Sevgili okuyucularım, anı yazıma kaldığım yerde devam ediyorum. Evet, ilkokul dördüncü sınıfı bitirmek üzere olan çocuk bir kez daha sandığın başına geçti. Elindeki anahtarla kilidi çevirip kapağı açtı ve bir anıyı daha o andaki duygularıyla anlatmaya başladı.
Yaz tatiline sayılı günler kalmıştı. Önümüzde koca bir yaz vardı ve sonra ilkokul beşinci sınıfa geçecektim. Beşinci sınıf ortaokula bir adım daha yaklaşmak demekti. Bunu düşünmek beni çok heyecanlandırıyordu çünkü hem büyüdüğüm anlamına geliyordu hem de pek hoşlanmadığım öğretmenimden ayrılacağım.
Sınıfta arkadaşlar arasında yaz tatilinde kimin, ne yapacağı konuşuluyordu. Bana sorduklarında “Daha belli değil,” dedim, “babamın işinden dolayı tatil programımızı önceden yapamıyoruz. Zaman içinde belli olur.” Arkadaşlarım gidecekleri yerleri sayıp duruyorlardı. Benimse en çok istediğim denize gitmekti, denizi çok seviyordum. Fakat annem yazlık istemediği için babam, “Anneniz sizi günü birlik denize götürsün,” diyordu. Adalara gidiyorduk.
Karne almaya az kalınca ödevler azalmış, kardeşimle ikimizin birlikte geçirecek vaktimiz çoğalmıştı. Fakat annem kendisine ev işlerinde yardım etmemi artık daha çok istemeye başlamıştı. Ablam, tabii ki bu konulara uzaktı. Çünkü onun üniversitede yetiştirmesi gereken projesi ve sınavları vardı. Annemin benden yardım istemesine hiç itiraz etmedim. Çünkü hem ev işlerinden ve özellikle de mutfakta annemle birlikte bir şeyler yapmaktan zevk almaya başlamıştım hem de vaktimi artık beni tatmin etmeyen oyunlarla harcamak istemiyordum. Bu yüzden dışarıdan çok evin içinde vakit geçirmeye başlamıştım. Bol bol resim yapmak, kitap okumak, televizyonda çocuk programları seyretmek benim için en büyük mutluluktu. Ayrıca arkadaşlarımın evimize gelmesi ve onlarla vaktimi güzel geçirmek de beni mutlu ediyordu.
En sevdiğim şeylerden biri de hafta sonları kiraz bahçemize gitmek, doğayla iç içe olmak, kiraz toplamaktı. Tabii kiraz bahçesine bütün aile giderdik. Amcalarım ve yengelerimle birlikte. Bazen babama, “Sadece biz gitsek,” diyordum. Çünkü amcalarım olduğu zaman daha farklı oluyordu, onlar sürekli huzursuzluk yaratıyorlardı. Her zamanki gibi kiraz bahçesinde de iş konuştukları için ortamda gerginlik olmaya başlıyordu. Babam sessiz olduğundan onunla sorunları yoktu ama birbirleriyle haklılık yarışına girdikleri için karşılıklı kırıcı üslupla konuştukları olurdu ve sürekli küserlerdi. Bazen küçük amcam sırf ortanca amcama küstüğü için kiraz bahçesine gelmezdi. Babamda bundan çok rahatsız olurdu, ailede kimsenin küs kalmasını istemezdi. Böyle küslük olduğunda babam akşam işten gelince annemi yanına alıp iki kardeşini barıştırmaya giderdi. Annem ve babam, önce ortanca sonra da küçük amcamın evine gider, konuşurlardı. Zaten ikisi de aynı katta, yan yana dairelerde oturuyordu. Annem bazen babama, “Karışma, kendileri halletsin,” diyordu. Çünkü küçük amcam babama karşı kırıcı konuşurdu. Ortaca amcamı önceki anılarımda anlatmıştım; o her şeyin mükemmel olmasını istediği için her zaman öfkeliydi ve kırıcı konuşurdu. Oysa küçük amcam öyle değildi, sessiz görünürdü ama konuştuğu zaman kırıcı olurdur. Mesela sessiz kalarak bize karışmıyor gibi gösterirdi kendini ama kendi menfaati söz konusu olunca ortaca amcama söyler o da gelir bize iletirdi.
Bir hafta sonu yine kiraz bahçesine gitmiştik. Akrabalardan ve tanıdıklardan da gelenler olmuştu. Küçük amcam sürekli kendinden söz ediyor, iş konusunda ne kadar iyi olduğunu, hep kendisinin akıl verdiğini anlatıyordu. Ortanca amcam buna sinirlendi, “Biz de iş yapıyoruz,” dedi. Çünkü üç kardeş ortak çalışıyorlardı. Babam ise tartışma olmasın diye hiç ses çıkarmadı. Küçük amcam kendi başarısını anlatsa da gelen konuklar ve akrabalar aslında ailemizi, işi babamın kurduğunu bildikleri için hiç seslerini çıkarmadılar. Küçük amcam böyleydi işte, sürekli kendini över ve istekleri yerine gelmezse küserdi. Babam da kardeşler arasında küslük olmasın diye onun istekleri yerine getirmeye çalışırdı.
Babam, kardeşleri gibi değildi, her zaman mütevazıydı. Başkalarına kendini anlatmazdı. Sadece işine odaklanmıştı ve en iyisini yapmaya çalışırdı. Övünmediği gibi kimseden de takdir ya da övgü beklemezdi. Çalışmayı çok severdi. Aynı şekilde bizi de başarılı olduğumuz konularda kimseye övmezdi. Annem de öyle; sadece sorduklarında olanı söylerdi. Tabii başarılı olduğumuzda ikisi de “Aferin,” der, duygularını paylaşırlardı ama sadece bizimle; başkalarına karşı değil. Küçük amcam ise hep “Benim çocuklarım bu okullarda okuyacak, böyle başarılı olacak,” diye konuşurdu.
Bu gerginliklerin dışında kiraz bahçesinde piknik yapmanın pek çok güzel yanı vardı. Onlardan biri de gelen misafirlerle birlikte mangal yapmaktı. Fakat biz çocuklar oyuna öyle bir dalardık ki döndüğümüzde yiyeceklerin bazılarının kalmadığı olurdu. İşte amcalarımın tartıştığı o gün de bize köfte kalmamıştı. Üzüldüm. Çünkü ekmek arası köfte en çok sevdiğim yiyeceklerden biriydi. Annem evde yaptığında hep hoşuma giderdi. Bazen de sebzeli yemek yaparken kavurduğu kıymadan ekmeğin arasına koyup verirdi, onu da çok severdim. Kardeşimle birlikte oyundan dönünce köfte kalmadığını görüp hayal kırıklığına uğradık. Anneme sorduk, “Kalmadı, başka yiyecekler var,” dedi. “Bizi neden çağırmadınız, neden bize köfte ayırmadınız?” dedim. Annem, herkese eşit dağıtılınca kalacağını düşündüğü için ayırmamış ama sofradakiler kendi haklarından daha fazlasını aldıkları için kalmamış. “Bir de” dedi annem, “Servisi ben yapmadım, yengeniz yaptı. Ben yapsam size birer tane de olsa ayırırdım.” Üzülmüştüm. Öyle ki, anneme “Pikniğe tekrar geldiğimizde bize de ayırın, yemek yiyeceğiniz zaman çağırın,” dedim.
Tabii o zaman çocuk olduğun için bazı şeyleri fark edemiyorsun ama büyüyünce anlıyorsun her şeyi. İnsanların yiyeceklerde bile bencil davrandığını, başkalarının hakkına saygı duymadığını, “Çocuklar köfte yemese diğer yiyecekleri yer,” düşüncesinin çocuğa değer vermemek olduğunu… Herkes hakkından fazlasını yediği gibi “Yemeyen kaldı mı?” demeyi hiç kimse aklına getirmemişti. İnsan yaşı ilerledikçe bencilliğin farkına varıyor. Bencil insanlar önce kendilerini düşünürler. Başkalarına ne olduğunu umursamazlar. Menfaatleri doğrultusunda başkalarının haklarını da alırlar.
Bazı insanlar ve aileler, kendilerini, çocuklarını sürekli överler. Yaptıklarıyla övünür, yapmadıklarını yapmış gibi göstermeye bayılırlar. Ya mal mülkleriyle ya okudukları okullarla ya iş hayatlarıyla ya eşleriyle ya da çocuklarıyla övünürler. Aslında bu, kendini yetersiz hissetmekten, öz güven eksikliğinden kaynaklanır. Çocukluk döneminde yeteri kadar sevgi görmedikleri ve içlerinde o sevgiyi bulamadıkları için bu dış etkenlere bağlı olarak övünüp mutlu olurlar. Tabii ki yeri geldiğinde takdir edilir, sorulduğunda söylenir ama sürekli anlatmak bir rahatsızlıktır. Oysa öz güveni olan insan mütevazı olur. Yapmadıklarını yapmış gibi göstermez, böbürlenmez.
Hep söylediğim gibi: Çocuk her zaman gerçekleri görür.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.