Sıkça kullandığımız bir cümle var: “Hayat, biz başka planlar yaparken başımıza gelenlerdir.” Gazeteci, yazar, karikatürist Allen Saunders’in 1957’de Reader’s Digest dergisinde yayımlanan makalesinde yer verdiği bu cümleyi çoğumuz John Lennon’ın “Beautiful Boy (Darling Boy)” adlı şarkısından bir dize olarak hatırlarız.
2021 yılının henüz başında “Sevginin Işığı Şifa” adıyla yazılar yazdığım blogumu şu anda okuduğunuz yine aynı adlı web sayfama dönüştürürken siz sevgili okuyucularıma, on beş günde bir anılarımı yazacağıma dair söz vermiştim. Fakat Allen Saunders’in yukarıda belirttiğim sözündeki gibi bu kez ben hayatın getirdiği programa uymak zorunda kalınca bu on beş günlük süre bir aya çıktı. İşte şimdi anılarıma, bir ay önce kaldığı yerden devam ediyorum. Gelin hep birlikte bakalım; dördüncü sınıftaki çocuk bu sefer anahtarı ile sandığı açtığında kendisinde iz bırakan hangi anıyı serbest bırakıyor?
Aynı sırayı paylaştığım en yakın arkadaşım okuldan ayrılalı iki ay olmuştu. Onu çok özlüyordum. Hafta sonları ya o bize geliyor ya da ben onlara gidiyordum da bu özlem biraz olsun hafifliyordu. Ama hangi hafta sonlarında? Tabii ki ailelerimiz müsait olduğunda. Çünkü karşıya, Avrupa yakasına taşınmışlardı, bir vasıta ile gidiliyordu ve bunun için de yanımızda ailelerimizin olması gerekiyordu.
Bu arada yeni sıra arkadaşımla da çok güzel anlaşıyorduk. Bana, okumadığım kitapları getiriyordu. Ben de aynı şeklide kendi kitaplarımdan onun okumadıklarını paylaşıyordum. Sadece kitap da değil, yanımızda beslenme için getirdiğimiz yiyecekleri paylaşıyorduk, hoşuna giden kalemimi ona veriyordum. O da bana bir gün kalem kutusu alıp getirmişti hediye olarak. Konuşurken kırtasiyede görüp beğendiğimi söylemiştim o kalem kutusunu. Konuşurken diyorum ama sıra arkadaşım bana göre daha konuşkandı, genellikle o anlatır ben dinlerdim.
Bir gün okuldan döndüğümde annem, “Bu hafta sonu seni, karşıya taşınan sıra arkadaşına götüreceğiz, onların evine bırakıp sonra gelip alacağız,” dedi. Öyle sevindim ki anlatamam, hafta sonunun gelmesini dört gözle bekledim. Nihayet o gün geldi ve arkadaşıma gittik. Arkadaşım karşısında beni görünce bakakaldı. Şaşkınlığını atlattıktan sonra sarıldık birbirimize. Birlikte çok güzel bir gün geçirdik çünkü o, çok sevdiğim arkadaşımdı. İnsan çok sevdiği ile bir de anlaşıyorsa o kadar güzel vakit geçirir ki zamanın nasıl geçtiğini anlamaz. Gün boyunca ben, kendisinden sonra yaptıklarımı, öğretmenimi, yeni arkadaşımı anlattım. Bir de tabii ki ortaca amcamın bize çok karışmasını. Kendisi de yeni okulunu ve arkadaşlarını anlattı. Ailem beni almaya geldiğinde beş dakika daha istedim. İşte o beş dakika benim için sanki bir saat gibidir. İzin verdiler fakat babam yumuşak görünse de bazı prensipleri vardı. Onun için fazla uzatmadan, onun söylediği saatte çok mutlu bir şekilde ayrıldım oradan. Bu sefer fazla üzülmedim çünkü arkadaşımı kaybetmemiştim, istediğimizde görüşeceğimizi biliyordum. Diğer sevdiklerimi kaybettiğim gibi değildi.
Dedim ya, babamın yumuşak gibi görünse de bazı prensipleri vardı; belli saatlerde evde olmak, haber vermeden kendi başımıza bir şey yapmamak ve kendisine sormadan kendi başımıza karar almamak gibi. Babam her şeyi paylaşmak istiyordu, herkes içinden geçeni açıkça paylaşsın istiyordu. Habersiz yapılan bir şeyi sonradan duymak hoşuna gitmiyordu. Bu, yalnızca bizim için değil kardeşleri (iki amcam) için de geçerliydi. Fakat amcalarım yine de babama söylemeden yaparlardı. Oysa babam bir şey yapacaksa amcalarımla mutlaka paylaşırdı. Paylaşmazsa ve amcalarım sonradan duyarlarsa bu sefer onlar sitem ederlerdi. İleri yaşlarımda bunun daha çok farkına vardım.
Babam, bizim derslerimize fazla karışmazdı. Çünkü üniversiteye kadar okul yıllarımız boyunca velimiz ortanca amcamdı. Veli toplantılarına sürekli o katılırdı. Amcama göre derslerde sürekli başarılı olmalıydık, düşük not almamalıydık. Tabii bu benim hoşuma gitmiyordu. Neden hoşuma gitmiyordu? Üstümde baskı hissediyordum. Bir de amcam öfkeli biri olduğu için kızdığında sesini yükseltmesi beni çok rahatsız ediyordu. Bize gelmesini istemiyordum. Sadece bize değil, kızdığında herkese sesini yükseltip sert konuşma yapardı; yengeme, başkalarına, trafikte diğer sürücülere… Hep kendisi iyi biliyordu, öyle bir tavrı vardı. İşte onun bu davranışı yüzünden bilinçaltımda öfke korkusu ve yüksek sese karşı bir korku oluştu. Öfkeli insanlardan, bağıran ve yüksek sesle konuşanlardan uzaklaşmaya başlamıştım. Rahatsız olduğum yerden hemen sessizce uzaklaşırdım ya da o kişilerin yanına çıkmazdım.
Babam da bir hatamızı gördüğünde söylerdi ama bunu herkesin içinde ve bağırarak, öfkelenerek yapmazdı. Yalnız kaldığımızda usulca hatamızı hatırlatır ve nasıl düzeltmemiz gerektiğini anlatırdı. Amcam ise herkesin içinde söylerdi. Amcamın bu davranışlarından öyle bunalmıştım ki bir gün ablama, “Ne güzel, sen üniversiteye gidiyorsun, amcam sana artık karışmıyor, öğretmeninle gelip konuşmuyor,” demiştim. Çünkü bize her gelişinde “Dersleriniz nasıl, notlarınız nasıl, ders çalışıyor musunuz? Sizi şimdi boş otururken görüyorum,” demesinden, sorgulamasından sıkılmıştım. Yalnızca ben değil aynı şekilde erkek kardeşim de şikayetçiydi ama o benim kadar değildi. Ben daha çok rahatsız oluyordum.
Kıssadan hisse 1:
Arkadaşlığın oluşmasına neden olan şeylerden bir tanesi de paylaşmaktır. Çünkü paylaşmak sevginin bir göstergesidir. Tek taraflı paylaşım olmaz. Arkadaşlık ve dostluk gerçek ise mutluluk da üzüntü de maddi ve manevi ne varsa iki taraflı paylaşılır. Tek taraflı olan paylaşımlar arkadaşlığı yüzeyselleştirir ve ilerlemesine izin vermez; günün birinde de bitirir. Çünkü burada bencillik devreye girmiştir. Oysa arkadaşlıkta sevgi varsa isterse yıllarca görüşmeyin; araya yıllar, yollar girsin hiç fark etmez, buluştuğunuzda kaldığınız yerden devam edersiniz. Çünkü sevgi vardır. Sevgi kalpten giden bir şey olduğu için uzakta da olsa o insanın ruhu hisseder.
Kıssadan hisse 2:
İnsana en büyük zararı veren şeylerden bir tanesi de öfkedir. Bu öfke kişinin kendisine ve etrafındakilere olumsuz etki yapar. Öfkeli bir insan, o anda kalp mi kırdı, kıracak mı diye bakmaz. Karşısındaki üzüldü mü ya da üzülecek mi bakmadan, haklı veya haksız da olsa bir anda öfkelenir. Karşısındakini dinlemeden. Öfkenin altına baktığımızda o kalpte sevginin yeterince olmadığını görürüz. Öfke negatif bir duygu, sevgi pozitif duygu. Derler ya, kardeş kardeşe benzemiyor. Evet, babam çok farklıydı kardeşlerinden. Babam, kendisinden çok etrafını ve kardeşlerini düşünen, özverili, kimseye karşı kırıcı söz söylemeyen bir insandı. Ortaca amcam, öfkeli, çabuk kızan bir insandı, hata yapan insana karşı hoşgörüsü yoktu, karşısındakini dinlemeden öfkelenirdi. Küçük amcam ise çok daha farklıydı. Zamanı geldikçe anılarımda küçük amcamdan da söz edeceğim.
Çocukken bilinçaltıma yerleşen bu öfke korkusu ve öfkeli insanlardan kaçmamın nedenlerini ileri yaşlarımda buldum tabii ki. Bulduktan sonra da bunun şifalandırmasını yaptım ve öfkeli insanlara bakış açım değişti ve neden böyle öfkeli olduklarını daha iyi anlamış oldum. Ama tabii ki insan yine de negatif bir duygunun içinde olmak istemez.
Çocukluktan bilinçaltına yerleşen korkuların zaman içinde hayatını nasıl etkilediğini fark edip onu dönüştürmek insanın kendi elinde. İnkar edip halının altına süpürüp yaşamak da yine insanın elinde. Özgür seçim!
Korkulardan arınmış insan yeni doğan bir bebek gibidir.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.