererdi, dört yaşındaydım, kuşlar yemesin ya da zarar vermesin diye beni damda bulgurun başında oturturdu. Merdivenle dama çıkmak beni çok mutlu ederdi. O yüzden keyifle dinliyordum şimdi arkadaşımın anlattıklarını.
Okulun ilk günü böyle güzel geçmişti işte. Dönüş yolunda kardeşime arkadaşımın tatilini anlattım, beni dinledi ama öylesine. Çünkü o sırada servisteki diğer arkadaşlarıyla yaptıkları futbol maçını konuşmakla meşguldü. Bu, çocukluğumdan beri en rahatsız olduğum şeydir. Eğer birisi ben anlatırken canı gönülden dinlemiyorsa, o konu hakkında düşüncelerini söylemiyorsa, başında savıyorsa bir daha anlatmam çünkü bir saygısızlık olarak görürüm. Babam bize öyle öğretti. “Birisi konuşurken sözünü hiç kesmeyin, konuşması bittikten sonra konuşun. Kim olursa olsun birisi size bir şey anlatıyorsa dinleyin.” derdi. Ailede mesela, iki amcam da genellikle babam konuşurken sözünün bitmesini beklemeden hemen araya girer kendilerini bir konu üzerine haklı çıkarmaya çalışırlardı. Babam da “Daha benim sözüm bitmeden yorum yapmanız yanlış fikir yürütmenize sebep oluyor.” derdi.
Eve gidince anneme arkadaşımın köyde geçirdiği tatilini ve gelecek yaz için beni davet ettiğini anlattım. Annem, “Yaz olsun o zaman bakarız.” dedi. “Bakarız” demek, kesin olarak söz vermediği anlamına geliyordu. Çünkü kesin olduğunu söylese benim kendimi buna hazırlayacağımı biliyordu. Babam ve annem bize her zaman dürüst olmamızı ve verdiğimiz sözleri yerine getirmemizi öğütlemiş, “Sözleri yerine getirmezseniz arkadaşlarınız size güvenmez.” demiştir. Onun için annem tam söz vermeyince ertesi gün arkadaşıma “Geleceğim.” demedim.
Tabii arkadaşımın tatilinden söz edince annem kendi çocukluğunu, köyde yaşayan amcasını ziyarete gidişlerini, anneannemin köy hayatını sevmediğini ama kendisinin hoşuna gittiğini, amcası ve yengesiyle bahçeye gidip onlara yardım etmekten mutlu olduğunu anlattı bana. Annem, çocukken şehir merkezinde bahçe içindeki evlerinde bir köpeği ve kedisi olduğunu, nereye giderse gitsin köpeğinin hiç yanından ayrılmadığını da anlattı. Çok sevdiği kedisi ise bir sabah kaybolmuş, bir türlü bulamamışlar ve çok üzülmüş. Annemin anılarını dikkatle dinliyordum, bir zamanlar onun da çocuk olduğunu bilmek, dinlemek hoşuma gidiyordu. Arkadaşım Sefa ertesi gün okula köy ekmeği getirdi. Bana da ikram etti ama yemeyip eve götürdüm, ailemle paylaşmak için. Çünkü babam bize, “Aldığınız şey bir tane de olsa ya da size bir şey verilirse mutlaka paylaşın.” derdi.
Çocukken aileden ne görürsen onunla büyüyorsun. Görgü, ahlak değerleri; hepsi çocukken kazanılıyor ve insan büyüdükçe eksiklerinin farkına varırsa kendisi tamamlıyor.
Hep söylüyorum, çocuklar aslında ne istediklerini, kendilerini neyin mutlu edeceğini biliyorlar. Bu yüzden de başkasına aldırış etmeden mutlu olacakları şeyleri yapmak istiyorlar. Fakat ileri yaşlarda insanlar kendi istediklerini değil başkalarının mutlu olacağı şeyleri yapmaya başlıyor. Bir de “Başkaları ne der? Yaptıklarım garipsenir mi?” diye mutlu olacakları şeylerden vazgeçiyorlar.
Hangi yaşta ve koşulda olursa olsun insan çocukluğunda kendisini mutlu eden şeylerle ileri yaşlarında da mutlu oluyorsa bundan başkaları için vazgeçmemelidir.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.