ÇOCUĞUN KAFASINI KARIŞTIRAN DAVRANIŞLAR

Yine anılara geldik. İki haftalık kısa aralıklarla olmasına rağmen anılarımı yazmayı özlüyorum. Yazarken beni yeniden o yıllara götürüp özlediğim insanları tek tek gözümde canlandırmasını seviyorum. Şimdi bakalım ilkokul beşinci sınıfa giden çocuk sandıktan bu hafta hangi anıyı çıkarıp serbest bırakacak?

Daha önce söylediğim gibi benim için çok önemli bir yıldı. İlkokul bitiyordu ve ortaöğretimi hangi okulda okuyacağımı belirleyecek önemli bir sınava girecektim. Bir yandan sınava hazırlanıyor diğer yandan derslerime ciddi bir şekilde çalışıyordum. Benim için ders çalışmak, öğretmenin verdiği ödevleri yapmak daha doğrusu sorumluğumu bilip yapmam gerekeni yapmaktı. Ödevlerim bitmeden veya testlerimi çözmeden herhangi bir konu ile meşgul olmazdım. Örneğin sporu çok sevmeme rağmen önce derslerim gelirdi.

Önceki anılarımda bahsettiğim gibi ortanca amcam bizim derslerimizde başarılı olmamız ve okulu iyi derece bitirmemiz için hep baskı yapardı. Amcam bize her gelişinde ki bu haftanın dört günü demekti, boş oturduğumu görürse “Derslerin bitti mi?” diye sorardı. Tabii ki bu baskı hiç hoşuma gitmiyordu. Onun sürekli kontrol etmesi ve sanki derslerimi yapmıyormuşum gibi davranması yüzünden kendimi bir bakıma suçlu hissetmeye, ‘Acaba bu test çözme ve ders çalışma meselesini amcamın istediği şekilde yapamıyor muyum, çalışmam yetersiz mi?’ diye düşünmeye başlamıştım.

Tabii çocuk aklımla amcamın başarılı olmamız konusundaki ısrarının ve başarı hırsının nereden geldiğini bilmiyordum, çözemiyordum. Yaş ilerledikçe bunun neden kaynaklandığını buldum. Onu da günü geldiğinde anlatırım. Bu arada amcamın bize derslerimiz konusunda müdahale ederken öfke ile söylemesi bana çok ters geliyordu. En çok da babamın hiçbir şekilde amcamın öfkesine müdahale etmemesine şaşırıyordum. Babamın bu tavrı nedeniyle amcamın haklı olduğu kanaatine varıyordum, ‘Demek ki ben hata yapmışım.’ diye düşünüyordum.

Bu olayı sorduğumda annem, “Amcanız sizin iyiliğinizi istiyor.” demişti. Tamam, iyiliğimiz içindi fakat bunu söylerken sesini yükseltmesi, kızarak ve öfke söylemesi beni üzüyordu. Daha o yaşta babamı ve iki amcamı kıyaslıyordum. Çünkü babam sakin konuşur, ne diyecekse kırıcı olmadan söylerdi, amcalarım gibi değildi. Ortanca amcamın bize bu denli karışmasını da çocuğu olmadığı için velimiz olmasına bağlardı. Neticede amcamın velimiz olmasına babam müsaade etmişti. Fakat bunu yaparken amcamın bazı hatalı davranışlarını göz ardı etmesinin nedenini kavrayamıyordum. Tabii babamı ileri zamanlarda anladım. Kardeşlerine çok düşkün olduğu ve onları çok sevdiği için amcalarımın bazı davranışlarını hata olarak görmüyordu. Örneğin ortanca amcamın öfkeli konuşması ve sürekli ders çalışmamız, başarılı olmamız konusunda baskı uygulamasını “bizim iyiliğimiz için” diye yorumluyordu. Biraz daha büyüdüğümde ise amcalarıma bu kadar tolerans gösterdiği için zaman zaman ‘Babam bizi amcalarımdan daha mı az seviyor?’ düşüncesine kapıldığım da oldu.

Bunları yaşarken okula devam ediyorum. Sınıf öğretmenimiz, biz ikinci sınıftayken gelmişti. Fakat ilk geldiğinde bende bıraktığı izlenim olumsuzdu, öğretirken sert bir üslubu vardı. Aradan üç yıl geçmesine karşın tarzı değişmeden devam ediyordu. Bir gün ders anlatırken arada sorular da soruyordu bize. Beni kaldırdı, iklimle ilgili bir soru sordu ve istediği cevabı veremedim. Öğretmenim alaycı bir üslupla “İlkokul birinci sınıftaki çocuğa sorsam daha doğru cevap verir.” anlamına gelecek bir şeyler söyledi. Üzgün bir şekilde oturdum. Teneffüs olunca yaşadığım üzüntüyü paylaşmak için kardeşimin sınıfına gittim, arkadaşlarıyla koşturup oynuyordu, keyfini kaçırmamak için seslenmedim. Bahçeye çıktım, sessizce bir köşede otururken sınıf arkadaşım Sefa yanıma geldi. Sefa’yı anlatmıştım size, tatilini köyde geçiren arkadaşım. Bana “Üzülme.” dedi. Soruyu bilmediğime değil, öğretmenin herkesin içinde alaycı konuşmasına üzüldüğümü söyledim. Sefa beni teselli edecek şeyler söyledi, onun bu davranışı, üzüntümü paylaşması beni mutlu etti. Ben tıpkı yemekler gibi arkadaşlıkta da seçiciydim. Sınıfta herkesle arkadaşlık yapmak yerine bana uygun olanları seçiyordum. İşte Sefa da benim için uygun bir arkadaştı. Beni anlıyordu.

İnsan çocukken bazı şeyleri anlamlandıramıyor ancak büyüdüğünde olaylar arasında neden sonuç ilişkisi kurabiliyor ve taşlar yerine oturuyor. Çocukken amcamın bize bu kadar karışmasına izin verdiği için zaman zaman suçladığım babamın, neden böyle davrandığını çok sonraları çözdüm. Çünkü kardeşini çok seviyordu. Elbette bizi de çok seviyordu fakat bizim kendisine küsmeyeceğimizi biliyordu. Bu yüzden de amcamı küstürmemek, kaybetmemek için onca yıl ses çıkarmamıştı. Babamın kaybetme korkusu olduğunu böylece fark ettim. Bu korku ile iki amcama hiçbir şekilde olumsuz bir şey söyleyemiyordu. Sanırım hayattaki en önemli şey insanın kendisini tanıması, “Neden böyle davranıyorum?” diye kendini keşfetmesidir. Zaten bunu çözdüğü zaman hem ailesi hem de diğer insanlarla daha sağlıklı olarak iletişimde bulunur.

Aynı şekilde çocuk kendisiyle ilgili bir farkındalık geliştirmişse arkadaşlıklarında da seçici oluyor ve çocukluktaki öz değişmeden ilerleyen yaşlarında da devam ediyor. Çünkü insanın kendini bilmesi çok önemlidir.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com

 

Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir