MUTLU ÇOCUK MUTLU DÜNYA

Küçük çocuk elindeki anahtarla anı dolu sandığı tekrar açar ve içinden yeni bir anıyı daha serbest bırakır. Çocuk yeniden anlatmaya başlar: 

– Kendimi yok yere suçladığım o günlerin üzerinden yaklaşık altı ay geçmişti. Babam ve amcalarım ayrı ayrı evlere çıkma kararı aldı. Vakit gelmişti artık herkes çekirdek ailesiyle yeni evlerinde yeni yaşamlara doğru yol almaya karar verilmişti. İki amcam yana yana dairelerde aynı apartmanda yaşamaya başladılar. Bizse onlara aynı yürüme mesafesi on dakika uzaklıkta, aynı mahallede beş katlı başka bir apartman dairesine taşındık. Etrafta yüksek katlı evler olmadığından bizim evimizden onların apartmanını hatta evlerinin ışıklarını görebiliyorduk. Ama işi en güzel tarafı onlar bizim bahçemizi yani benim oyun oynadığım alanı göremiyorlardı. Gizli zafer benimdi. Bizim apartmanımız asansörlüydü, bu asansör benim için hem şaşırtıcı hem de biraz ürkütücüydü. Anneme: “Bu asansöre tek başıma binebilir miyim?” diye sorduğumu bugün gibi hatırlarım. Çünkü tek başıma bir şey yapabilmem benim için büyük maceraydı. Yeni evimizin büyük odaları vardı, ama o büyüklüğün yanında bahçemiz eski ve kocaman bahçesi, güzel olansa o evin çocukları vardı ve bahçelerinde oynuyorlardı, bende onlarla birlikte oynayabilirim. Korkusuzca, özgürce oynayabilirdim, düşsem bile artık bana kızacak, beni yargılayacak hiç kimse yoktu. Eski yaşadığım yer şimdiki evimize çok uzak sayılmazdı, arkadaşlarımda gerçekten ayrılmış sayılmazdım, annem beni onlara götürür onların annesi de onları bize getirebilirdi. Bir çocuk için, arkadaşlarından vazgeçmiş kolay mıdır? Biz tertemiz arkadaşlıklar yaşıyorduk, biz çocuktuk, büyükler gibi değildik.

– Yeni arkadaşlarımızla onların bahçesinde ağabeyim, kardeşim ve diğer erkek çocuklarıyla maç yapardık, ter içinde kalırdık. Spora olan tutkum, futbol maçlarına olan düşkünlüğüm ta o günlere dayanır. Sporla ilgili öyle çok anım var ki, onları da anı sandığımdan çıkardıkça sizlere anlatacağım. Annem her ne kadar sakin, sessiz, uysal, ağlamayı bilmeyen bir çocuk olarak beni tanımlasa da hareketli bir yapım olduğunu da söylemeden geçmez. Yani zararsız, ama atik bir çocuk. Hatta annem bana dair ve bana çok ilginç gelen bir anısını anlatır. Der ki: “Üç aylıktın, seni bir koltuğa yatırmış mutfakta iş yapmaya gitmiştim, biraz bir zaman geçmişti yengen seni kontrol etmeye yanına gitmişti, ama sen yerinde değildir. Bir telaş, bir karmaşa, çünkü senden en ufak ses yok. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, koltuk örtüsü kıpırdanmaya başladı, bir baktık ki koltuğun altındasın. Hemen her yerini özellikle de başını kontrol ettik, oraya nasıl indin, bir yerine bir şey mi oldu diye çok korktuk. Seni yeniden koltuğa yatırdık gözlemlemeye başladık. Nasıl oldu halen anlamam ama hareket etmeye ve koltuğun örtüsünü tutup koltuktan inmeye çalışıyordun. O an senin doğumunu yaptıran doktorun dedikleri aklıma geldi. Senin gibi bir bebeğe rastlamadığını, doğar doğmaz kıpırdanmaya başladığını, sanki hareket etmek istediğini söylemişti. “Ele avuca sığmayacak, kıpır kıpır bir çocuk bu” demiştir.” – galiba enerjimin yansımaları bebekliğimde kendini bu şekilde göstermiş-

– Bizim bahçemiz, yan bahçe her şey harikaydı benim için, saatlerce oynardık. Özgürdüm, kimse bana kızmıyordu, işte buydu özgürlük. Arkadaşlarımızla oynamadığımız da bile biz erkek kardeşimle birlikte oynardık, çok da mutlu olurduk. Saatlerin nasıl geçtiğini hatırlamadığımız çoğu zamanın sonunda hava da karamaya başladıysa eğer annem “Hadi eve!” diye seslenmeye başlardı. Bizimse hep bir ağızdan söylediğimiz şey: “Beş dakika daha!”. Bizim zaman kavramımız sizinkine benzemez bizim beş dakikamız bazen yirmi dakika oluyordu. Seslenmekten usanan annem çareyi bizi gelip eve götürmekte buluyordu. Ah! Bir de kış mevsimi yok mu? Karların üzerinde yuvarlanmak, kardan adam yapmak ne keyifti. Bu arada annem bizi alırdı dedim ya biz iki küçüğün asansöre tek başlarına binmesi yasaktı, mutlaka bize eşlik edilirdi.

– Akşam yemekleri önemliydi. Babam tüm ailenin masa başında bir arada olmasına çok dikkat ederdi. Hafta içi ve cumartesi sabah kahvaltıları ve öğle yemekleri hariç, her akşam ve Pazar günü tüm öğünlerde masa başında birlikte olurduk. Babam hafta içi ve cumartesi günleri erkenden işe gittiğinden sabah kahvaltılarında ve tabi ki evde olmadığından öğle yemeklerinde bizimle olamazdı. Babam sofra birlikteliğinin üzerine titrediğinden uzun yaz akşamlarında hava kararmasa bile ve oyunumuz bitmese bile vakit akşam yemeğine ulaşmışsa biz mutlaka eve giderdik. O sofraya sonradan oturulmazdı… O zamanlar çokta sevmezdim ve pek de anlamazdım beraber masaya oturmak zorunda olma kuralını. Benim oyunum bitmemişken neden illa ki  yemek için eve gitmeliydim. Sonradan yesem ne olurdu sanki… -Şimdilerde babamın bu kuralının, aslında kuraldan öte bu alışkanlığının aileyi her daim bir arada tutmak için ne denli mühim bir yaklaşım olduğunu. Her beraber sofrayı paylaşmak, bir arada olmak büyük nimetmiş. Saygı, sevgi, paylaşmak, konuşmak, dinlemek, dinlenmek…İşte o sofralarda öğrendim ben bunları… Birçok şey çocukken ediniliyor, sonradan edinilmiyor, bizim çocuk dünyasıyla anlayamadığımız öyle çok şey var ki, bizi biz yapan…-

– Bu arada yaşım baya ilerlemişti. Tam beş yaşına gelmiştim, vay be kocaman ben!   

– Mahallede ki çocuklar arasında bizden yaşça büyük olanlar vardı, onlar kardeşimi ve beni aralarına almak istemezler, ama ağabeyim onlarla yaşıt olduğundan onu alırlardı. Ablamsa bizden yaşça daha büyük olduğundan oyunlarımıza katılmaz, okula gittiğinden genellikle ders çalışırdı. Yine bir gün yan bahçede futbol oynanıyordu, ağabeyimde onlarlaydı ve nasıl olduysa kardeşimi de aralarına almışlardı. Bende onlarla oynamak istedim ama ağabeyim hemencecik “hayır” deyiverdi, kardeşimse; “gel, oyna” dedi. Tabi ki diğerleri kardeşimin bana gel demesinden hiç hoşlanmadı. Ama bir şekilde beni maça aldılar, kaleci olmuştum. Sonraları bu bir alışkanlığa dönüştü, beni ne zaman maça kabul etseler hep kaleci oluyordum bir süre sonra bende isyan bayrakları çekildi ve dedim ki: “Bu hiç eşit bir davranış değil, bende sizler gibi oynamak istiyorum, kalede durmayacağım”. Kardeşim ben üzülmeyeyim diye kalede kendisinin durabileceğini söyledi. Tabi ki bunu da kabul etmedim. Bu sefer bana yapılan haksızlık ona da yapılmış olacaktır. Bu itirazımdan sonra beni oyuna almadılar. Şimdi anlıyorum ki aslında beni oyuna almalarının sebebi sadece kendi menfaatleriymiş. Sonraki günlerde ağabeyim, kardeşim ve ben maç yapar olduk, bazen de bir arkadaşımız daha katılıyordu bize. Bu oyunumuzdan çok mutluydum, biz kimseyi dışlamıyorduk, herkes bizimle isteği şekilde oynayabiliyordu. Girişken bir çocuk olduğumdan hemen herkesin oyunun kolaycacık dahil olabiliyordum kimseye küsüp, kapris yapmıyordum”.

İşte bizim çocuğun bugünkü anısından yol çıkacak olursak; Oyunlarda kendisine yanlış davranıldığında, dışlandığında içine kapansaydı eğer, kendisini değersiz hissetseydi, mutsuz bir yetişkinle bugün karşı karşıya olacaktık. Oysa o öyle yapmadı. Doğru bildiğinin ardından gitti, haksızlığa boyun eğmedi, güçlü bir şekilde yoluna devam etti. Çocuklukta yaşanan her şey bireyin gelişiminde çok etkilidir. Yaşanan olumsuzlukları maalesef her çocuk sindiremiyor, olumsuzluklarla başa çıkamıyor. Değersizlik hissi daha çocukken yüreklere yerleşirse yetişkinlikte de kişi mutsuz olacağı gibi çevresini de mutsuz edecektir. Bunun içindir ki her şeyin farkına varmaya çalışalım. Kendi çocukluğumuza dönüp yaralarımızı, eksikliklerimizi şifalandıralım. Dokunabildiğimiz kadar çocuk yüreğine dokunalım, onların güçlü, mutlu, sevgiye doymuş, farkındalığa yüksek bireyler olmaları için çaba gösterelim, onların yanında olalım. Mutlu, sevgi dolu çocuklar yetişsin ki dünya da mutluluk, sevgi daim olsun.       

Her şey gönlünüzce olsun!
Sevgi ve ışıkla kalın!..
Nurgül AYABAKAN
nurgul.ayabakan@gmail.com
Telif Hakkı©2021 Sevginin Işığı “Şifa”. Tüm Hakları Saklıdır.
Bu yazıyı tümü olmak şartıyla, değiştirilmeden, bedava olarak ve bu telif hakkı uyarısı ve internet bağlantısı (https://sevginin-isigi-sifa.com/) ile birlikte kopyalamaya ve dağıtmaya izin verilmiştir.
 

6 yorum “MUTLU ÇOCUK MUTLU DÜNYA

  1. Nurgülcüğüm 3 aylıkken enerjin kendini göstermiş bunu keşfetmen bu yolda insanlara faydalı olman doğru seçim olduğuna inanıyorum.
    Yazında belirttiğin gibi hepimiz mutlu aile birliği içinde yaşayan çocuklardık.
    Çocuklukta yetişme şekli çok önemli.Kendini ifade etmekte tabii
    Kalemine sağlık okurken çocukluk anılarım geçti aklımdan.

    Sevgilerimle

    1. Sağol Nurhayatcığım, okduğun için ben teşekkür ederim.

      Bir kişiye bile ışık olmak gerçekten çok önemli.

      İnsanın en önemli dönem çocukluk dönemi yaşadıkları hepsi bilinçaltında kalıyor.

      Sevgiler

  2. Canim o zamandan seninde dediğin gibi enerjin sana yol göstermiş seninle tanıştığımda sana boşuna kralicem dememişim sen duyguların ışığın kraliçesisin iyiki yolumuz kesilmiş allah’a emanet ol

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir