ÇOCUĞA YANLIŞ GELEN BAZI ŞEYLER

Sandık her zamanki yerindeydi, yeniden açılacağı anı bekliyordu. Aradan iki hafta geçmiş, ilkokul beşinci sınıfa başlamaya hazırlanan çocuk sandığın yanına gelmiş, kapağını açmaya başlamıştı. İçindeki yükler bir bir gün yüzüne çıktıkça sanki o da hafifliyor, nefes alıyordu.

Yaz tatili bitmiş ve okulun başlamasına birkaç gün kalmıştı. Evde, her eylül ayında olduğu gibi okul öncesi hazırlıklar yapılıyordu; eskimiş önlüklerin yerine yenilerinin, okul için gerekli olan gereçlerin, kitapların alınması… Bense bu hazırlıktan çok arkadaşlarımla yeniden buluşacağım ve en çok sevdiğim beden eğitimi dersinde önceki yıllardaki gibi bir spor dalına yazılıp müsabakalara hazırlanacağım için mutlu ve heyecanlıydım. Kardeşim hastalığı nedeniyle bir yıl okula gidemediği için üçüncü sınıfa devam edecekti. Ağabeyim ortaokul son sınıfa, ablam ise üniversite üçüncü sınıfa başlıyordu. Büyüdükçe ablam ve ağabeyimle aramızdaki yaş farkını ve bunun paylaşımlarımızı bir ölçüde sınırladığını daha iyi anlamaya başladım. Fakat kardeşimle öyle değildi, yaşlarımız yakın olduğu için çok daha ortak paylaşımlarımız oluyordu. Kardeşim yaşadığı bir sorunda veya aklını meşgul eden konularda düşüncelerimi alıyordu. Aramızda bir yaş olması ve belki ikiz gibi büyümemiz birbirimizi daha çok anlamamızı sağlıyordu.

Annem ve babam, sabahçı olduğumuz o yıl yine okula servisle gidip gelmemize karar verdiler. Servis yapan kişi bizimle aynı mahallede oturuyordu, önceki yıl da onun servisiyle okula gitmiştik. Eşi hemşireydi, bizim evde kim hastalanıp da iğneye ihtiyacı olsa o gelir yapardı. Arada böyle bir tanışıklık olunca okulun başlamasına bir iki gün kala annem beni de yanına aldı, servis ücretini görüşmek için evlerine gittik. Fiyat beklediğinin üstündeydi, “Tek değil iki çocuk var,” diyerek biraz indirim istedi annem, adam “Yok,” deyince de daha fazla ısrar etmedi, oradan ayrıldık. Eve dönerken anneme neden indirim istediğini sordum, başka servislerden de fiyat alacağını, indirim yapıp yapmamasına göre karar vereceğini söyledi. “Bizim paramız var, geçen sene de servisle gittik,” dedim. Annemin indirim istemesi bana tuhaf gelmişti, sanki bizim paramız yokmuş da istediği ücreti ödemeyecekmişiz gibi düşündüm ve utandım. Çünkü o yaşa kadar birisinden bir şey istememiştim.

Eve gider gitmez kardeşimle paylaştım bu olayı, “Annem babama söyleyecek, pahalı gelirse belki bu sene servisle gitmeyeceğiz,” dedim. İkimiz de çok sevindik çünkü eskiden, annemin bizi getirip götürdüğü zamanlarda, daha mutluyduk. Okul çıkışlarında arkadaşlarımızla konuşarak yürüyor, yol boyunca kitapçılara uğruyorduk. Annem alışveriş için Migros’a uğruyordu; Migros’u gezmek hoşuma gidiyordu. Yine yolumuzun üzerinde Yelken Pastanesi vardı, ay çöreğine ve elmalı ponçiğine bayılıyordum, annem bize onlardan alıyordu, çok mutlu oluyordum. Kısacası kendimi özgür hissediyordum. Oysa servisle gittiğimizde aracın içine tıkılıp kalmaktan, okulla ev arasındaki mesafeyi o kapalı alanda geçirmekten rahatsız oluyordum. Aslında servisi istemiyordum fakat annem hem bizi okula bırakmak ve almak hem çok misafirler gelmesi hem de ev işleri derken yetişemiyor, yoruluyordu. Yine de tek başımıza gitmemizi istemiyordu çünkü okulla ev arasında geçmemiz gereken iki ana cadde vardı. Ben ikinci sınıftayken bir gün annemi beklemeden o ana caddelerden birinden geçmeye kalkıştım. Gelen arabayı görmeyip önüne atlamış, sürücünün ani fren yapmasıyla durumu fark etmiştim. Annem karşı kaldırımdan bunu görünce araç bana çarptı sanmış ve çok korkmuş. O günden sonra kendi başımıza okula gitmemizi istemedi.

Akşam babam gelince annem servisçiyle konuşmasını anlattı, o da kabul etti. Babam, amcalarımla ortak otomotiv yedek parça işi yapıyordu. İki yer vardı, birinde satış diğerinde bakım ve servis. Babam yedek parça satışı, amcalarımsa araçların bakım ve onarımını yapıyordu. İşte o akşam bizim okul servisi konusu konuşulurken sordum, “Baba, sen parça satarken indirim yapıyor musun?” Babam, “Yapıyorum. Bazen de müşteri yanında parası yoksa sonra getireceğim, diyor ben de parçayı veriyorum, buna da veresiye diyoruz,” dedi. Küçük amcamla babamın en çok tartıştığı konu da buydu aslında. Amcam babamın veresiye iş yapmasını onaylamıyordu, karşı çıkıyordu, “Parası yoksa almasın,” diyordu. Müşterilerin neden indirim istediklerini merak etmiştim, “O kişilerin parası mı yok?” dedim. “Hayır, paraları var,” dedi babam, “Daha uygun fiyata almak için indirim istiyorlar.” Tabii ben o ana kadar bunu düşünmemiştim. Biri indirim istiyorsa parası yoktur diye düşünüyordum çocuk aklımla.

Çocukken böyleydim ben; çok pazarlık yapanları ve sürekli indirim isteyenleri garipsiyordum. Karşı tarafı zor duruma soktuklarını düşünüyordum, o yüzden kimseden bir şey istemezdim. Daha sonraları annem beni pazara gönderirdi mesela. Pazarlık yapmayacağımı bildiği için gülerek “Kaç lira derlerse hemen veriyorsun,” diye söylenirdi. Zamanı geldiğinde onu da anlatırım. Gerçi bazen duruma göre pazarlık yaparım. Çok beğendiğim bir ürün olduğunda ve üstelik pahalı gelmişse sadece indirim için karşı tarafa bir kere sorarım o kadar. Çok pazarlık yapmayı ve yapmanın da sevmem.

Okula servisle gitmemizi istemekte annem kendince haklıydı. İki ana cadde korkutuyordu onu, hele bir de benim yaşadığım olaya şahit olunca. Üstelik evimize çok misafir gelirdi, onca işin arasında her gün bizi okula götürüp getirmeye yetişemiyordu. Sonuçta o yıl da serviste karar kılındı. Ama bana sormuş olsalardı okula yürüyerek gitmek istediğimi söylerdim. Zaten bunu bildikleri için sormadılar.

Aile bir anlamda çocuğu korurken kendi istediğini yapmasını da engellemiş oluyor. Çocuk, servise bindiği için mutlu olsa bile yürüyerek gidip gelmenin verdiği daha büyük bir mutluluktan mahrum kalmış oluyor. Aslına bakarsanız, pek çok aile aynı hataya düşüyor, servisti, oydu, buydu derken çocuğa iyi olanaklar sağladığını ve bununla mutlu olacağını, olması gerektiğini düşünüyor. Oysa çocuk iyi olanakların dışında ruhuna iyi gelecek şeylerle mutlu olmak ister.

Dedim ya, çocukken kimseden bir şey istemezdim. Bir eve gittiğimde aç isem bana yiyecek verin, demezdim, verirlerse yerdim, vermezlerse öylece otururdum. Annem “Bebekken de böyleydi, acıktığında huysuzlanmaz mama verirsem yerdi,” diye anlatır. Aynı şekilde çocukken arkadaşım evine ya da yazlığına çağırmadığı sürece “Gelip sende kalacağım,” demezdim. Davet gelirse veya gelip alıp götürdüklerinde giderdim. İşte böyle alışkanlıklarım vardı. Hala bu alışkanlık devam eder. Fakat ileri yaşlarda sadece kendi hakkım olan şeylerin başka insanlar tarafından maddi ve manevi olarak kullanıldığını, suiistimal edildiğini gördüm. Bu farkındalıkla kendi hakkım olanı utanıp, çekinip istememek duygusunu şifalandırdıktan sonra hakkım olanı istemeye başladım.

Tabii çocukken kendince edindiği alışkanlıkları bırakması kolay olmuyor insanın, zaman alıyor. Ancak farkındalıkla başkalarının verdiği zararı görünce haklarını korumaya başlıyor.  

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir