SEZGİLER DİLE GELİYOR SUSMAK İSTEMİYOR

Çocuk sandığın başına yeniden geçti, ama bu sefer elinde anahtar yoktu. Neredeydi anahtar?  Kaybetmiş miydi, yoksa sandığın içinden çıkacaklara dair kaygısı olduğundan bile isteyerek anahtarın yerini mi unutmuştu? Gözlerini kapatıp, sessizce bir süre sandığın başında oturdu, ardından dudağının kenarında bir gülümseme hasıl oldu. Yavaşça montunun sağ cebini yokladı, anahtar oradaydı. Oysa sandığın başına gelirken tüm ceplerini kontrol etmiş, anahtarı bulamamıştı. Nasıl olduysa şimdi oradaydı. Anladı ki sandığı yeniden açma anı tamda o andı. Elini cebine usulca soktu, büyük bir öz güvenle anahtarı çıkarttı, sandığın deliğine yerleşti ve sandık açıldı…

  • “Babaannem dünyamızdan gideli 22 gün olmuş, benim de okula başlama vaktim gelmişti. Her ne kadar annem, babam, ağabeyim ve ablam okul hakkında bana bilgiler vermiş olsalar da o büyük gün gelmişti işte ve ben çok heyecanlıydım. Artık okullu olacaktım, çok mutluydum. Gerçekten büyüdüğümü hissediyordum, yüreğim pır pır ediyordu, kanatları olsa uçacaktı sanki. Ama yüreğimin bir tarafına da garip bir burukluk hakimdi, bunu görmezden gelemiyordum. Ben okulda olacaktım ama kardeşim evde olacaktı. O dilediğince oynamaya devam edecekti, bense, okulumdan, derslerimden fırsat buldukça o muhteşem oyunlarımı oynayabilecektim. Artık zamanım yeni sorumluluklar için bölünüyordu ve oyun zamanım küçücük kalmıştı. Peki ya oyuncaklarım? Onlar ben okuldayken, yani bensizken ne yapacaklardı? Bizim öyle çok oyuncağımız yoktu, bir oyuncakçı gördüğümüzde isterdik o yeni oyuncaklardan, ama illaki alalım diye de tutturmaz, alınmadığında da öyle çok da üzülmezdik. Annem bize elimizdeki oyuncaklarla yetinmeyi, onların kıymetini bilmeyi öğretmişti. Onlarla çok keyifli oyunlar oynardık ve asla oyuncaklarımıza zarar vermezdik. Hemen her kız çocuğu gibi bende bebekleri çok severdim. Dayım yurtdışından öyle güzel bir bebek getirmişti ki bana, o benim en kıymetlim olmuştu. Ona gözüm gibi bakmıştım, zarar görmemesi için korumuştum. (O güzeller güzeli bebek halen ilk günkü haliyle durur ve onu anı köşemde sevgiyle saklarım.) Her zaman oyuncakçıdan alınan oyuncaklar değildi eğlencemiz. Biz kendi oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. Yaratıcılık bu ya! Evimizde yeşil, tahta bir sandalye vardı, kardeşim onu ters çevirir, ön kısmına kendisi oturur, beni de arkasına oturturdu. O şoför ben de müşterisi olurdum. Nereye gidiyoruz? Gezmeye gidiyoruz! Nasıl mutlu olurduk arabacılık oynarken…  Ah bir de o pazar günleri… Ablam pastaneye gider baton pasta ve her birimize de gofret alırdı. Ne güzeldi o tatlar…  

Ağabeyimle aynı okula gidecektim, o servisle giderdi ve tabii ki bende servisle gidecektim. Sabahçıydım, sabah başlayacak, öğleden sonra son bulacaktı okul. O sabah, kahvaltı sofrasına oturduk, annem hep söyler çok iştahlı bir çocuk olmadığımı ama o ilk gün daha da iştahsız olmuştum. Heyecandan ağzımdaki lokmalar sanki birer kaya gibi geliyordu bana, yutabilmek ne mümkün… Her ne olursa olsun kahvaltı yapmadan evden çıkılmazdı bizde, annemde babamda bu konuda çok titizdiler. Babamın kahvaltı yapmadan işe gittiğini hiç bilmem. Kahvaltımızı yaparken annemde bir taraftan beslenme çantamı hazırlıyordu. Beslenme çantam hiç eksik olur mu? Annemin yaptığı keklerden, böreklerden, kurabiyelerden oluşurdu beslenme çantam. Ah bir de süt! Ben o sütü içmez eve geri getirirdim. Yemek seçerdim, öyle her şeyi yemezdim, sebzeyle de aram hiç iyi değildi.  Oysa kardeşlerim yemek seçmezdi, sadece ben. Bu da bende ki olumsuzluktu maalesef. (Zaman içinde yemekleri ayırt etmemdeki yanlışlığımı, olumsuzluğumu düzeltmem gerektiğinin de farkına vardım. Bu farkındalıkla Allah’ın vermiş olduğu tüm nimetleri zevkle yemeye başladım, özellikle de sebzeleri.)

Siyah önlüğüm, kar gibi bembeyaz yakam, örgülü saçlarım, yepyeni defterim, kalemim, silgim ve beslenme çantam. İşte ben okulluydum artık! İlk gün beni okula annem götürdü.  On beş dakikalık yürümenin ardından nihayet okula varmıştık. Öğrenciler bahçede sıra olmuştu, annemde beni sınıfım olduğu sıraya götürdü, ağabeyimse koşa koşa arkadaşlarının yanına, oradan da sınıfına gitti. Öğretmenimiz geldi, biz çocuklarını sınıfına götürdü. Her şey sakince ilerliyordu. Sınıfımıza girdik, öğretmenimin gösterdiği yere oturdum ve can kulağıyla onun ağzından çıkan her bir kelimeyi dinlemeye başladım. Annem beni bahçedeki sırama bıraktıktan sonra ne yapacağımı görmek için bir süre beklemiş. Acaba ağlayacak mıydım? Çünkü ağabeyimden tecrübeliydi annem, o okulun ilk günü ağlamış, ben ne yapacaktım? Bakmış her şey yolunda, hemencecik eve geri dönmüş.

İlk gün arkadaşlarımla, öğretmenimle tanışmakla geçmişti ve saat öğleni gösterdiğinde ağabeyimle birlikte servisimize binip evimize dönmüştük. Eve döndüğümüzde, salonda annem misafirlerimizle birlikte ikramlıkları yemekle meşguldü. Misafirler hiç de sürpriz olmamıştı, çünkü bizde misafir hiç eksik olmazdı. Annem başta olmak üzere evdeki herkes bana okulun ilk gününün nasıl geçtiğini sordu. Bende ki cevap: “Doktor olmama az kaldı!” Cevap bu ya, ardından yeni sorular geldi. Ne doktoru olacaksın? Çocuk doktoru! Başka ne olabilirdim ki? Öyle ya, biz hasta olduğumuzda çocuk doktoruna giderdik. O bizi türlü ilaçlarıyla iyileştirir çok sevdiğimiz oyunlarıma kavuşmamızı sağlardı. Çocuk doktoru bizi sadece iyileştirmezdi, bizi mutlu ederdi. Bende çocukları mutlu etmek için, onları çok sevdikleri oyunlarına kavuşturmak için çocuk doktoru olmalıydım.

Babamın işleri yoğun olduğundan derslerimize annem yardımcı olurdu. Annem evdeki öğretmenimdi. Okuma yazma öğrenmeme, matematik çalışmama annem yardım ederdi, bende onu pür dikkat dinlerdim. Hatta kardeşimin de benimle çalışmasını okula başlamadan bir şey öğrenmesini istemiş bunun içinde çok uğraşmıştı. Ama nafileydi, oyun dururken dersler istenir miydi? Benim okul telaşım böyle başladı ve peşinde bir sürü anıyı da sürükleyerek keyifle devam etti…

Okula servisle gitsek de bazı günler annem alırdı okuldan bizi. Yolda tanıdıklara rastlardık, annem ayaküstü sohbet ederdi onlarla. O kişilerden kimilerini içime sindiremezdim, bunu da anneme söylerdim. Onları tanımazdım ama hissederdim. Bu sözlerimi evimize gelen kimi misafirler içinde söylediğim olurdu. Fakat annem sezgilerimle söylediğim o sözleri saygısızlık olarak nitelendirir, beni susturdu. Ben yedi yaşındaydım, ama sezgilerimin yaşı yoktu. Ben çocuktum, ama sezgilerim çocuk değildi. (Gün geldi annem de nihayet sezgilerimin doğruluğunu yaşayarak gördü.)  Tertemiz ruhum, aydınlık sezgilerim insanların taktıkları maskelerin ardını çoktan görmeye başlamıştı. Ama yazık ki ben gerçekleri söylerken, annem o gerçekleri saygısızlık olarak addetmişti. Annemin bu yargısı, gerçekleri söylemekten yana beni korkutmuş, sindirmişti.  Allah bana sezgilerin gücünü sunmuştu ama ben ayıplanma ve saygısızlıkla suçlanma karşında korkuyla susturulmuştum. Her ne kadar dillendiremesem de kişilerde gördüğüm olumsuzlardan sonra kendimce bir yöntem geliştirmiştim. Onlardan uzak duruyordum. Ama bu seferde gördüklerimi, hissettiklerimi içime atar olmuştum.”

Yaşadığım bir olaydan sonra, çocukluğumda bilinçaltıma yerleşen, saygısızlık yargılamasıyla karşılaşmak ve dışlanmaktan korkmak duygusuyla nihayet yüzleşebildim. Allah’ın vermiş olduğu durugörü, durubiliş, duruişiti, durusezgi ve rehberliği kullanarak bilinçaltımda yanlış anlamlanan saygısızlık, korku kalıplarını şifalandırdım. Vakti geldiğinde bu oluşumu da size detaylarıyla anlatacağım. Artık hissettiklerimi, gördüklerimi karşımdakine sevgiyle anlatıyorum. Kabul edilir ya da edilmez… İnsanlar kendi gerçekliklerini karşısındakinden duymaktan çok da hoşlanmaz. Bunu iyi biliyorum. Lakin sizi birileri uyandırmalı… Lütfen buna müsaade edin.

Kalp gözü açık, farkındalığı yüksek nice çocuk vardır ki, o çocuklar bu artılarından dolayı gerek aileleri gerekse çevreleri tarafından baskılanmaktadırlar.  Oysa çocukluk insanın en saf evresidir. Şayet öğretilmediyse ego yoktur, kibir yoktur, öfke, nefret yoktur onlarda. Bırakın, onların yüreklerini susturmayın. Konuşsunlar, anlatsınlar, kendilerini kendi dilleriyle ifade etsinler. Anlamadan, dinlemeden sürekli bastırılan, yargılanan çocuklar içsel yeteneklerini yitiriyorlar ve bu yeteneklerinin bir daha ortaya çıkması neredeyse mümkün olmuyor. Düşündüklerinden ve onları dile getirdiğinden dolayı sürekli yargılanan, eleştirilen çocuklar özgüvensiz, korku dolu, mutsuz bireyler oluyorlar. Çocukların ruhsal, düşünsel özgürlüklerini ellerinden almayın. Onlara hissettiklerini en doğru şekilde nasıl ifade etmeleri gerektiğini öğretin. İşte o zaman her şey yolunu bulacaktır. Çocukların yüreklerini aydınlatın, korkuyla kararmasına izin vermeyin.

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

8 yorum “SEZGİLER DİLE GELİYOR SUSMAK İSTEMİYOR

  1. Yine bir solukta okudum..Yüreğinize sağlık Nurgül hanımcığım.Ne güzel anlatmışsınız yine.

  2. Sezgilerin çocukluktan belliymiş bunu farkedip geliştirmek önemli bunu yaptığın için topluma faydalı olacağına inanıyorum.
    Kalemine sağlık.
    Hepimiz susturulmuş çocuklarız maalesef ….

    1. Sağol Nurhayatcığım

      Dileğin içinde teşekkür ederim. Allah’ın izni ile bütün canlılara faydalı olmak.

      Önemli olan farkındalığa varıp o olumsuzlukları dönüştürmek.

      Sevgiler ❤

  3. Canım; yine cok akıcı ve güzel bir yazı olmuş.Cocukluk zamanlarında gerek ailede gerek okulda olsun cocuklar susturulmamalı.Cünkü cocukluk insan hayatının en temiz en saf ve berrak oldugu dönem.Mücevher gibi işlenmeli ki ileri yıllara insanlar en güzel sekliyle hazır olabilsinler.Yazıyı okurken benim de cocukluğum ile ilgili anılar geldi.Evimize gelen kişilerin yada komsuların niyetlerini sezinlerdim ama susardım cünkü annem kızardı..Sonraki yıllarda bastırıla bastırıla bu sezgi duygusu kapandı.

    1. Sağol Canım

      Aynen çocukluk döneminde susturulduğu zaman o yetenekler kullanılmıyor. Önemli olan farkına varıp o yetenekleri tekrar hayatına işlemek.

      Allah’ın vermiş olduğu ruhsal yetenekleri kimsenin etkisi altında kalmadan kullanılmalı.

      Ben kalbimin sesini dinledim. Kalbimin sesini sezgilerimi dinlerim. Onlar bana hayatta rehberlik yaparlar.

      Sevgiler ❤

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir