GÜLMENİN VE AĞLAMANIN KARDEŞLİĞİ

Seremoniyi layığıyla yerine getiren çocuk anısını anlatmaya başlayabilirdi. Ama öncesinde gözlerini kapattı, anlatacaklarını düşündü. Gözleri kapalı şekilde anlatacaklarını düşünürken dudaklarının kenarından zaman zaman gülümsemenin izleri, zaman zaman da acının, üzüntünün izleri geçip gidiyordu. Bugün anlatacaklarında hem acı hem de mutluluklar vardır. Hayat böyle değil miydi zaten? Gülmek ve ağlamak arasında garip bir kardeşlik yok muydu?

  • “Muhteşem ada tatilimizin sonuna gelmiştik, artık İstanbul’ a dönüş vaktimiz gelmişti. Yaz mevsimi yerini sonbahar mevsimine bırakmaya hazırlanıyordu. Havalar yavaş yavaş serilemeye başlamıştı bile. Özellikle, akşam vakitlerinde serinliği belirgin şekilde hisseder olmuştuk. Yumuşak bir şekilde esen rüzgar sertleşmeye başlamış üzerimize bir hırka giymeden akşamları bahçede oturamaz olmuştuk. Sonbaharın gelmesi elbette güzeldi ama adadan ayrılıyor olmak beni üzüyordu. Özgürlüğüm elimden gidiyordu. Adada rahatlıkla gezebiliyordum, size anlatmıştım keyifli bisiklet turumu, işte öyle keyifli gezileri İstanbul’ da yapamayacak olmam canımı sıkıyordu. İstanbul’ da ancak mahallemizde gezebiliyordum ya da evimize en fazla on dakikalık mesafeli alanlarda oynayabiliyordum. Oysa ada da öyle mi? Kaybım sadece özgürlüğümü yitirmek değildi, adada ki arkadaşlarımdan da ayrı kalacaktım. Güzel şeyler bitiyormuş ya da her şeyin bir sonu varmış, işte bunu da öğrenmiştim o yaz.

Yaz sonunda canım dedemi de kaybetmiştik. Bu kayıp aileye yeni bir acıyı daha getirmişti. Babaannemi kaybetmemizin üzerinden daha bir yıl geçmişken şimdi de dedemi kaybetmek hepimizi derinden yaralamıştı ama en çok da babamı ve amcamları… Sevdiğin bir insanı, ailenin bir parçasını kaybetmek çok acı veren bir duyguydu. Bu duygu bende (çocukken çok da anlayamadığım) kaybetme korkusunun oluşmasına sebep olmuştu. Sevdiğim her insan bir bir beni bırakıp gidecek diye düşünmeye başlamıştım. Garip ve tarifsiz bir çaresizlik duygusuydu bu! Babam ve amcalarım dedemin cenazesini İstanbul’ dan Malatya’ ya götürdü. Babaannemin yanına defnettiler. Annelerini kaybetmenin acısı daha yüreklerinde sıcacıkken şimdi de o acıya babalarını kaybetmeyi de eklediler. Kocaman tarifsiz bir acı yaşıyorlardı…

Okulların açılmasına az bir zaman kalmıştı. Bu yıl kardeşimde okula başlıyordu ve benim geçen yıl ki heyecanımı yaşama sırası ona gelmişti. Elbette ben de okullar açılacağı için heyecanlıydım; okulumu, öğretmenimi, arkadaşlarımı çok özlemiştim. Ama bu heyecan birinci sınıfa başlarken yaşadığım heyecandan çok daha farklıydı. Tıpkı geçen yıl ki gibi hummalı okul hazırlıkları başlamıştı. Ağabeyim de beşinci sınıfa başlayacaktı, ortaokula sadece bir sınıf kalmıştı. Kardeşimde tıpkı benim gibi, artık oyuna çok zaman ayıramayacak ancak derslerinden arta kalan zamanlarda oyun oynayabilecekti. Artık o da benimle aynı kaderi paylaşacaktı… Ondan bir sınıf büyük olduğum için ona derslerinde yardım edebilecektim, bir nevi ona ablalık yapacaktım. Her ne kadar ikiz gibi büyüsek de ben bir adım öndeydim. Birinci sınıfta okula ağabeyimle birlikte servisle gidiyorduk, bu yıl kardeşimin de eklenmesiyle üç kişi okula gidip gelecektik. Annem üçümüzün servisle gitmesini babamla konuşmuş ve babam da kabul etmişti. Ama ortanca amcam ( çocuğu olmayan) bu duruma razı gelmedi. Biz işe giderken arabayla bırakırız, çıkışta da annesi alır dedi. Bu durum annemin hoşuna gitmese de bu şekilde karar verildi. Annem bizi okuldan alma saatine geç kalabilme durumuna karşılık kendisi gelene kadar okulun bahçesinden dışarı çıkmamız hususunda sıkı sıkı tembihlerdi. Nede olsa okulumuz ve evimiz arasında iki büyük ana cadde vardı, caddelerde tehlikeliydi.

Gelelim ablama… Onun heyecanı da, telaşı da bizlerinkinden hem daha farklı hem de daha büyüktü. Sınav sonuçları açıklanmıştı ancak sonucu postacının getireceği mektupla öğrenebiliyorduk. (O zamanlar teknoloji bugünkü gibi olmadığından postacıyı beklemekten başka çare yoktu.) Sonuçların açıklandığı bilgisi gelmiş üzerinden birkaç gün geçmişti, evde ki herkesin gözü kapıda o önemli adamı yani Postacı Amcayı bekliyordu. Onun ne zaman geleceğini bilmediğimizden her kapı çalınışı bizi heyecanlandırıyordu. Acaba Postacı Amca mıydı bu sefer kapımızı çalan? İşte o gün kapı çalınmış ve beklenen adam gelmişti. Ablam heyecanla kapıya koşmuştu ve karşısında postacı… Hiç unutmam o gün Postacı Amcanın söylediğini: ‘ Müjdeli haber için bahşişim nerede?’ Ablam heyecanla zarfı eline aldı, hızlıca açtı, sanki elleri titriyordu heyecandan. İstediği okulu ve bölümü kazanmıştı, hepimiz rahat bir nefes almış ve çok mutlu olmuştuk. Yan komşumuzun kızı da sınava girmişti ve postacı ona da sonuç kağıdını getirmişti. Ama maalesef o istediği okulu kazanamamıştı. O gün kapıda ablama şunları söylemiş annesi de onu tasdiklemişti.’ ‘Keşke bende senin kadar yüksek puan alabilseydim, sen çok şanslısın.’ Onların bu düşüncesi yanlıştı, bu şans değildi. Ablam şanslı olduğu için değil çok çalıştığı için istediği okulu kazanmıştı. Ablamın bu okulu kazanmasında ortanca amcamın da emeği görmezden gelinemezdi. Onu her hafta sonu Avrupa yakasında dershaneye hiç üşenmeden getirip götürmüştü. Ablam bu güzel haberi alır almaz babamlara da müjdeyi vermek için yakınlarda ki telefon kulübesine gitmişti. (O zamanlarda evimizde telefon yoktu.) Önce onlara şaka yapmış okulu kazanamadığını söylemiş, telefonun diğer tarafında ki amcam bu şakaya hiç inanmamış. Hal böyle olunca da ablam kazandığı okulu sevinçle söylemiş. Habere babamda amcamlarda çok sevinmişlerdi. Özellikle ortanca amcam için okul başarılarımız çok mühimdi.

Artık büyüyordum, ikinci sınıf olmuştum ve o günlerde de para bitirmenin ne denli mühim olduğuyla ve özgürlüğüyle tanıştım. Bankalar kumbara ve ilkokul öğrencileri için aylık dergiler dağıtırlardı. O dergilerde; türlü hikâyeler,  bulmacalar ve boyama sayfaları olurdu. Bankadan hem kumbaramızı hem de dergimizi alırdık, bu çok hoşumuza gider, mutlu olurduk. Okula beslenme götürmüyorduk. Her gün bir sınıf annesi hepimiz için özel beslenmeler hazırlar ve sınıfta dağıtılmak üzere okula getirirdi. Bu uygulama, babamın okulda harcamamız için verdiği harçlığı harcamayıp kumbaramızda biriktirmemiz için güzel bir vesile olurdu. Okul harçlıklarımız, bayram harçlıklarımız derken tüm harçlıklarımızı kardeşimle birlikte biriktirmeye başlamıştık. O kendi kumbarasında ben kendi kumbaramda… Kardeşim kumbarası benimkinden daha dolu olurdu, saydığımızda da hep onun ki benimkinden fazla çıkardı, o daha tutumluydu. Para biriktirmek, kendime ait bir paraya sahip olmak çok farklı bir duyguydu. Tamam, ben kazanmıyordum o parayı ama bana verilmişti, onun üzerinde tüm hakka sahip olan bendim. O paralar benimdi. Annemle markete gittiğimde ya da bakkaldan alışveriş yaparken istediğim bir şey olduğunda annemden istemek yerine parasını kendim vererek alabiliyordum. İstediğimi alabilmemin özgürlüğü müthiş bir özgüven oluşturuyordu bende.  Yine bir gün bahçede oynarken canım gofret istedi. Önce bakkala gittim, gofretin fiyatını öğrendim, ardından eve döndüm kimseye bir şey demeden doğruca kumbaramın yanına gittim, içinde gofret almaya yetecek kadar param olduğunu görünce mutlu oldum, sevinçle bakkala geri dönüp gofretimi aldım. Kocaman bir mutlulukla da gofretimi yedim. Kumbaramda para olmasaydı annemden gofret parası isteyebilirdim ama öncelik kendi paramı harcayabilmekti. Sonuçta sürekli annemden para istemek olmazdı, bana ya bir gün önce verdiğini şimdi veremeyeceğini söyleyebilirdi ya da başka bir şey söyler para vermeyebilirdi. Her şey mümkündü. Onun için bütün paramı harcamak da olmazdı, o anda kumbarada ki param gofrete yetmiyorsa başka bir şey de alabilirdim. Güzel bir şeydi özgürlüğün çeşitlerini yaşamak!”

Çocuklukta kazanılan değerler kişilik gelişiminde son derece önemlidir. Bu anıda olduğu gibi, para biriktirmeyi öğrenmek çocuğu tutumlu olmak yolunda eğitir, sorumluluk duygusunu geliştirir. Çocuğun kendi parasını harcaması ileri ki yaşlarda para kazanma isteğini doğurur. Nasıl çocukken emek harcayarak para biriktirmeyi öğrendiyse yetişkinliğinde de emek harcayarak para kazanmasının gerekliğini kavrar, fark eder.  Kimseye bağımlı olmadan istediğini alabilmek, yaşayabilmek, kendi emeğinin getirisini yiyebilmek kadar güzel bir şey var mı? Ailelerin maddi gücü iyi de olsa kişi her zaman ayaklarının üzerinde durabilmeli,  dürüstlük ve sevgi ile kendi parasını kazanmalıdır. Burada önemli olan meslek değildir, önemli olan emek vermektir.  Yeter ki o para dürüstlük ve sevgi ile çalışılıp kazanılsın.

Bugünkü anımda kaybetme korkusunu da paylaştım sizlerle. Kayıplar, hele ki çocuk yaşlarda kapınızı çalan o büyük kayıplar bilinçaltında korkulara yol açabiliyor. Kaybetme Korkusu! Tabii ki çocukken bunun farkına varmak mümkün değil,  zaman geçtikçe, yaş ilerleyip bununla birlikte bilinç seviyesi yükseldikçe durumu doğru değerlendirip anlayabiliyorsunuz.  Her şey yolunda giderken yaşanılan bir üzüntü ya da bir birliktelikte ki zamansız ayrılık üzüntüsü sizi bilinçaltınızın daha önce açılmamış kapılarını açmanız için bir keşif yolculuğuna çıkarabilir. Eğer belirli bir farkındalığa erişmişseniz bu olayları neden yaşadığınıza dair kendi iç dünyanızı sorgulayabiliyorsunuz, bilinçaltına yerleşen kaybetme korkusunu bulup onu şifalandırabiliyorsunuz. İşte o zaman ruh dönüşüp, özgürleşiyor. İlerleyen zamanlarda bu konuyu ve bende ki izlerini detaylı olarak sizlerle paylaşacağım.  Unutmayın kendimizle yüzleştiğimiz ölçüde hayat yolunda ki engelleri kaldırmakta başarılı olabiliriz.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

8 yorum “GÜLMENİN VE AĞLAMANIN KARDEŞLİĞİ

  1. Nurgülcüm korkularımızın farkına varmak önemli nasıl dönüstüreceğini bilmek daha da önemli. Bir de bunları nasıl iyileştirebiliriz diye niyetli olmak da.cocuk yaşında sorumluluk duygusunu ne güzel ögrenmişsin. Paranın kıymetini bilmek cimri olmadan tutumlu olmak cok önemli.tabi büyüyüp eli ekmek tutunca yardım etmek de. Önümüzdeki yazıları merakla bekliyorum .yüreğine saglık canım.

  2. Yine çok güzel bir konuya değinmiş ne güzel anlatmışsınız Nurgül hanımcığım .Kaybetme korkusunu çocuklukta öğrenenlerdenim ve tüm hayatımda etkisini yaşadım malesef

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir