Evet, kaldığım yerden anılarıma devam ediyorum. Her yazdığım anı yazısı bana çok farklı duygular yaşatıyor. İnsan en çok çocukluk zamanını hatırlar çünkü zihin boştur ve yaşananlar ister istemez o boş zihne yerleşir. Şimdi dokuz yaşındaki çocuk kaldığı yerden devam edip elindeki anahtarla sandığı açıyor ve bir anıyı daha serbest bırakıyor.
Bir önceki anı yazımda ağabeyimin ve kardeşimin o yaz yapılacak sünnet düğünü için evde süren hazırlıklardan bahsetmiştim. Artık sünnet düğünü günü yavaş yavaş yaklaşıyordu. Evdeki hazırlıklar da hızlanmıştı. Annem ve babam aralarında, kimler düğüne çağrılacak konuşmaları yapıyorlar, isimler söyleniyordu. Davetliler konusunda annemin yaklaşımı, babamdan daha farklıydı. Annem, daha yakın olan kişilerle sık görüştüğümüz kişilerden belli sayıda davetli çağırmayı düşünüyordu. Babam ise “Onu çağırmazsak kırılır, bunu çağırmazsak darılır,” diyordu. Babama göre herkesi çağırmak gerekiyordu, kimse küsmesin kırılmasın, diye. Özellikle amcamlar şu kişiyi de çağır, dediklerinde sırf onlar istedi diye hemen tabii derdi. Bu arada düğün yapılacak yer bakılıyor, annem ve babam hafta sonları düğün yapılacak mekânlara gidip konuşuyorlardı.
Evdeki bu tatlı telaş güzeldi. Ayrıca düğün için Malatya’dan gelen ve bizde kalan anneannem, teyzem ve dayımla günlerimiz son derece mutlu şekilde geçiyordu. Bu arada arkadaşlarımla oyun oynamaya ve kitap okumaya da devam ediyordum. Derken başka şey daha istedim o yaz: Kanaviçe öğrenmek. Tabii durduk yerde ortaya çıkmadı bu istek. Anneannem bizde iken dantel örüyordu. Annem de dantel yapardı, örgü örerdi. “Ben de dantel örmek istiyorum,” dedim anneme. Buna en çok anneannem sevindi, “Ben sana öğretirim,” dedi. Biraz gösterdi nasıl yapmam gerektiğini fakat düşündüğüm gibi değildi dantel örmek, pek sevmedim. Başka bir şey yapmak istiyordum artık. Annem çok güzel kanaviçe yapmış örtülerin üstüne, ben de onları çok beğenmiştim. O örtüleri sordum, “Bunlar kanaviçe,” dedi annem, “Sana öğretirim istersen.” O günü hiç unutmuyorum. Annemle birlikte alışverişe gidip kanaviçe yapmam için malzeme aldık. Ben tabii ki çok mutluydum çünkü yeni bir şey öğrenecektim. Hem de zamanımı boşa geçirmemiş olacaktım. Aslında zamanımı pek de boşa geçirmiyordum, evde anneme yardım ediyordum ama bir de bunu yapacaktım.
Annem ve anneannem bana öğretmeye başladılar. Hem anlattıklarını can kulağıyla dinliyor hem de pür dikkat nasıl yapıldığına bakıyordum. Kanaviçe işlerken ona özel iğne kullanılıyordu. İpliği de özeldi. Annem bir renk iplik almıştı. Ben de anneme sordum, “Neden tek renk? Sizin yaptığınızda birçok renk var.” Annem gülümsedi, “Sen önce tek renkle başla, bak bakalım yapacak mısın yoksa sıkılacak mısın? Önce bir başla, renkleri sonra düşünürüz,” dedi. Oradaki desenleri görünce çok hoşuma gitmişti, yapabileceğimi biliyordum. Kendimden o kadar emindim ki “Hemen yapacağım,” diye cevap verdim. Annem güldü. Artık vaktimi oyundan ziyade kanaviçe işleyerek geçirmeye başlamıştım. Çünkü tek isteğim kanaviçe işlemeyi öğrenmekti. Bir de çok sevmiştim kanaviçeyi, hatta öyle ki ileri yaşlarda da hep yaptığım iş oldu; çeşit çeşit modeller yaptım.
Çocukluğumdan beri sevdiğim, bana bir şeyler katacak işler yapmayı tercih ederim. Başkası istedi diye ya da kolay diye tercih etmem, benim yapmam önemlidir. Ve bir iki hafta içinde annem bana, “Gerçekten tahmin etmiyordum böyle hemen öğreneceğini,” dedi. Bu sefer anneme, “Eğer yapmaya başlarsan ikinci rengini alacağım demiştin,” dedim. Çünkü ilk öğrenmeye başladığım gün verdiği sözü unutmamıştım. Bir de “Yalnız renkleri ben seçeceğim,” dedim. Çünkü annem öylesine renkler almıştı başlangıçta. Annem, “Tamam, alırız,” deyince anladım, beni geçiştirmeye bakıyor, beni oyalamak için “Sen şimdilik bunlarla yap,” diyor. Anneannem ile birlikte gittik iplik almaya, ona söyledim ikinci renk de istediğimi. Beni kırmadı, “Tabii ki,” dedi, o gün dört beş renk iplik aldık. Hevesle işliyor, akşam babam eve gelince hemen gündüz yaptığım kanaviçeleri gösteriyordum. Ortaca amcam bize gelince ona da gösteriyordum. Amcam bana “Aferin” dedikten sonra “Ama kitap okumayı da ihmal etme, bol bol kitap oku,” diye tembihlemeyi de unutmuyordu. Ben “Peki,” deyip kanaviçe işlemeye devam ediyordum. Tabii ki kitap da okuyordum ama kanaviçeyi daha çok sevmiştim. Onu yaparken ortaya yeni bir şey çıkarıyordum ve yaptıklarımı ailem ile paylaşıyordum. Çocukluk dönemimde de bugün olduğu gibi paylaşmayı severdim. Bir şeyler yaptığımda ya da annem evde poğaça, kurabiye yaptığında onları alıp bahçede arkadaşlarıma dağıtıyordum. Evde bir yiyecek varsa alıp götürüyordum. Arkadaşlarımla beraber yiyorduk. Bahçede duvarın üstünde oturup hem konuşup hem de o yiyecekleri yemek o kadar güzeldi ki. Çok mutlu oluyorduk.
İnsan çocukluk döneminde başlıyor aslında zamanı nasıl değerlendireceğini düşünmeye. Bazı çocuklar oyun oynar bazısı kitap okur bazısı hiçbir şey yapmaz ama bende mutlaka bir şeyler yapmak isteği vardı. Annem mutfakta yemek yaparken, pasta yaparken ona yardım ederdim. Üretmek, faydalı olmaktır. Çünkü dışarıda oynadığım oyunlar bana yeterli gelmiyordu. Ev işlerinde anneme yardım ediyordum. Boş kaldığımda anneme soruyordum, “Benim yapabileceğim bir şey var mı?” diye. Bir de ne yaparsam yapayım iyisini yapmayı ve güzel olmasını istiyordum; yapmak için yapmak bana göre değildi. O zaman da başarılı olma duygusu bilinçaltına yerleşiyordu. Çünkü ortaca amcam bize sürekli derslerde başarılı olmamız konusunda baskı yapıyordu. Bu baskı nedeniyle yaptığım diğer işlerde başarılı olma duygusunun bende zaman içinde yerleşmiş olduğunu gördüm. Aslında yaptığım işleri özümden gelerek hep kendim istediğim ve sevdiğim için yapıyordum. Bu da başarı getiriyordu. Yoksa benim için başarılı olmak değil de yaparken o işin hakkını vermekti önemli olan.
Aslında her insanın kendine ait yetenekleri vardır. Bunlar çocukluk zamanında ya da sonradan çıkıyor. Önemli olan bunu ortaya çıkarmaktır. Bu da ya çocuğun kendisinin ne istediğini bilerek ısrarcı olması ya da ailenin, çocuğun yeteneğini ve neyi sevdiğini bilerek ona göre destek vermesiyle oluyor. Ben annemden kanaviçe istedim, annem onayladı. Ama bazı aileler çocuklarına yapamazsın, derler. Aslında kaç yaşında olursa olsun çocuk istiyorsa mutlaka desteklenmeli ve teşvik edilmeli, morali bozulmamalı. Aksi durumda çocuğun özgüveni kırılarak baştan yeteneğine küstürülmüş ve yeteneğin ortaya çıkacağı yollar kapatılmış olur. Bu nedenle çocuğun her zaman kendine ait bir meşgalesi olmalı, kendi kendisiyle yetinebilmeli ki hem yaratıcılığı gelişsin hem de kendi kendine mutlu olabilsin. Mutlu bir çocuk aileye de sorun çıkarmaz.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.