SRİ LANKA SEYAHATİ – 8 (05/12/2024-13/12/2024)



















Kandy şehrindeki ikinci günümüze sabah saatinde, Kutsal Diş Tapınağı’nı henüz kalabalık olmadan ziyaret etmekle başlıyoruz. Tapınağa doğru tura devam ederken ilk gördüğümüz Buda’yı nirvana pozunda tasvir eden bembeyaz heykeli oluyor.
Kandy şehrinin hemen her noktasından görülebilen bu dev Buda heykeli, konuşlandığı Bahirawakanda tepesindeki Sri Maha Bodhi Viharaya adlı tapınağını da turistik açıdan en bilinen kutsal mekân hâline getirmiş.
1972’de inşa edilen heykel, Buda’nın ilk aydınlanmasıyla ilişkilendirilen pozisyon olan nirvana pozunda oturduğunu gösteriyor. 25 metreden daha fazla yüksekliğe ulaşan heykel, Sri Lanka’daki en büyük Buda heykellerinden biri olma özelliği de taşıyor.
Sri Lanka’da insanlar ellerinde lotus çiçekleri ile tapınakları ziyaret ediyor. Çünkü lotus çiçeği Budizm’i sembolize ediyor. Lotus, bir bataklık çiçeği aslında ve Budizm’de karanlıktan ve bataklıktan aydınlığa ve arınmışlığa doğru olan gelişimi anlatıyor. Her türlü kötülüğe karşı özünde kalmak, saf kalmak anlamına geliyor.
Buda’nın heykellerinde bulunan alnının ortasındaki üçüncü göz de bizim tabirimizle gönül gözüdür. Normal gözlerimizin görmediği şeyleri bu üçüncü gözün gördüğü düşünülüyor ve Hindularda da aslında 6’ncı çakraya ve beynin alt kısmına denk gelen hayali bir noktayı temsil ediyor.
Buna “farkındalık gözü” de deniyor ve insanın sezgisinin çok güçlü olduğu bir nokta olduğuna inanılıyor. Buda’nın, bu üçüncü göz sayesinde aydınlığa kavuştuğu kabul ediliyor. Üçüncü göz, bilgeliği sembolize ediyor ve maneviyatın da bu göz sayesinde derinleştirilebildiğine inanılıyor.
Budist keşişler genelde turuncu bir giysi kullanıyor. Turuncu, renk olarak Budist inanışında alevi veya ateşi simgeliyor ve günahların alevlerde yok olduğuna inanılıyor. Bu nedenle keşişlerin bu kıyafeti günahsızlığı, temizliği simgeliyor.
Genel anlamda Budistler, insan hayatında zorlukların, ıstırapların olduğuna ve bu zorlukların meditasyon, fiziksel ve spiritüel çalışma ve iyilik yaparak aşılacağına inanıyor.
Kutsal Diş Kalıntısı Tapınağı:
Diş Tapınağı, Sri Lanka’nın Kandy kentindeki antik Kraliyet Sarayı Kompleksi’nde yer alıyor ve Sri Lanka’nın en önemli Budist tapınağı olma özelliği taşıyor. Sri Dalada Maligawa veya Kutsal Diş Kalıntısı Tapınağı olarak da biliniyor. Buda’nın “diş kalıntısı”nın bulunduğu bu tapınak, Budistler için bir hac yeri. Dünyanın dört bir yanından Budistler bu tapınağa hac ziyareti gerçekleştiriyor.
Söylenceye göre Lankapattana yılında Kral Kirthi Sri Meghavana (301-328) adaya gelmiş ve Buda’nın diş kalıntısını Kral Meghagiri Vihara’ya teslim etmiş. Bu kalıntı, devam eden dönemlerde krallar ve hükümdarlar arasında, birbirlerine devretmekle sorumlu oldukları bir kutsal emanet hâline gelmiş. Kral Dharmapala döneminde ise Kandy şehrine getirilmiş. Kral, diş kalıntısı için, iki katlı bina inşa ettirmiş.
UNESCO tarafında korumaya alınan tapınak 1986 ve 1998 yıllarında iki kere saldırıya uğramış.
Tapınak, Kandy Gölü’nün uçsuz bucaksız manzarasına bakıyor. Göz kamaştıran güzelliği ile Kandy Gölü de tapınak kadar görülmeye değer bir yer olarak öne çıkıyor.
Tapınak, hac yeri olduğu için ziyaretçi sayısı da çok yüksek. Sabahın erken saatlerinde gitmemize rağmen oldukça kalabalıktı, insanlar ellerinde lotus çiçekleri ile ziyarete gelmişti. Tapınağı içinde saatlerce kuyruk oluştuğunu gördük.
Tapınağın hemen girişinde iki yanında ve üzerinde fil tasvirleri bulunuyor. İçeride davullu gösterilere tanık oluyorsunuz.
Buda’nın kutsal emaneti diş kalıntısı, tahtta duran mücevherli tabutların içinde, değerli taşlarla süslenmiş, altın kaplamalı iç içe geçmiş yedi çekmeceli lotus çiçeği şeklindeki bir kutuda muhafaza ediliyor. Çiçeği açmak için kullanılan üç anahtar üç yüksek rütbeli rahip tarafından saklanıyor. Burada fotoğraf çekilmesi yasak.
Bu emaneti görmek isteyen ziyaretçiler, su dalgaları şeklindeki tuğla duvarlarla çevrili bir hendeği bazı ritüeller eşliğinde geçiyor. Duvarlardaki deliklerde Hindistan cevizi kandilleri yakarak ilerleyen ziyaretçiler, hendek sonunda bulunan ana giriş kapısı Mahawahalkada’ya varıyor. Ana kapının zemininde Kandyan mimari tarzında oyulmuş bir Sandakada Pahana yani ay taşı yer alıyor.
Kutsal Diş Tapınağı’nın en önemli özelliği ise kutsal emanetin çevresindeki çitlerin ve çatısının tamamen saf altından yapılmış olması!
Kandy şehrinde Peradeniya Botanik Bahçeleri’ni gezdikten sonra Pinnawala Fil Yetimhanesi’ne doğru yola çıktık.
Bu arada Sri Lanka’nın yemek kültüründen biraz bahsetmek isterim. Sömürge döneminin etkisiyle yemeklerinde Hint, Arap, Hollanda, Portekiz mutfağının izleri görülüyor. Budist kültürün etkisiyle de vejetaryen yemekleri öne çıkıyor. Pek çok sebze ve meyve. köri olarak pişiriliyor. Yine Budist yoğunluğu sebebiyle bal kabağı, pancar ve zencefil gibi kök sebzelerin kullanımı da oldukça yaygın. Bu nedenle yemeklerin neredeyse tamamı bol acılı ve bol baharatlı hazırlanıyor.
Gelelim diğer bir önemli konuya; yani pirince. Pirinç üretimi adanın başlıca geçim kaynaklarından biri. Bu nedenle ülkede çok yoğun bir karbonhidrat tüketimi hâkim. Öyle ki kahvaltıda dahi acı biber ve sütlü pilav yiyorlar. Meyve suları bol şekerli. Çayları çok güzel.
Sri Lanka, tropikal iklime sahip bir ada olduğundan, Hindistan cevizi ve balık, Sri Lanka mutfağının en etkili bileşenlerinden ikisini oluşturuyor. Balık, körilerde kullanılıyor ve Hindistan cevizi bir şekilde yemek pişirmede baskın bir bileşen olarak öne çıkıyor.
Bildiğimiz şehriyesiz pirinç pilavı yanına köriyle yapılmış sebzeli yemekler, balık ya da tavuk seçeneğiyle ülkede neredeyse her restoranda bulabileceğiniz ilk seçenek.
Ülkede bolca tropik meyve var. Yol kenarlarında bu meyvelere bolca rastlamak mümkün.
PİNNAWALA FİL YETİMHANESİ:
Fil, Buda’nın yedi hazinesinin biri ve Budizm’de kutsal olarak sayılıyor.
Fil Yetimhanesi, Sri Lanka Yaban Hayatı Koruma Bakanlığı tarafından başkent Kolombo’ya 112 kilometre uzaklıktaki Rambukkana kentine bağlı Pinnawala kasabasında, Maha Oya Nehri’ne bitişik 25 dönümlük bir Hindistan cevizi arazisinde kurulmuş.
Yetimhane, 1978’de Ulusal Zooloji Bahçeleri tarafından Yaban Hayatı Koruma Bakanlığı’ndan devralınmış. Başlangıçta beş küçük file ev sahipliği yapan yetimhanede zaman içinde yavru sayısı artmış. Yetimhane bugün çoğunluğu dişi olan 100‘den fazla file ev sahipliği yapmakta.
Yetimhanede 50 bakıcı çalıştırılırken filler, özel bir güvenlik birimi tarafından korunuyor. Bakıcılar “Mahut (Mahout) fil eğitmeni” olarak isimlendiriliyor. Mahutluk, bir aile mesleği ve bir mahut, fil bakımına çocukken başlıyor ve hayatı boyunca tek bir hayvanla çalışıyor.
Pinnawala’daki birkaç dönümlük bir alanda gün boyunca sürü hâlinde serbestçe dolaşması ve çiftleşmesi için fillere fırsat tanınıyor. İlk bebek fil 1984 yılında doğmuş, bugün ise üçüncü kuşak torunları bulunuyor.
Bu yetimhanede, ülkenin dört bir yanından toplanan bir şekilde ailesini (Filler, aile olarak yaşıyor ve aile olarak ölüyor. Bir anne fil, kendi yavrusu dışında başka bir yavru filin bakımını asla üstlenmiyor.) ya da yolunu kaybederek yalnız kalmış, avcıların elinden kurtarılmış, mayın patlamasıyla ya da farklı nedenlerle yaralanan, hastalanan ve çeşitli yerlerden nakillerle gelen filler, devletin bakımı altında yaşıyor.
Ormanda kaybolmuş yetim bebek fillerin ya da yaralı yetişkin fillerin çiftçilerin çeltik tarlasına girip, ortalığı talan etmesi üzerine çiftçilerin mağduriyetini önlemek amacıyla kurulan yetimhanenin amacı bu filleri tekrar hayata tutundurmak olmuş.
Filler, yıkanmak ve su içmek için biri sabah 10.00-12.00 arasında, diğeri 14.00.16.00 arasında olmak üzere günde iki defa yetimhaneden Maha Oya Nehri’ne götürülüyor.
Etrafı çevrili büyük bir alan olan yetimhaneden yıkanmak üzere çıkan filler, nehre ulaşmak için kasabanın içinden geçerek yaklaşık bir kilometrelik yol katlediyor. Onların yürümesi sırasında trafik de görevliler tarafından kesiliyor. Yolun iki kenarındaki dükkânlarda alışveriş edenler veya yürüyenler de kenara çekilip fillerin geçmesini bekliyor.
Sri Lanka’dan birkaç hediyelik eşya alayım, derseniz, her şeyin fillerle ilgili olduğunu görüyorsunuz. Çünkü bu ülkede filler çok önemli.
Sri Lanka, oldukça küçük bir ada olduğu hâlde, kültürü ve doğasıyla öne çıkıyor. Marco Polo’nun da “Hiç şüphe yok ki kendi büyüklüğündeki adaların en güzeli,” dediği Sri Lanka, Budizm’i, tarihi ve doğayı bir araya getiriyor. Sri Lanka nüfusunun yüzde 70’i Budist ve Budizm’in en eski formu olan Theravada’ya inanıyor.
Sigiriya Kayası:
Sri Lanka’da bulunan Sigiriya diğer adıyla “Aslan Kayası” dünyanın en ilginç yapılarından biri konumunda. Eski dönemlerde tepesinde bir kralın sarayını bulunduran Aslan Kayası birçok tarihi esere de ev sahipliği yapıyor. İşte ilginç bilgileriyle Aslan Kayası…
Sri Lanka’nın merkezindeki ormanların üzerinde çarpıcı biçimde yükselen bir kaya parçasına tünemiş olan Sigiriya, MS 5. yüzyılda sert bir kral tarafından ilk kez inşa edildiğinde olduğu gibi günümüzde de heybetli bir görünüme sahip.
1982’de UNESCO Dünya Mirası Alanı ilan edilen ve yerel dilde “Aslan Kayası” anlamına gelen Sigiriya’ya, anıtsal bir çift aslan pençesinin arasından kaya yüzüne oyulmuş geçitler yoluyla erişiliyor.
Sigiriya Kayası, yerden 200 metre, deniz seviyesinden 360 metre yüksekte yer alıyor. Bu ilginç kayanın etrafında asma köprüler ve merdivenler ile çıkılan bir yol var. Kayalık alana kadar taş merdivenlerden çıkılıyor, kayalık alanda ise demir merdivenler tırmanılıyor.
Toplam bin 200 basamakla çıkılan alanın kayalık kısımdaki basamakların kenarında tutunma yeri bulunuyor. Toplam iniş-çıkış süresi, hızlı tırmananlar için 2 saat sürüyor.
İlk olarak Budist rahipler tarafından ibadet amaçlı yapıldığı düşünülen kaya, 4. yüzyılda Kral Kassapa’nın sarayıymış. Tepeye ulaştıktan sonra hâlâ kendini koruyabilmiş orijinal eski resimleri görebiliyorsunuz. Duvarlarda ise kök boyalarla yapılmış bin 600 yıllık resimler bulunuyor.
Aslan Kayası’ndaki bir diğer dikkat çekici noktaysa ayna duvarı. Özel maddeler kullanılarak parlatılan duvar, kralın geçiş güzergâhını süslemek için yapılmış. Kayaların üstüne sürülen karışımda bal mumu, mermer taşı ve kalsiyum karbonat kullanılmış. Tepede bulunan havuzun tek su kaynağı ise yağmur.
Saf insan gücüyle inşa edilen bu yapı insanı gerçekten şaşkına çeviriyor. Bu ilginç yerin görünüşü kadar ilginç olan bir de hikâyesi var.
Hakkında anlatılan farklı efsanelere göre kral, kardeşine tahtı kaptırmamak için babasını esir alıp ölümüne sebep olmuş. Muhtemel bir intikamdan korunmak için de bu kaya-sarayı inşa ettirmiş.
Geniş düzlükteki volkanik yükseltinin eski hâlinde bulunan aslan kafasıyla birlikte tam bir aslan figürünü oluşturduğu belirtiliyor.
Ayrıca saray, kralın eğlence yeri olarak da görülüyor. Çünkü sarayın duvarlarındaki yaklaşık 500 resimde kadın figürleri bulunuyor. Yalnız bu figürlerin fotoğrafını çekmek yasak.
Öte yandan Sigiriya Kayası’na giden güzergâh çok çeşit ağacalar ve genellikle Nilüfer çiçeği ile karıştırılan Lotus çiçeği ile bezeli. Muhteşem manzaralar görme olanağı sunan kayaya tırmanış biraz yorucu ama çıkmaya ve görülmeye değer.
Lübnan’a yaptığım seyahattin ikinci bölüm olarak hem bilgileri hem de resimlerimi paylaşıyorum.
İkinci günümüzde Jeita Grotto Mağarası, Harissa Dağı ve Byblos üçlüsünü gezdik.
Jeita Grotto Mağarası Lübnan’ın 18 km kuzeyindeki Nahr al-Kalb vadisinden bulunuyor. Mağarada bulunan kaya şekilleri, sarkıt ve dikitler eşsiz güzelliğe sahip. Jeita Grotto mağarası iki kısımdan oluşuyor ve her iki kısmı da farklı dönemlerde keşfedilmiş. Mağaranın alt kısmı 1836 yılında Reverend William Thomson tarafından, üst kısmı Lübnanlı mağara bilimciler tarafından 1958 yılında keşfedilmiş. Üst kısımda bulunan dikitler, dünyanın en büyük dikitleri olarak biliniyor.
Pazartesi günleri mağaralar kapalı. Mağaraların içinde fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Üst mağaranın girişinde kilitli dolaplar var, kameranızı ve telefonlarınızı buraya kilitlemenizi istiyorlar.
Buradaki devasa sarkıtlar ve dikitlerden büyülenmemek elde değil. Yukarı mağaradan çıktıktan sonra yürüyerek aşağı mağaraya iniyorsunuz. Aşağı mağaranın içinde bir gölet oluşmuş ve burada botla geziyorsunuz. Aşağı mağara kışın yükselen su seviyesi nedeniyle kapanabiliyor.
Ayrıca da Jeita Grott Mağarasına yürüyerek veya mini tren ile inerek doğa harikasına şahit oluyorsunuz.
Harissa Dağı (Meryem Ana Kilisesi)
Beyrut’u tepeden seyretmek istiyorsanız Harissa’da Meryem Ana Kilisesine gelmelisiniz. Harissa Tepesinde yer Alan Meryem Ana kilisesi, ülkenin zengin ailelerinden Süleyman Yakup tarafından 1904 yılında yapılmış. Brezilyada yasayan bir Lübnanlı is adamı tarafından ise 13.5 ton bronz kullanılarak yapılan, 8.5 metre yükseklikte ve beş metre çapında olan Meryem Ana heykeli, kiliseye hediye edilmiş.
Meryem Ana Kilisesi deniz seviyesinden yaklaşık 650 metre yüksekte yer alıyor. Araba ile çıkıp sonra teleferikle inebilirsiniz. Tam tersini de yapabilirsiniz.
Byblos
Şirin ve tarih kokan bir kent Byblos. Byblos, Unesco Dünya Mirası listesinde yer alıyor ve burayı önemli kılan birçok neden var. Kentin tarihinin 7000 yıl öncesine kadar dayandığı düşünülüyor. Byblos ilk lineer alfabenin doğduğu yer ve İncil’e (Bible) adını veren yer olarak biliniyor.
Byblos bir Fenike liman kentiymiş. Liman kenti olmasından dolayı da zamanında burada ticaret çok canlıymış. Özellikle burada papirus ticareti yapılıyormuş. Bibloslular, MÖ 2000 yıllarında Mısır Piramitleri’nin yapımında kullanılan sedir ağaçlarının da ticareti yapmışlar.
Byblos ören alanında Haçlı Tapınak Şövalyelerinden kalma Haçlı Kalesi, yine aynı dönemden kalma bir kilisesi ve Roma döneminden kalma tiyatro var. Ayrıca tipik bir Doğu Çarşısı ve devamında Osmanlı Döneminden kalma bir cami de mevcut. Bir çok medeniyete ev sahipliği yapan Byblos’un çok da güzel bir kapalı çarşısı ve limanı bulunuyor. Burası Lübnan’ın en turistik bölgesi arasında sayılıyor. Byblos adını da yine Yunanlılar vermiştir. Bugünkü modern Latin, Arap ve Yunan alfabesinin temel olan ilk lineer alfabeyi de bulanlar Finikeliler olmuştur ve alfabe ile ilgili en eski eser Byblos da bulunmuştur.
Lübnan ile ilgili bilgileri ve fotoğrafları sevgili okuyucularım sizlerle paylaşıyorum.
Lübnan, Asya kıtasında yer alan bir Orta Doğu ülkesidir. İsrail ve Suriye ile kara sınırı bulunan ülkenin güneyinde Ürdün yer alıyor.
Net olmamakla birlikte Lübnan’ın nüfusu yaklaşık olarak 6.825.445’tir. Nüfusun büyük çoğunluğunu Araplar oluştururken, etnik nüfus dağılımında Ermeniler, Filistinliler ve Suriyeliler bulunur. 197 yılında başlayıp 1990 yılında biten iç savaştan sonra, ülkenin kıyı kesimlerinde ve şehirlerinde nüfus yoğunluğu artmıştır.
7 Aralık 1943’te kabul edilen Lübnan bayrağı beyaz, kırmızı ve yeşil renklerinden oluşur. Kırmızı, I. Dünya Savaşı esnasında ölen Lübnan askerlerini, beyaz ise barış ve refahı simgeler. Bayrağın ortasında yer alan sedir ağacı, Lübnan’ın ulusal simgesidir. Aynı simge 1943 yılından önce Fransa bayrağının renklerini taşıyan (mavi, beyaz, kırmızı) bayrakta da kullanılmıştır. Lübnan toplam 6 bölgeden oluşur ve her bir bölgenin valilik birimi farklıdır. En büyük ve en gelişmiş şehirlerinin başında Beyrut, Trablusşam, Tripoli, Biblos ve Sidon yer alır. Bir liman kenti olan Biblos’un tarihi antik döneme kadar uzanıyor. 6500 yıllık tarihe sahip olan bu kentte, Baatara Şelalesi ve Chouwen Gölü başta olmak üzere birçok doğal güzellik bulunmaktadır.
Lübnan’ın başkenti Beyrut’tur. Yaklaşık 1.5 milyonluk nüfusu ile bu kent, aynı zamanda ülkenin en kalabalık şehirlerinden biridir. Şehrin batısında Müslümanlar çoğunlukta iken, doğusunda Hristiyan Ermeniler yaşar. Son on beş yıl içerisinde şehri ziyaret eden turist sayısında artış gözlemlenmiştir. Bunun en büyük nedeni, şehrin köklerinin Fenikelilere kadar uzanmasıdır. Beyrut’ta yer alan en önemli müzelerin başında, Sursock Müzesi, Beyrut Ulusal Müzesi ve MIM Mineral Müzesidir. MIM Müzesinde 70 ülkeden toplanmış mineral çeşitleri sergilenmektedir.
Lübnan’ın resmi dili Arapçadır. Bunun dışında kullanılan diller arasında Fransızca ve İngilizce yer alır. Lübnan okullarında İngilizce ve Fransızca zorunlu ders olarak okutuluyor. Ülkenin 1920 – 1946 yılları arasında Fransa’nın egemenliğinde olması, nüfusun %50’den fazlasının Fransızca bilmesinde etkili olmuştur. Ülkede konuşulan bir diğer dil ise Ermenicedir. Lübnan’da 200 bine yakın Ermeni yaşamaktadır.
Beyrut’un inanılmaz güzel bir gece hayatı var. Yemekleri ve mezeleri çok lezzetlidir.
Lübnan’da Görülmesi Gereken En Güzel 15 Yer
1) Roma Hamamı Kalıntıları
2) Grand Serail (Government Palace)
3) Yıldız Meydanı
4) Mohammad Al-Amin Mosque
5) Martyrs’ Square
6) Beirut Souks
7) Zaituna Bay
8) Corniche
9) Pigeon Rocks
10) Beyrut Ulusal Müzesi
11) MIM Mineral Museum
12) Baalbek
13) Jeita Mağarası
14) Harissa (Meryem Ana Kilisesi)
15) Byblos
Grand Serail
Hükümet Sarayı olarak da bilinen Grand Serail, Lübnan Başbakanının ikamet ettiği yer olarak biliniyor. Grand Serail binası Osmanlı yapımı bir bina. Bulunduğu yer olan Serail tepesinde üç Osmanlı anıtından en önemlisi olan bu tarihi yapı Lübnan tarihinde önemli bir yere sahip. Diğer iki önemli yapı da İmar ve Yeniden Yapılanma Konseyi ve Hamidiyyeh Saat Kulesiymiş.
Yıldız Meydanı
Beyrut’un 1929’da Fransızlar tarafından ele geçirilmesinden sonra dizayn edilen Yıldız Meydanı size Paris’te olduğunuzu hissettiriyor. Meydan oldukça güzel ve ferah. Meydanın merkezinde uzunca bir saat kulesi var. Saat kulesinde bulunan saatin markası Rolex. Bu saat 1930’larda Lübnanlı-Meksikalı milyarder Michel Abed’in savaş öncesi bir armağanıymış.
Mohammad Al-Amin Cami
Beyrut’un en önemli simgesi olan ve Martyrs Meydanı’nda bulunan Mohammad Al-Amin Cami büyüklüğüyle ve masmavi kubbesiyle oldukça ihtişamlı bir cami. Cami eski görünüyor ama 2008 yılında açılışı yapılmış. Caminin 65 metre yüksekliğinde dört minaresi var. Lübnan’ın öldürülen eski başbakanı Refik Hariri caminin yapılmasında büyük rol oynamış. Ayrıca Refik Hariri’nin mezarı da burada bulunuyor.
Refik Hariri tarafından yaptırılan Mohammad Al-Amin camii mavi kubbeli camii olarak da anılıyor. Osmanlı mimarisinden esinlenilerek yaptırılan caminin içi de dışı kadar güzel. Çinileri İznik, görkemli avizeleri ise İstanbul’dan getirtilmiş.
Martyrs Anıtı
Beyrut dedik ya farklılıklar şehri, işte bu meydanda bunun kanıtı. Mohammad Al-Amin Camiye çok yakın konumda olan Martyrs Anıtı (Place Des Martyrs) Lübnan İç Savaşı (1975-1990) sırasında şehri ikiye bölen sınır çizgisi olarak kullanılmış. Burası Şehitler Meydanı olarak anılıyor. Martyrs Anıtı’nın üzerindeki iç savaştan kalma hala kurşun izleri bulunuyor. Yaşananları ve savaşın acı yüzünü unutmamak içinde bu izleri bilerek onarmıyorlar. Kurşun izlerini görüp etkilenmemek mümkün değil.
Zaitunay Bay
Marina bölgesi olan Zaitunay Bay‘a Beyrut’un en lüks bölgesi diyebilirim. Zaitunay Bay’da birbirinde lüks yatlar, gökdelenler arasında sıra sıra dizilmiş birçok restaurant var.
Güvercin Kayalıkları
Raouche kıyılarında, Raouche Kayası olarak da bilinen Güvercin Kayalıkları hem yerel halk hem de turistler için oldukça popüler bir destinasyon. Raouche Kayaları’nın Yunan kahramanı Perseus’un Andromeda’yı kurtarmak için öldürdüğü bir deniz canavarının kalıntıları olduğu efsanesine inanılıyor.