Sevgili okuyucularım bugün anı yazısı paylaşmam gerekiyordu fakat bazen kalbim o anda geleni paylaşmamı söylüyor. İşte okuyacağınız bu yazı da kalbimin sözünü dinleyişimdendir. 16 Eylül 2022 tarihinde “Ruh Sevgiye Aç” başlıklı yazımı da aynı duyguyla yazmıştım. Fakat o yazıda sevgiye doymamış insanların yaşadığı duygusal açlıktan söz etmiştim. Bugün ise meselenin maddi yanına değinmek istiyorum.
Hz. Mevlânâ ne güzel söylemiş: “Açgözlülük ve dünya nimetlerini elde etme hırsı, insanı hakkı olmayan şeylere el uzatmaya zorlar.”
Dünya ekonomisi birkaç yıldır olumsuz seyrediyor. Hiç kimse bundan etkilenmediğini söyleyemez. Herkese mutlaka dokunmuştur. Fakat şimdi yazacaklarım bugünün ekonomik koşullarıyla değil, genel olarak varken de yokmuş gibi davrananların durumuyla ilgili. Bu noktada “Ruh mu mide mi aç?” sorusunun yanıtı önem kazanıyor çünkü ikisi arasında çok büyük fark var. “Ruhu aç” derken neyi kastediyorum? Gözü aç, gözü doymaz olduğunu söylüyorum sevgili okuyucularım, sadece para, mal mülk olarak değil her konuda aç!
Amerikalı ekonomist, yazar John Perkins diyor ki: “Bu kadar açgözlü ve bencil olmayı bırakın! Dünyada sizin kocaman evlerinizden ve gösterişli mağazalarınızdan daha başka şeyler de olduğunun farkına varın. İnsanlar açken siz arabalarınızın benzini için üzülüyorsunuz. Bebekler susuzluktan ölürken siz son modeller için moda dergilerini karıştırıyorsunuz. Kulaklarınızı size bunu söylemeye çalışanların seslerine tıkayıp onları radikal olarak damgalıyorsunuz. Yoksulları ve ezilmişleri daha fazla yoksulluk ve esarete itmek yerine onlara kalbinizi açmalısınız.”
Eğer bir ruh sevgiye aç ise diğer her şeye açtır. Doymuş bir ruh her şeye doymuştur. Ruhu aç olanlar maneviyata değil dünya malına önem verirler. Dünya malı ile güçlü olacaklarını sanırlar, gücü oradan almak isterler. Dünyayı verseniz “İkinci dünya yok mu?” diyerek onu da isterler. Ruhu aç insanlar ile konuştuğunuz konulara bakın hep para hep mal hep mülktür. Ev, araba, yazlık, ev eşyası; alır da alır… Bir ev, bir araba ister; onlara sahip olur ikinci evi, ikinci veya daha üst model arabayı ister, onlar da olur, daha zevkini almadan, mutluluğu yaşamadan yenisini ister.
Bu gibi insanlar “Şu evi aldım, ikinci evi şu ülkede, şu semte alacağım.” der durur. Hayattan beklentilerini sorduğunuzda size on tane ev listesi gösterir de “Bir ev sahibi olabilmek için benim kendimde nasıl bir değişim yapmam lazım?” diye sormak aklına gelmez. Öylesine açgözlüdür ki dilinden düşürmediği o malı mülkü elde etmek için hırslara kapılır. Çok para kazanmak uğruna bazıları başkalarının hakkını yemeye başlar. Bunu yaparken hayatında bir olumsuzluk yaşarsa da kendi açgözlülüğünü görmez, başka insanları, hayatı, ekonomiyi suçlar. Zengindirler ama hep yokluktan yakınırlar.
Böyle insanlar başkalarının haklarını vermedikleri gibi başkalarından da sürekli almak isterler. “Elini veren kolunu alamaz” sözünü doğrularcasına kendi ruhlarını doyurmak için başkalarını sömürmeye çalışırlar. Kendilerini her şeye hak kazanmış görürler. Üstelik ellerindekinin kıymetini bilmedikleri gibi onlarla yetinmeyi de bilmezler. Şükür kelimesi, teşekkür kelimesi yoktur onların lügatinde. Maaşına zam yapılır üç ay sonra yeniden zam ister, bir maaş ikramiye verilir iki ikramiye ister. Sattığı malı ederinden iki kat fazlasına satar, işi fırsatçılığa dönüştürür. Ruhunda sevgi olmadığı için kendisi o gün on tane ürün satarken dükkân komşusunun henüz siftah yapmadığını bildiği hâlde gelen on birinci müşteriyi komşusuna göndermez, “Biraz da o kazansın.” demez. Bu insanları hırs bastırmıştır bir kere. Sömürüleri sadece insanla sınırlı kalmaz. Ağaçlar mı kesilmiş, orman mı yanmış, deniz mi kirlenmiş hiç bakmaz mal mülk edinmek için doğaya saldırırlar.
Ruhu aç insanın fiziksel açlığı da bitmez, karnı doysa bile gözü doymaz. Örneğin birisine yardım edersiniz, o gün karnını doyuracak yemek verirsiniz, “Bana şunu da alır mısın?” der. Karnını doyuracak yemeği zaten verdiğiniz hâlde teşekkür edeceğine başka şeyler ister. Ruhu o kadar açtır ki doymayacağını sanır. Ya da bir yiyecek verirsiniz, “Şundan da alayım mı sana?” diye sorarsınız, “Al.” der. “Bu bana yeter, başka zaman getirirsin.” veya “Ben doyarım bununla, onu da başkasına al.” demez. Elindekine şükretmez. Böyle insanlara artık yardım etmek de istemezsiniz çünkü isteklerinin sonunun gelmeyeceğini bilirsiniz. Zaten ihtiyacı olan insan istemez, siz anlarsınız.
Aynı şekilde örneklerle devam edelim. Bunlar aynı zamanda yaşadığım olaylardır. Bir simit alıp vermek istersiniz midesi aç insana. “Bir tane de poğaça alsaydın.” ya da “İki simit alsaydın.” der. Poğaça alırsınız, “Dereotlu yok muydu?” der, cevizli baklava verirsiniz, “Fıstıklı yok mu?” der. Diyeceği hiç bitmez, eline yiyecek geçti diye şükretmez. Şunu da ayırt etmek gerekiyor: Bir insan canı çeker ister ya da bir şeyi çok sever bir tane daha ister o başka. Ama ruhu aç insanı bakışından, söyleminden anlarsınız. Daha doğrusu niyetinden anlarsınız.
Sizler de şahit olmuşsunuzdur. Dışarıda yemeğe gidersiniz, ruhu aç insan midesi doyduğu hâlde yemeklere saldırır, iki gün boyunca ağzına lokma koymamış gibidir. Yiyebileceğinden fazla sipariş verir, sonra onlar masada kalır israf olur. Mide ne olacak ki? Kolaylıkla dolar. Ruh sevgi ile doymuş ise mide bir dilim ekmek ile dolar ama ruh aç ise dünyadaki bütün fırıncılar o ruhu doyurmak için gece gündüz çalışırlar.
Siz, on kişiye paylaştırmak üzere kek yapıp getirirsiniz, bir bakarsınız ruhu aç olan bir kişi o on kişinin hakkına saldırır, ‘başkası yiyecek mi?’ diye düşünmeden kendi payına düşenden fazlasını alır. Şirkette çalışıyorsunuz, şirket müdürü kendisine hediye gelen çikolatayı personele dağıtılması için elemanına veriyor. Eleman arkadaşlarına dağıtmak yerine kendisi alıyor. Amacı midesini doldurmak ya da sevdiği şeyi yemek değil. Öyle olsa birkaç tane çikolata yediğinde doyar. Bu davranışının temel nedeni ruhunun açlığıdır. Ruhu aç insan aynı zamanda bencildir de, paylaşmayı sevmez. Örneğe geri dönersek, bu insan bu davranışıyla başkalarının hakkını yemiş oluyor çünkü müdürü ona inanmış, vermiş, dağıtıldığını sanıyor.
Benzeri durum aile arasında mal mülk paylaşımında da yaşanıyor. Aile fertlerinden biri ‘hepsi benim olsun’ hırsıyla başkasının hakkına giriyor, vermek istemiyor. Bu sefer kavgalar, küslükler başlıyor.
“Ruhu aç” deyince sadece maddi durumu elverişli olmayanları düşmeyin, bilhassa her şeye sahip olduğu hâlde aç olanlar, verdikçe alırlar. Eskilerin dediği gibi “Olan aç, olmayan tok olur.”
Bu örneklerin hepsinin temelinde ruhtaki sevgi açlığı var. O açlığı böyle şeylerle kapatmaya çalışıyorlar. Ruhu aç insandan asalet ve görgü beklemeyin. Nezaket hiç beklemeyin. Ne zaman ki vermeseniz o zaman sizden uzaklaşır. Sevgileri de gerçek değildir, sevmiş gibi davranırlar. Böyle insanlar karşı tarafı düşünmez, “O sıkıntıya düşecek.” ya da “Onu hakkına girmeyeyim, fedakârlık yaptı bana.” demezler.
İşte, ruhu aç insanın karakter ve kişiliği ortaya çıkıyor: Dürüstlükten mahrum, sevgiden mahrum, paylaşmaktan mahrum. Böyle olunca fazla bir şey beklemek zaten hayal kırıklığı olur.
Her konuda olduğu gibi ruhu doyurmanın yolu da sevgiden geçiyor sevgili okuyucularım.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.