SADECE BEN DEMEMEK

Sandığın her açılışı yeni anıları gün yüzüne çıkartıyor. Her bir yeni anı beni geçmişime, çocukluğumun o çok özel, sıcacık anlarına götürüyor. Eminim anlattığım çocukluğum sizleri de kendi çocukluğunuza doğru bir yolculuğa çıkartıyordur. Bu yolculukta belki daha önce hiç fark etmediğiniz durumlarla yüzleşiyorsunuzdur. Acaba bugün sandık bize hangi anıları yeniden yaşatacak?   Çocuk büyüdükçe yaşadıkları da büyümeye başlar. Büyük anılar sandığı daha da heyecanlı ve gizemli bir hal katıyor. Çocuğun büyümesiyle paralel okulda, ailesinde, arkadaşlarının içinde olduğu dünyasında her şey değişmeye ve büyümeye başlamıştır. Hal böyle olunca da anlatacak bir dünya olay yaşanmaya başlamıştır.

Rahmetli babamın çocukluğumuzda adeta ruhumuza işlediği bir söz benliğimde en önemli yol gösterici olmuştur. “İyilik yap denize at.” Nedir bu sözün anlamı? İyiliği denize atmak da ne demek? Bu sözü ilk duyduğumda bu soruları sormuştum babama. Onun verdiği cevaplardan anlamıştım ki; iyilik yapacaksın ama onun peşine düşmeyeceksin. Onun hesabını tutup karşılığını beklemeyeceksin. Dünya ve insan ruhu tıpkı deniz gibi uçsuz bucaksız. Yapacaksın iyiliği ve o uçsuz bucaksız insanlıktan illa da geri dönüşünü beklemeyeceksin. İyiliği yap ve o orada kalsın. Denize bir parça yem atarsın hangi balık yemiştir bilemezsin ve peşine de düşemezsin o yemin. Elbet bir balık faydalanır o yemden. Bu sözle hemen hemen aynı manaya gelen sözleri Kur’an-ı Kerim öğrenmek için gittiğim caminin hocasından duymuştum. “İnsanlığın yolu yardımsever ve paylaşımcı olmaktan geçiyor” demişti.

  • “Ailemiz bize hep paylaşmayı öğretti. Öyle sadece maddiyatı değil yani sadece ekmeğini paylaşmayı değil, maneviyatı paylaşmayı da öğretti. Komşularımızdan bazı teyzeler annemle çoğu zaman dertleşmeye gelirlerdi. Annem onları hoş sohbetiyle karşılar, dertlerini yumuşatır, kafalarını boşalmalarını, rahatlamalarını adeta hafiflemelerini sağlardı. Her zaman çok güzel ve akılcı sözler söyler onların dertlerine deva olurdu. Bu işte çok başarılıydı. İnsan konuşacak dertleşecek güzel gönüllü insanlar ararlar ve annem de güzel gönlüyle onlara destek olur onları mutlu ederdi. Üçüncü sınıfa devam ediyordum yeni öğretmenimle daha önce bahsettiğim gibi tam bir uyum ve yakınlık hissedememiştim. Ders anlatırken sert bir ifade takınırdı, aslında sadece ders anlatırken değil bizlerle yaptığı sıradan bir konuşmada bile sertliği hissedilirdi. Özellikle bizleri tahtaya kaldırıp soru sorduğunda ve o soru yapmayınca çok daha sertleşirdi. Bir gün arkadaşlarımdan bir tanesi tahtaya kalkmıştı kendisine sorulan soruyu maalesef bilememişti. Öğretmenimizden öyle sert bir tavır görmüş, öyle sert bir söz duymuştu ki ağlayarak sırasına geçmişti. Arkadaşımın üzülmesine o kadar üzülmüştüm ki, içimde bir şeyler parçalanmıştı gibiydi.  Öğretmenimim sözü belki ağlatacak bir söz değildi ama o da tıpkı benim gibi hassas bir çocuktu ve hassas çocukların tepkileri de böyle olabiliyordu.  Ben alındığım ya da kırıldığım zaman ağlamazdım, aslında ağlardım ama dışarı değil içime doğru ağlardım.  
  • Bu sene beslememizi kendimiz götürdüğümüz için annem o mis kurabiyelerinde, poğaçalarından koyardı beslenme çantama. Tabii ki bunların yanı sıra meyve ve süt eksik olmazdı beslenme çantamdan. Her öğrenci imkanlarına göre hazırlamaktaydı beslenmesini. Ama ne var ki herkes birbirinin ne getirdiğini de görebiliyordu. Yan tarafımdaki sırada oturan bir arkadaşım sürekli bizim yediklerimize bakıyordu. Onun bakışları dikkatimi çekmişti. Ona kurabiyelerimden ikram etmiştim. Aldı ve keyifle yedi ardından annesinin ona böyle şeyle yapmadığını söyledi. Belki de yapmıyor değil yapamıyordu. Sonradan fark etmiştim ki o sürekli ekmek ve peynir getiriyordu, ne meyve ne süt. Fazla yemek yemeye düşkün bir çocuk olmadığımdan annem her şeyden birer tane koyardı yanıma. Kimi günler sadece bir kurabiye yer, meyveme dokunmadan eve götürürdüm. Arkadaşımın hali bana çok dokunmuştu, kurabiyeleri, poğaçaları, meyveleri daha fazla koymaya başlamıştım beslenme çantama. Niye mi? Tabii ki arkadaşım için. O bundan çok mutlu oluyordu, bende paylaşmaktan çok mutlu oluyordum. Onun eksiklerini gidermek, onu mutlu etmek beni daha huzurlu kılıyordu. Gün geçtikçe bu yardımlaşma sayesinde arkadaşlığımız daha da güçlenmişti. Teneffüsleri beraber geçirmeye başlamıştık, diğer arkadaşlarımla birlikte onu da yanımıza alıp oyunlar oynuyorduk. Böylelikle çekingenliği yavaş yavaş üzerinden atmaya başlamıştı. Bir ara annem benim bu kadar yemek yemeyeceğimi bildiği ne kadar bu kadar çok yiyeceği yanıma aldığımı sormuştu. Bende ona durumu anlatmıştım ve annemden kocaman bir aferin almıştım. Bazen o arkadaşımla okul çıkışı bize gidiyorduk ve annemin hazırladığı enfes yemekleri beraber yiyorduk. Matematik dersinde biraz zorlanırdı, ağabeyim ve ablam onu ders çalıştırırlardı. İşte yine paylaşmak. Birlikte çok güzel vakit geçiriyorduk ve çekingen arkadaşım artık dışa dönmeye başlayıp herkes ile arkadaşlık etmeye başlamıştı. Biz artık birbirimizin en iyi arkadaşıydık.”

Çocukluk da aileden edinilen her güzel duygu insana hayatı boyunca arkadaşlık eder. Ben ailemden paylaşmayı ve yardımseverliği gördüm, bu duyguların kıymetini öğrendim. Tabii ki her zaman söylediğim gibi yine söylüyorum; ‘insanın ruhu güzelliklere açık olacak ki hayat boyu bu güzellikleri devam ettirebilsin.’ Kimseyi ayırt etmeden maddi ve manevi yardımlaşmayı bir çocuğun öğrenmesi onda ego oluşumunu büyük ölçüde engelleyecektir. Çünkü herkes aynı derece maddi ve manevi olarak imkanları olmayabilir. Önemli olan o insanları rencide etmeden onlarla yardımlaşmak, paylaşımda bulunabilmektir. Hiçbir beklenti peşinde koşmadan saf ve duru sevgiyle insanlarla bağ kurabilmek bütünleşebilmek çok özel bir davranış şeklidir. En güzel ve sıkı arkadaşlıkların tohumları böyle yaklaşımlar sayesinde olur.

Çocukluğunda arkadaşlarını dışlayan, kendi arkadaş grubuna dahil etmeyenler büyüyüp bir yetişkin olduklarında da benzer davranışları sergilerler. İnsanları sınıflara ayırmanın tohumları çocuklukta atılır. Bilinçli, görgülü ve sevgi dolu aileler çocuklarında bu olumsuz davranışların oluşmasına asla müsaade etmezler. Maalesef bazı aileler de tam ters bir tavırla çocuklarına insanları sınıflandırmayı öğretmektedirler. İşte bu çocuğa, topluma, dünyaya yapılacak en büyük yanlıştır.

Her insan kendisi için değerlidir ve çevresinden de en yüksek değeri görmeyi hak eder. İnsanlar birbirlerini sınıflandırarak aslında kendilerini aslında değersizleştiriyorlar çünkü kendini de bir eşya gibi bir sınıfa tabi tutan insan aslında gerçekte kendine de değer vermiyordur. Kendine değer vermeyen bir insanın başka bir insana değer vermesi elbette beklenemez.

Paylaşmanın ve yardımseverliğin içinde saf sevgi vardır. Sevgiyi bilmeyen, yaşamayan yardımlaşmayı ve paylaşmayı da bilmez. Sadece benim olsun her şey, sadece ben, sadece ben der…

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

4 yorum “SADECE BEN DEMEMEK

  1. Yine güzel bir paylaşımla yüreklerimize dokundunuz.
    Sonsuz sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
    Sağlıkla , sevgiyle kalın .

  2. Yazıların beni hep çocukluğuma götürüyor ve düşündürüyor.Bizlerde paylaşmayı seven çocuklardık bütün çocukların böyle yetiştirilmesi dileğiyle.
    Kalemine sağlık Nurgülcüğüm.

    Sevgiyle kal

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir