RUHUN MUTLULUĞU

Anılarımı yazmaya kaldığım yerde devam ediyorum…

Çocuk büyüdükçe kendisiyle ilgili konularda karar almak, yaşayıp görmek isteği de artmaya başladı. İşte yine sandık başına geçiyor, kilidin içinde anahtarı çevirip bir anıyı daha serbest bırakıyor. O yaz verdiği kararlar ona neler öğretmiş, gelin birlikte bakalım.

Dördüncü sınıfı bitirip de yaz tatiline girdiğimizden ve bayramda denize gittiğimizden bahsetmiştim. O yaz tatilinde benim için önemli bir şey de ilk defa oruç tutmam oldu. Ailede büyükler genellikle oruç tutardı; babam, annem, amcalarım, yengelerim… Biz kardeşlere gelince ablam arada tutardı, ağabeyim ise sağlık sorunları nedeniyle tutmazdı, kardeşim zaten küçüktü. Ben de ilk kez o yaz oruç tutmaya karar verdim.

Orucun nasıl ve ne amaçla tutulduğuna dair bilgileri ailemden öğrenmiştim. Kararımı, bunları bilerek verdim ve anneme oruç tutacağımı söyledim. Annem, günler uzun olduğu için iftarın geç saate olacağını ve bütün gün aç, susuz kalacağımı hatırlatıp “Oyun oynarken veya bana yardım ederken susuzluğa dayanabilir misin?” dedi. Benim çok su içtiğimi, yemekten çok suya düşkün olduğumu biliyordu. “Oyun,” derken de arkadaşlarla futbol ve basketbol maçı yapmamdan söz ediyordu. Maçlardan sonra nasıl da susamış hâlde eve geldiğimi iyi biliyordu. Bu konuda kendime güvendiğim için “Tutarım, gerekirse oynamam.” dedim.

Ramazan’da en çok hoşuma giden şeylerden bir de gece sahura kalkmak oldu. Annem sofrayı hazırlarken ben de yardım ediyordum. Gecenin o saatinde hazırlanmış sofrada annem ve babamla birlikte olmak, arada ablamın da bize katılması benim için bir başka duygu içeriyordu. Sahurun, gecenin belli saatlerinde olduğunu, istediğimiz saatte kalkmadığımızı annem baştan söylemişti. Bir de tabii ki günü daha rahatlıkla geçireceğimiz, bizi uzun süre tok tutacak yiyecekler hazırlıyordu annem. Sahurdan sonra tekrar uyuyabileceğimizi ve sabah erken kalkmanın gerek olmadığını hatırlatmış, “Günler uzun, acıkmamak ve susamamak için daha geç kalkabilirsin.” demişti. Fakat sabah hep erken kalkıyordum. Bu, okulda sabahçı olduğum zamanlardan kalma bir alışkanlıktı.

Oruç tuttuğum ilk günü evde kitap okuyarak ve gelecek yıla hazırlık için test çözerek geçirdim, dışarı çıkıp oyun oynamadım. Kardeşim tek başına gidip oynadı. Birkaç gün böyle geçtikten sonra artık dayanamadım, kardeşimle birlikte dışarı çıkıp arkadaşlarla futbol maçına katıldım. Ben kalede durmak istedim, daha az terleyeceğim için susama olasılığım azalacaktı. Bu bakımdan iyi oluyordu fakat birkaç gün içinde kaledeki hareketsizlik bana sıkıcı gelmeye başladı. Zaten sıkıldığım bir yerde olmak ve bir şey yapmak istemem. Bu yüzden kaleyi bırakıp takımla oyuna dâhil oldum, bayağı koştum. Tabii hava da sıcak… Hiç unutmam, o gün öyle çok susadım ki neredeyse bahçedeki çeşmeyi açıp içecektim. Eve dönünce annem kıpkırmızı suratımı gördü, “Çok mu susadın?” dedi. Öyle bir “Evet,” yanıtı verdim ki annem telaşlandı çünkü acıksam bile “Acıktım,” demeyeceğimi bilirdi. Hemen gidip yüzümü birkaç kere yıkamamı söyledi, “Ağzına su kaçmasın,” diye de tembihledi. Dediğini yaptım ama o suyu içmemek için de kendimi zor tuttum.

Günün kalanında benim için zaman geçmek bilmedi, sürekli saati sorup “Ne zaman oruç açacağız?” diyordum. Nihayet iftar saati geldi. Ezan okunur okunmaz, annemin her zamanki gibi özenle hazırladığı sofrada yine özenle hazırladığı yemekleri yemek yerine durmadan su içtim. Babam, “Bu kadar su içersen başka bir şey yiyemezsin.” dese de gözüm sudan başka bir şeyi görmüyordu, “Hiçbir şey yemek istemiyorum.” dedim. Babam, “Tabii oruçluyken bu kadar hareket edersen böyle olur. Artık seni susatan oyunlar oynamayacaksın.” dedi ve anneme “Neden izin verdin?” diye sitem etti. Annem, tüm ısrarına rağmen kendisini dinlemediğimi, benim karar verip uygulamak istediğimi söyledi. Evet, bu benim kararımdı ama sonucunun böyle olacağını tahmin etmemiştim. Ertesi gün beni susatacak oyunlardan vazgeçtim. Sadece arada kalede durmak şartı ile oyuna katılıyordum. Bu da beni yormuyordu ve susatmıyordu.

Kendi verdiğim kararla yaşadığım olumsuzluğu görmem benim için iyi olmuştu. Oysa annem daha en başında doğrusunu gösterip karşılaşabileceğim olumsuzlukları anlatmıştı. Eğer annemi dinleseydim bunları yaşamayacaktım ama o zaman da istediğim şeyi yapamayacaktım, içimde kalacaktı, mutlu olamayacaktım. Yaşayıp görmek istedim. Kendi mutluluğum için annemi dinlemedim. Mutlu da oldum. Evet, o anda susamak beni fiziksel olarak yormuştu belki ama ruhum mutlu olmuştu. Kendi ruhumun mutluluğu için ailem de olsa başkasının kararıyla hareket etmeyi hiçbir zaman istemedim. İleri yaşlarda ruhun mutluluğunun ne kadar önemli olduğunu daha iyi anladım ve ruhumun mutluluğunun beni ne kadar özgürleştirdiğini de.

Ramazan’da beni mutlu eden şeylerden biri de iftar davetleriydi. Diğer zamanlarda da yemeğe akrabalar, amcalarım gelirdi fakat iftar sofrasında hep birlikte oturmak ve o saati beklemek başka bir mutluluktu. O saate sıcak sıcak yetiştirilen yemekler ve babamın işte gelirken aldığı sıcacık pide başka bir mutluluktu. Ayrıca amcamlarla birlikte orucumuzu açıp yemek boyunca keyifli konuşmalar yapmak o andaki mutluluğumu daha çok artırıyordu.

O yıl oruç tutarken evde daha çok vakit geçirmem aynı zamanda daha çok kanaviçe yapmama neden oldu. Çeşitli modeller işliyordum. Bu da ruhuma çok iyi geliyordu. Kendim istediğim için yapıyordum, annemin zoru ya da söylemesi ile değil. Ne zaman sıkılırsam o zaman işlemeyi bırakıyordum. Ruhumun sevdiği şeyleri yaparken sıkılmıyordum ama benim sevmediğim, başkasının isteği veya zoru ile yapılan işleri bir süre yapıp bırakıyordum. Çünkü mutlu olmuyordum.

Çocuk kendi ruhunun ne ile mutlu olduğunu bilip onu özgürce yapabilmelidir ve aile bunun için onu serbest bırakmalıdır. Ailelerin en büyük hatalarından biri de kendi doğrularını ve kendi yaşadıkları tecrübeleri çocuğa baskıyla dayatmalarıdır. Aslında çocuğu düşünüp ona zarar gelmesin diye, koruma güdüsüyle yapıyorlar bunu fakat çocuk açısından durum hiç de öyle değil. Bir kere çocuk kendi uygulayacağı kararı alamadığı için mutsuz oluyor. İkincisi de sonucu ister olumlu ister olumsuz olsun yaşayacağı bir olayda tecrübe edinememiş oluyor. Kendi kararının veya isteklerinin sonuçlarına katlanmayı öğrenemiyor. İleri yaşlarda ise yapamadığı, içinde ukde kalan şeyler için ailesini suçlamaya başlıyor.

Ailenin baskıcı ve otoriter olması çocuğun özgüven ile büyümemesine neden oluyor. İleri yaşlarda bu özgüven eksikliği yüzünden iş hayatında, sosyal veya özel hayatında alacağı kararları ya da yapmak istediklerini sürekli birilerine danışmak ve onların söylediklerini uygulamak zorunda kalıyor. Sonra da ruhunun mutsuz olduğunun farkına varıyor. Çünkü başkasının ruhunun istediği doğrultuda yaşamış oluyor.

Yetişkin bireylerin özgüvenli olup olmamalarının temelinde nasıl bir çocukluk yaşadıkları yatıyor.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir