Çocuk sandığa yaklaştıkça duyduğu seslerin gücüde artmaya başlamıştı. Bir sürü ses geliyordu sandığın derinliklerinden. Önce anlam veremedi, neydi bu, sandık konuşuyor muydu? Anahtarıyla usulca sandığı açtı, gördükleri karşısında hayrete düştü. Her bir anı öne çıkmak, dile gelmek için birbirleriyle yarışıyor, sen ben kavgası ediyordu. Oysa hepsinin bir sırası vardı, sırasıyla gün yüzüne çıkacaklardı. Çocuk onları anlayışla ve tebessüm selamladı. Biliyordu ki çocuk dünyasında sabırsızlık, acelecilik vardı ve nihayetinde bu anılar bir çocuğa aitti, anıların böyle sabırsız olması da çok normaldi. Vakti gelen anıyı aldı, bir çırpıda sandıktan çıkarttı ve onu dillendirmeye başladı.
- Birinci sınıf çok güzel geçiyordu ve zaman ilerleyip günler geçtikçe derslerdeki başarımla kendimi göstermeye başlamıştım. Sınıfta okuma yazmayı erken öğrenen birkaç çocuktan biriydim. Öğretmenimin anlattığına göre, bu başarımız ödüllendirilecek bize Teşekkür Belge’ si verilecekmiş. Bu belgenin anlamını öğretmenime sordum. O da usulünce anlattı. Bu belge başarılı öğrencilere verilirmiş, bu belgeyi almak için ders notları çok iyi olmalıymış. Nasıl mutlu olmuştum! Ben Teşekkür Belgesi alacak başarılı bir öğrenciydim. Motivasyonum koşar adım yükselmişti. Sadece okuma yazma konusunda değil, diğer tüm derslerimde de iyiydim. Hele bu belgeyi alacağımı aldıktan sonra daha da çok çalışmaya başlamıştım, daha çok kitap okuyor, daha çok sayıların o inişli çıkışlı yolunda koşturuyordum.
Teşekkür Belgesi’ni düzenlenecek bir törenle alacaktık. Bu tören okulun salonunda yapılacak, bizler sahneye çıkacaktık. Öğretmenimiz sahnede oynamamız için bir piyes hazırlamıştı ve o piyeste benim de bir rolüm vardı. Piyesin heyecanı belge alacak olmamın önüne geçmişti. Sadece heyecan mı? Korkular, endişelerde başlamıştı. Ya sahnede rolümü unutursam ya sözlerimi unutursam ya hata yaparsam! Okuma yazmayı öğrendiğim için başarı belgesi alacaktım ama ya piyeste başarısız olursam ne olacaktı? (Bir kere başarılı olmanın elbisesini giyerseniz o elbiseyi hem giymek istiyorsunuz. Kendinizi buna şartlıyor ve ilerleyen hayatınızda olası başarısızlıklarda yıkılıyorsunuz.) Her ne kadar aktif bir çocuk olsam da çekingen bir tarafımda bir vardı. Sahneye çıkmaksa, işte onu ilk defa tecrübe edecektim. Törene ailelerimizde gelecekti, amcamda orada olacaktı. Yanlış bir şey yapar da amcam bana yine kızarsa… Çünkü daha dört yaşında yaşadıklarımı unutmamıştım. Düştüğüm için bana kızmıştı, ona göre yanlış yapmıştım. Yine yanlış yaparsam kim bana ne derdi?
Neredeyse tüm dünyam piyesteki rolüm olmuştu. Evde elimde defter sürekli ezber yapıyordum. Annemin kahvaltı hazırladığı bir gün, mutfakta fırının yanına oturmuş rolümü okuyordum. Rolüme heyecanına kapılmış olacağım ki, ocağa fazla yaklaşmışım, önce defterim alev aldı sonra da bir tutam saçım. Annem hemen müdahale etti, defterdeki ve saçlarımdaki ateşi söndürdü. İşte o gün ateşe karşı korkum başladı. Ateşten hele ki yangından çok korkar olmuştum. Ateş kötüydü, zarar verirdi.
Rolüme ve derslerime çalışmadığım zamanlarda kardeşimle evde, bahçede oyunlara devam ediyordum. Mahalle arkadaşlarım bize gelirdi, evde türlü oyunlar oynardım. Annemin yaptığı mis kokulu kurabiyeler oyunlarımızı süsler, masa başında o kurabiyelerin pişmesini beklerdik. Ah bir de kek yapıldıysa! Ne keyiflidir karıştırma kabında kalan kekten kalanlar. Kardeşlerimle o kabı sıyırmak için adeta sıraya girer, birbirimizle yarışırdık. Gelelim mutfaktaki ilk yemek yapma deneyimime. Annem beni yanına çağırdı, su böreği yapacağını ve bana da nasıl yapıldığını öğreteceğini söyledi. Pür dikkat onu dinledim, söylediği her şeyi harfiyen yerine getirdim. İşte olmuştu, annemle ilk su böreğimi yapmıştım! (Halen mutfakta marifetliyimdir… Birisi bir şeyler anlattığında pür dikkat dinlemek o günlerde edindiğim bir davranıştır…)
Tören gününe az kalmıştı, piyeste giyeceğimiz kıyafetleri öğretmenimiz belirlemiş, annelerimize de bildirmişti. Kareli etek, beyaz yakalı tişört, beyaz çorap ve beyaz ayakkabı. Kareli eteğimi annem dikmişti. Kıyafetlerimizi annem dikerdi genellikle. Kazaklarımızı, hırkalarımızı örerdi. Bayram gibi müstesna günler dışında mağazalardan nadiren kıyafet alırdık.
Nisan ayının o en güzel, en mühim günü gelmişti. Öylesine bir heyecana kapılmıştım ki, bu heyecan okula başladığım ilk günün heyecanını aşmıştı. Özenle kareli eteğimi, beyaz tişörtümü, beyaz çorabımı ve beyaz ayakkabımı giymiş okulun yolunu tutmuştuk. Ah o okul yolları! Sahneye çıktım, piyesi hiç hata yapmadan oynadık. Zafer bizimdi! Tabi ki sırada o süslü belgeyi almak vardı. Adım okundu, tekrar sahneye çıktım, belgemi aldım ve ailemin yanına geçtim. Öyle gururluydum ki, bu belgenin anlamını çok iyi biliyordum, ben başarılıydım! (Teşekkür Belgemi halen ilk günkü gibi muhafaza ediyorum.) O günle başarılı olmak ve sonraki adım olan mükemmeliyetçiliğe doğru o amansız eğilim bilinçaltıma yerleşmeye başlamıştı.
Sadece Matematik, Türkçe mi? En sevdiğim dersler arasında Beden Eğitimi’ de vardı. Topla oynanan tüm oyunlara bayılıyordum. Teneffüste nasıl oyunlar oynayıp eğleniyorsak bu dersimizde de öyle eğleniyorduk. Teneffüste oynadığımız oyunlar bol koşturmalı olanlardandı. Yine o koşturmaların birinde takılıp sol bileğimin üstüne düşmüştüm. Canım acımış ama ağlamayıp düştüğüm yerde öylece oturmuştum. Bileğimin rengi yavaştan mora doğru dönmeye başlamıştı. Sağ elimi sol bileğimin üzerine koyup, içsel sesimle bileğimle konuşmaya başladım. ‘Bir şey olmayacak, geçecek.’ O sırada zil çaldı, sınıfıma gittim, sırama oturdum, derste yine aynı şekilde hem bileğimi tuttum hem de bileğimle konuştum. Eve gittiğimde biraz ağrım vardı. Ama kimselere bu durumu anlatmadım, anlatamadım. Çünkü düşmüş ve hata yapmıştım. Ya bunu herkes duyarsa ya bana kızarlarsa! Sabah uyandığımda her şey normale dönmüştü bileğim gayet iyiydi. Enerjim ve iç sesim bileğimi iyileştirmişti. Çok mutluydum, şimdi aileme düştüğümü anlatabilirdim, anlattım da. Annem bileğimi kontrol etti, baktı ki bir şey yok, hepimiz rahatladık. Bu arada ben solağımdır. Çok uğraştılar sağ elimi kullanayım diye ama olmadı. Özellikle amcam çok zaman harcadı bu uğurda, ama ben sol elimden vazgeçmedim.”
Başarılı olmanın tadına varmak çok güzel bir duygudur. Bununla birlikte başarısızlığı kabullenmekte çok mühimdir. Sürekli başarılı olmak isteği başarısızlıkla karşılaşıldığında kişiyi depresif bir durum içine sokabilir. Özellikle çocuk yaşlarda bilinçaltına yerleşen başarılı olma zorunluluğu duygusu yorucu, yaralayıcı bir hal alabilir. Her daim başarılı olmaya çalışmak beraberinde mükemmeliyetçiliğe doğru bir sürüklenme getirir. Aşırı mükemmeliyetçilik duygusu kişinin ruhunda olumsuz duyguları da oluşturur. Sosyal hayatta, iş hayatın da okul hayatın da ruhsal gelişim de insanın özgürleşmesini engeller. Sanki bir komutanın direktiflerine uymak zorundaymışsınız gibi sizi kontrol altına alır. Mükemmeliyetçilik; ‘mükemmeliyetçi olma’, ‘her şeyi mükemmel yapmaya ya da sürekli mükemmel olmaya çalışma’ ve ‘her şeyi en iyi, tam, eksiksiz, yanlışsız ve kusursuz yapmaya ya da oldurmaya çalışma’ halidir. Mükemmeliyetçilik bir bakıma “kusursuzluğu arama” olarak da tanımlanır. Bu tarz bir mükemmeli arama içinde olan kişiler genellikle başarısızlığa aşırı derecede odaklanır, başarılarını görmezden gelme eğilimde olur, hatalarına olduğundan daha büyük anlam yükler ve kendi ile ilgili olumsuz duygular besler.
Çocukluk yıllarında başarılı olmama zorunluluğu hissetmenin ve mükemmeliyetçiliğin gelişimini önlemek için ebeveynlerin çocuklarından aşırı beklentiler içine girmemeleri, başarısızlığın veya hata yapmanın da kabul edilebilir ve yaşamın bir parçası olduğu mesajını vermeleri, başarı için çocuklarını motive ederken bunun yaşamda tek amaç olmadığını vurgulamaları önemlidir.
Hata yapmak bu dünyada en çok çocukların hakkı!
İlerleyen günlerde o sandık açıldıkça mükemmeliyetçiliğe dair ne anılar çıkacak…Başarı güzeldir, başarısızlık ise gerçektir ve kabul edilmelidir. Mükemmellik ise kişiden kişi değişir ve kölesi olunmaması gerekir. Biz insanız ve her durum bizim için vardır. Bu asla unutulmamalıdır. Esas olan kabullenmek, sizi olumsuzluğa, negatife götüren tüm duyguları dönüştürüp şifalandırmaktır. Mükemmeliyetçiliğin yükünü taşımak zorunda değilsiniz. Bu yükten ben kurtuldum, sıra sizde…
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
Yüreğinize sağlık Nurgül hanımcığım
Sağolun Birnur Hanımcığım
Sevgiler ❤
Harika bir yazı çocukluk anılarına döndüm kalemin e sağlık ??
Sağol canım
Sevgiler❤