Ne çabuk geçiyor zaman? Sanki daha dün anı yazılarıma bir yenisini eklemiş gibiyim. Çocukluk anılarımız; kimi zaman gülen yüzümüz kimi zaman kanayan yaramız… Aslında her insan çocukluk anılarına sıkça dönüp hangi duyguları hissettiğine bakmalı. Çünkü eğer çocukluğunda kötü olaylar yaşamışsa bilinçaltında kalan o olumsuzlukları anıları aracılığıyla şifalandırmış olur. Bakalım bugün hangi duyguyla yüzleşeceğiz? Her zamanki gibi sandık anahtarla açıldı. Bir anı daha serbest bırakıldı.
Evet, nihayet ailece beklediğimiz, ağabeyimin ve kardeşimin sünnet düğünü zamanı gelmişti. Hazırlıklar mutlu şekilde yapılmıştı. Düğün yapılacak mekânlara hafta sonlarında bakılmış, davetli sayısına göre fiyat alınmıştı. Ağabeyim ve kardeşim heyecanlıydı. Beğendikleri sünnet kıyafetleri alınmıştı ikisine de. Kardeşimin kıyafeti daha gösterişliydi. Şapkası ve pelerini vardı. Ağabeyim ise sade bir kıyafet tercih etmişti. Çünkü o sadelikten hoşlanırdı. Ablam kıyafet alışverişine teyzemle birlikte gitmişti. Ablam her zaman kıyafetleri, çantası ve ayakkabısı uyumlu olsun isterdi. Kıyafetlerine çok titizlik gösterirdi. Zaten alışverişi, dükkân dükkân dolaşmayı çok sever. Onun bu huyunu bildiğim için teyzemle düğün alışverişine giderken beni de çağırdıkları hâlde gitmedim. Çünkü ben fazla sevmiyordum dükkân dolaşmayı, hâlâ da sevmem. Biraz fazla dükkân dolaşıldığı zaman sıkılıyordum. Eve gitmek istiyordum. Bir de kendime almayıp başkası için gitmişsem daha çok sıkılıyordum. Onun için ablamla çok az gitmişimdir alışverişe. Gitsem bile sesimi çıkarmazdım ama eve mutsuz şekilde dönerdim. Dua ederdim, ilk gittiğimiz mağazada kıyafet beğensin, diye. İlk gittiğimiz mağazada beğenip alsa bile birkaç mağazaya bakmadan dönmezdi. Bu sefer de ben “Almayacaksan niye bakıyorsun?” diye söylenince “Etrafı görmek ve dolaşmak istemiyorsun, hemen eve koşmak istiyorsun,” diyordu. Hâlbuki ben etrafı dolaşıp gezmeyi seviyordum. Sevmediğim şey mağazada vakit geçirmekti. Benim için evde vakit geçirmek mağaza dolaşmaktan daha eğlenceliydi. Evde anneme yardım etmeyi seviyordum. Ablam ise dışarıda olmayı, gezmeyi çok seviyordu ister misafir gezmeleri olsun ister diğer gezmeler.
Annem ve babam, düğün için baktıkları mekânlardan birinde karar kılıp, orada yapılmasını uygun görmüşlerdi. Bu arada babam, düğün yapılacak mekânı iki amcama da söylemiş. Babam her zaman öyleydi; eğer bir şey yapılacaksa mutlaka kardeşleri ile paylaşır, onlardan da fikir alırdı. Annem bundan pek hoşlanmazdı. Çünkü amcalarım kendilerini düşünerek karar verirlerdi. Babam ise onlar aileden ve işte de ortak oldukları için her konuda ortak karar alınmasından yanaydı. Babam, annemin beğendiği mekânı söyleyince amcalarım fiyatı yüksek bulup hemen “Yok,” dediler. O parayı o mekâna vermenin gereksiz olduğunu, bizim ev büyük olduğu için düğünün evin salonunda yapılabileceğini söylediler. “Yemekler de dışarıdan gelir, evde de yapılır,” dediler. Onların bu sözleri karşısında annem çok üzüldü çünkü böyle şeyler bir kere yapılıyordu ve beğendiği mekân da yemekli, güzel bir yerdi. Aslında o mekânı tutmamak için hiçbir neden yoktu. Babam da biliyordu herhangi bir sorun olmadığını ama annemin “Hayır,” demesine rağmen amcalarımın fikrine katıldı ve düğün evde oldu.
Bu yeni karardan sonra düğün hazırlıkları evin salonuna yapıldı. Salonu dayımla süsledik. Dışarıdan gelecek yiyeceklere ve evde yapılacaklara annem karar veriyordu. Evdeki yiyecekleri anneannem hazırlıyordu. Tabii bu sırada düğüne davet edilecek kişi sayısı da azaltıldı. Çünkü davetli listesindekilerin tümünün eve sığmasına imkân yoktu. Ağabeyim ve kardeşim okuldaki ve mahalledeki arkadaşlarının tamamını düğüne çağırmayı planlamışlardı fakat evde olunca sadece birkaç arkadaş çağırmakla yetindiler.
Düğün, evde olmasına rağmen çok güzel geçti. O gün için özel olarak alınmış kıyafetler giyildi. Annem ve ablam saçlarını yaptırmışlardı. Her şey çok güzeldi. Bütün aile mutluluk içinde; sünnet düğünü tamamlandı.
Düğünden bir hafta sonra dayım, anneannem ve teyzem Malatya’ya döndüler. Evi hüzün kapladı, üzülmüştük. Oysa gitmelerini hiç istemiyordum. Onlar bavullarını hazırlarken ben anneanneme “Ne olur, bir hafta daha kalın,” diye ısrar ediyordum. Anneannem, “Bir hafta kalsam, o hafta gene geçecek, gideceğiz. Aynı şeyi bir hafta sonra da söyleyeceksin. Onun için haftalar bitmez,” dedi. Ama ben ikna olmuyordum çocukluk düşüncesi işte, sanki bir hafta daha kalsalar bana bir ay gibi gelecekti. Beni mutlu eden, çok güzel vakit geçirdiğim ve çok sevdiğim anneannem, teyzem ve dayımın kalmasını istiyordum. Bunun için de çareler arıyor hatta ablama “Valizlerini saklayalım da gitmesinler,” diyordum. Ablamda istemiyordu gitmelerini, teyzemle çok iyi anlaşıyorlardı, birlikte geziyorlardı. En sonunda anneannem “Sizin nasıl bir eviniz varsa benim de evim var, deden bizi bekliyor, dayını işi var. Gene gelirim,” dedi. “Ama siz sık sık gelmiyorsunuz,” diye diretsem de gidişlerini kabullenmek zorunda kaldım. Onlarsız ev bomboş kalmış gibi geldi hepimize bir müddet.
Yaş ilerledikçe iki amcamın bencilliğini daha net görmeye başladım. Sünnet düğünü için mekânı kabul etmemişlerdi. Bize çok kolay “Hayır,” diyorlardı fakat kendileri söz konusu olunca “Hayır,” olmadığını gördüm. Çünkü hiçbir şekilde fedakârlık yapmıyorlardı. Şartlar uygun olmasa, tamam, derdik. Zaten o durumda babam da yapmazdı. Ama amcalarım, kendileri için hiçbir şeyi pahalı bulmazken babama gelince hemen “Pahalı” diyorlardı. Bütün pastayı sadece kendileri yemek istiyorlardı. Babam tabii ki kimse üzülmesin, kırılmasın, huzursuzluk çıkmasın diye kendinden fedakârlık yapıyordu. Babam, aileyi bir ve bütün gördüğü için her şeyi paylaşırdı, ortak karar alınmasından yanaydı. Oysa amcalarım, ortak iş yaptıkları hâlde kendileri için bir şey alacaklarsa hiçbir şekilde danışmaz, paylaşmaz, alırlardı.
Bencil insanlar hiçbir zaman karşı tarafı düşünmez, ne olursa olsun. Hayatta hep onlar haklıdır. Hataları olsa bile kabul etmezler. Hep almayı isterler. Bencil insanlarda paylaşma olmaz. Manevi değerlere bakmazlar. Çünkü merkeze sürekli kendilerini oturturlar. Hasta olursunuz, bilirler ama aramazlar. Sadece size işleri düşünce ararlar. Kendi menfaatleri için sizi severler. Bencil insanlardan gerçek sevgi ve değer hiç beklemeyin. Başkalarına kendilerini çok farklı gösterirler. Sadece birebir yaşarsanız anlarsınız böyle insanları. Onlara istediğiniz kadar yapın bir gün gene size döner, “Sen ne yaptın ki?” derler. O yüzden böyle insanlar için hep kalplerinin sevgi bulmasını dilerim.
İnsan yaşadığı mekânda bu, iş yeri olsun ev olsun, hep huzur verecek ve mutlu edecek insanları ister. Çocukken anneannem, teyzem ve dayım bizi ziyarete geldikleri zaman o kadar mutlu oluyordu ki. Çünkü onlarla çok güzel vakit geçiyorduk. Mutlu ve huzurlu oluyorduk. Evin neşesine neşe katılıyordu. Gitmelerini istemiyorduk. Bu her zaman geçerlidir. İnsan, huzur ve mutluluğu bulduğu mekânlara gider ve aynı zaman huzur ve mutluluk duyduğu kişilerle görüşmek ister, evine davet eder. Negatif enerji veren insanlardan uzaklaşır, değil görmek konuşmak bile istemez.
Çocuk her zaman bilir, kimlerin iyi geldiğini kimlerin iyi gelmediğini.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Yüreğinize sağlık Nurgül hanımcığım yine çok güzel anlatmışsınız❤️
Sağolun Birnur Hanımcığım
Sevgiler❤