SRİ LANKA SEYAHATİ-3 (05/12/2024 – 13/12/2024)

Sabahın erken saatinde 65 kilometre ötedeki Sri Lanka’nın ikinci antik başkenti Polonnaruwa’ya doğru otobüsle yola çıktık.
Sri Lanka, aynı zamanda dünyanın en zengin bitki ve hayvan çeşitliliğine sahip ülkelerinden biri. Hint Okyanusu’nun incisi olarak da adlandırılan ada, Hindistan’ın 31 kilometre güneyinde bulunuyor. Dokuz eyaletten oluşan Sri Lanka, göz kamaştıran derin mavi safirleri; çay tarlaları; biberler, tarçınlar, karanfillerle dolu baharat bahçeleri; pirinç tarlaları; tropik çiçekleri ve Hindistan cevizi ağaçları ile meşhur.
Yükseklik korkusuna meydan okuyan imkânsız yüksekliklerde karşınıza çıkan tapınaklarda binlerce yıllık zengin Budist kültürü… Heybetli dağların arasında ilerlerken beliriveren nehirler, çağlayan şelaleler, göller…
Yol boyunca bu güzellikleri izleyerek Polonnaruwa’ya ulaştık.
1982’de UNESCO Dünya Mirası Listesine alınan bu antik kent, Seylan Krallığının ikinci başkenti. Sri Lanka krallıklarının ikinci en eski krallığı olan Polonnaruwa’nın Kralı Vijayabahu’nun 1070’te Chola istilacılarını yenmesinin ardından başkent ilan edilmiş.
Polonnaruwa, görkemli ortaçağ başkenti olarak 12. yüzyılda göz kamaştırıcı doruk noktasına ulaşmış. 13. yüzyılda işgallerle yeniden harap edilmesine rağmen bugün bile eski ihtişamından izler taşıyan iyi korunmuş antik bir kent durumunda.
Güney Hindistan Krallığı olan Chola Hanedanlığı tarafından inşa edilen Brahmanik yapıların yanı sıra, 12. yüzyılda I. Parakramabahu tarafından oluşturulan kentin muhteşem anıtsal kalıntıları yaklaşık 4 kilometrelik ormanlık alana yayılıyor. Kumara Pokuna, Vejayanda Pasada, Panakrama Konsey Salonu, Diş Tapınağı, Lankatilaka, Kalu Gla Vihara antik kentin önemli yapılarını oluşturuyor.
Vejayanda Pasada:
Antik kentteki turumuza ilk olarak günümüzde sadece kalın duvarlarını görebildiğimiz Kral Parakramabahu’nun (1164-1196) heybetli sarayı Vejayanda Pasada’yı gezerek başladık. Zamanında tuğla ile yedi katlı olarak inşa edilmiş bu binanın bin odalı olduğunu ve zengin şekilde dekore edildiğini öğreniyoruz. Ahşap olan üst katlardan bugüne sadece bir metre kalınlığında dokuz metre yüksekliğinde ve üst katlara çıkılan ana merdivenin alt yarısından ibaret muazzam duvar kalıntıları kalmış. Tamil işgalcileri tarafından yakılmasıyla oluşan yoğun ısı nedeniyle erimiş tuğla duvar parçaları görülüyor.
Ana sarayın çevresinde ise asker ve hizmet edenlerin yaşadığı binaların kalıntıları yer alıyor.
Kraliyet Kabul Salonu:
Oradan Kraliyet Kabul Salonu’na geçtik. Kral Parakramabahu tarafından inşa edilen bu yapı asilleri toplamak ve yabancı elçileri karşılamak için kullanılıyormuş. Merdivenlerin üstünde, salonun girişinde kraliyet gücünün sembolleri taştan oyulmuş oturan aslan heykelleri yer alıyor. Dış duvarların alt bölümündeki freksleriyle burası Kraliyet Saray Kompleksi’nin en iyi korunmuş yapılarından biri.
Yapı, kaya bir zemin üzerine 3 katmanlı olarak inşa edilmiş. Birinci katmanın duvarı fil rölyefleriyle dekore edilmiş. Her bir fil farklı konumlandırılarak diğerinden farklı görünmesi sağlanmış. İkinci katman aslan ve son katman ise “Vamana” görüntülerinin olduğu rölyeflerle dekore edilmiş. Çatı, 4 sıra hâlinde 48 adet güzel oyma taş direkle desteklenmiş ve günümüze de sadece bu direkler kalmış. Rölyefler, aslan heykelleri, zarif direkler ve süslü aytaşı görülmeye değer.
Kumara Pokuna:
Bu yapı, saraya su sağlayan bir çeşit kanalizasyon sistemi havuzu. Temiz bir su kaynağı olan yapı, filtreleme sistemine sahip.
Diş Tapınağı:
Bölgenin en eski yapısı. Buda’nın dişinin burada saklandığı düşünülmekte. Gal Pota isimli yaklaşık 9 metre boyunda, üzerinde Buda’nın dişinin Sri Lanka’ya nasıl geldiğini anlatan yazıtın bulunduğu bir kaya da olan tapınak, bölgenin en ilgi gören yerlerinden. Gezerken çok sayıda maymunla karşılaşmanız olası.
Lankatilaka:
Kral Prakrama Bahu tarafından yaptırılan bir tapınak. Burada 18 metrelik başı kopmuş bir Buda heykeli bulunuyor.
Kalu Gla Vihara:
Granit kayaya oyulmuş dört Buda heykelinin bulunduğu bu tapınakta en ilgi göreni 15 metrelik yatan Buda heykeli.
Parakrama Samudra:
Bu yapay göl adını aldığı Kral Parakramabahu tarafından oluşturulmasına rağmen sulama sisteminin bazı bölümleri üçüncü yüzyıl öncesine tarihleniyor. Yaklaşık 26 kilometrekarelik göl, ek bir savunma hattı olduğu gibi çeltik alanlarının sulanması amacıyla da kullanılmış.

SRİ LANKA SEYAHATİ-2 (05/12/2024 – 13/12/2024)

Sri Lanka, oldukça küçük bir ada olduğu hâlde, kültürü ve doğasıyla öne çıkıyor. Marco Polo’nun da “Hiç şüphe yok ki kendi büyüklüğündeki adaların en güzeli,” dediği Sri Lanka, Budizm’i, tarihi ve doğayı bir araya getiriyor. Sri Lanka nüfusunun yüzde 70’i Budist ve Budizm’in en eski formu olan Theravada’ya inanıyor.

Sigiriya Kayası:

Sri Lanka’da bulunan Sigiriya diğer adıyla “Aslan Kayası” dünyanın en ilginç yapılarından biri konumunda. Eski dönemlerde tepesinde bir kralın sarayını bulunduran Aslan Kayası birçok tarihi esere de ev sahipliği yapıyor. İşte ilginç bilgileriyle Aslan Kayası…

Sri Lanka’nın merkezindeki ormanların üzerinde çarpıcı biçimde yükselen bir kaya parçasına tünemiş olan Sigiriya, MS 5. yüzyılda sert bir kral tarafından ilk kez inşa edildiğinde olduğu gibi günümüzde de heybetli bir görünüme sahip.

1982’de UNESCO Dünya Mirası Alanı ilan edilen ve yerel dilde “Aslan Kayası” anlamına gelen Sigiriya’ya, anıtsal bir çift aslan pençesinin arasından kaya yüzüne oyulmuş geçitler yoluyla erişiliyor.

Sigiriya Kayası, yerden 200 metre, deniz seviyesinden 360 metre yüksekte yer alıyor. Bu ilginç kayanın etrafında asma köprüler ve merdivenler ile çıkılan bir yol var. Kayalık alana kadar taş merdivenlerden çıkılıyor, kayalık alanda ise demir merdivenler tırmanılıyor.

Toplam bin 200 basamakla çıkılan alanın kayalık kısımdaki basamakların kenarında tutunma yeri bulunuyor. Toplam iniş-çıkış süresi, hızlı tırmananlar için 2 saat sürüyor.

İlk olarak Budist rahipler tarafından ibadet amaçlı yapıldığı düşünülen kaya, 4. yüzyılda Kral Kassapa’nın sarayıymış. Tepeye ulaştıktan sonra hâlâ kendini koruyabilmiş orijinal eski resimleri görebiliyorsunuz. Duvarlarda ise kök boyalarla yapılmış bin 600 yıllık resimler bulunuyor.

Aslan Kayası’ndaki bir diğer dikkat çekici noktaysa ayna duvarı. Özel maddeler kullanılarak parlatılan duvar, kralın geçiş güzergâhını süslemek için yapılmış. Kayaların üstüne sürülen karışımda bal mumu, mermer taşı ve kalsiyum karbonat kullanılmış. Tepede bulunan havuzun tek su kaynağı ise yağmur.

Saf insan gücüyle inşa edilen bu yapı insanı gerçekten şaşkına çeviriyor. Bu ilginç yerin görünüşü kadar ilginç olan bir de hikâyesi var.

Hakkında anlatılan farklı efsanelere göre kral, kardeşine tahtı kaptırmamak için babasını esir alıp ölümüne sebep olmuş. Muhtemel bir intikamdan korunmak için de bu kaya-sarayı inşa ettirmiş.

Geniş düzlükteki volkanik yükseltinin eski hâlinde bulunan aslan kafasıyla birlikte tam bir aslan figürünü oluşturduğu belirtiliyor.

Ayrıca saray, kralın eğlence yeri olarak da görülüyor. Çünkü sarayın duvarlarındaki yaklaşık 500 resimde kadın figürleri bulunuyor. Yalnız bu figürlerin fotoğrafını çekmek yasak.

Öte yandan Sigiriya Kayası’na giden güzergâh çok çeşit ağacalar ve genellikle Nilüfer çiçeği ile karıştırılan Lotus çiçeği ile bezeli. Muhteşem manzaralar görme olanağı sunan kayaya tırmanış biraz yorucu ama çıkmaya ve görülmeye değer.

SRİ LANKA SEYAHATİ-1 (05/12/2024 – 13/12/2024)

06/12/2024 CUMA:
Hindistan’ın güneyinde küçük bir ada ülkesi olan Sri Lanka’ya seyahatimiz 5 Aralık 2024 Perşembe günü başladı. İstanbul’dan yaklaşık 8 saatlik direkt uçuşla 06 Aralık Cuma günü sabah karşı 04.30’da başkent Kolombo’ya vardık. Sri Lanka zaman dilimi olarak Türkiye’den 2,5 saat ileride. Ülke, sınır kapısı vizesi uyguladığı için havaalanında vize işlemlerimizi tamamladıktan sonra yerel rehberimizin eşliğinde 10 kişilik grupla gezimize başladık. 200 kilometrelik otobüs yolculuğuyla antik Anuradhapura bölgesindeki Habarana şehrine ulaştık.
Ama önce ülke hakkında detay vermek istiyorum. Sri Lanka; diğer adıyla Serendib, “beklenmedik şeyler bulma şansı” anlamına geliyor ve ülke, anlamını fazlasıyla yansıtıyor.
Yazılı tarihi üç bin yıl öncesini işaret etse de Sri Lanka’nın tarihinin 125 bin yıl öncesine dayandığına dair kalıntılar bulunuyor, 500 bin yıl geriye gittiği de söylenceler arasında.
Sri Lanka, Erken Modern Dönem’de Portekiz Hindistanı’nın ilk genel valisi Francisco de Almeida’nın oğlu olan kâşif ve komutan Lourenço de Almedia tarafından Portekiz’e bağlanmış.
1517’de kâşifin ülkeye gelmesi ile Portekizliler başkent Kolombo’yu inşa etmiş. Ardından Alman kâşiflerin de ülkede etki kurmaya çalışması Portekiz-Alman savaşlarına neden olmuş.
Napolyon Savaşları sırasında İngiltere’nin kontrolüne geçen Sri Lanka, 1948’de bağımsızlık kazanmış. Ülkede 1983’te başlayan etnik savaşta yaklaşık 150 bin Tamilli yaşamını yitirmiş. 2004’te Asya’da yaşanan tsunami felaketi ise 40 bin kişinin ölümüne sebep olmuş.
Sri Lanka’daki kutsal mekânlarla ilgili önemli bir noktaya değinip tapınakları anlatacağım. Tapınakları gezerken uyulması gereken kurallar var; ayakkabı, şapka, kısa şort ve askılı kıyafet ile girmek yasak.
Tapınaklar genellikle açık alanda olduğundan taşlı ve topraklı zeminde çıplak ayakla dolaşmanız gerekiyor. Ayaklarınızın sıcaktan pişmemesi için yanınızda çorap bulundurmakta yarar var.
Fotoğraf çekerken de Buda’ya arkanızı dönmemeniz, yan durmanız gerekiyor, yoksa hemen uyarıyorlar. Rahipler veya ibadet edenlerin fotoğrafını çekerken de özen gösterilmesi gerekiyor.
İlk Durak: Anuradhapura Antik Kenti
Yüzyıllar boyunca Theravada Budizmi’nin merkezi olan, kutsal sayılan Anuradhapura Antik Kenti, Sri Lanka’nın kuzey-orta bölümünde, Aruvi Aru Nehri boyunca uzanıyor. M.Ö 5. yüzyılda kurulan kent, M.Ö 4.-M.S. 11. yüzyıllarında Tambapanni, Upatissa Nuwara, Rajarata ve Seylan Krallıklarına başkentlik yapmış.
11. yüzyılda Güney Hindistan’dan gelen istilacılar yüzünden terk edilen bölge zamanla yoğun bitki örtüsüyle kaplanmış, unutulmuş. 19. yüzyılda İngilizler gelince yeniden keşfedilmiş ve bir Budist Hac merkezi hâline getirilmiş. Bir arkeoloji parkı olarak korunan eski bölümü 1982’de UNESCO Dünya Mirası alanı ilan edilmiş.
Çok geniş bir alana yayılan antik kentte dagobalar (kubbe biçimli anıtlar; Budist stupalar,) heykeller, saraylar, içme suyu rezervuarları ve kutsal bir ağaç var.
Ruvanvelisaya Dagoba Tapınağı:
Beyaz dagoba, girişten itibaren muhteşem görüntüsüyle ziyaretçilerini karşılıyor. Sağlı sollu 344 tane filin omuz omuza durarak oluşturduğu bir duvarla korunuyor. Ruvanvelisaya, inşa edildiği dönemde yedi metre derinliğindeki temeli ile dünyanın en büyük stupasıymış. Günümüzde Sri Lanka’nın üçüncü büyük stupası olan Ruvanvelisaya, Kral Dutugemunu tarafından yaptırılmış ama Kral tapınağın tamamlandığını görememiş. Dagobanın güneyindeki kireçtaşı heykelinin Dutugemunu olduğu düşünülüyor.
Jaya Sri Maha Bodhi Ağacı:
Kutsal Bodhi ağacının M.Ö. 245 civarında Anuradhapura Antik Kenti’ne dikilen, dünyadaki tarihsel açıdan en eski ağaç olduğu düşünülüyor.
Bir Hintinciri ağacı olan Bodhi’nin, Gautama Buddha’nın Hindistan’ın Bodh Gaya Bölgesi’nde gölgesinde dururken ruhsal gelişim ve aydınlanma geçirerek nirvanaya ulaştığına inanılan Bo ağacının bir dalı olduğu kabul ediliyor. Bu yüzden kalp şeklindeki yapraklara sahip ağaç kutsal kabul ediliyor ve her Budist tapınağının yakınlarına mutlaka dikiliyor. Bölgedeki çok sayıdaki Bodhi ağacı ve fidanı, etrafı çevrelenerek korumaya alınmış durumda.

LÜBNAN SEYAHATİ – 2 (02/02/2023 – 06/02/2023)

Lübnan’a yaptığım seyahattin ikinci bölüm olarak hem bilgileri hem de resimlerimi paylaşıyorum.

İkinci günümüzde Jeita Grotto Mağarası, Harissa Dağı ve Byblos üçlüsünü gezdik.

Jeita Grotto Mağarası Lübnan’ın 18 km kuzeyindeki Nahr al-Kalb vadisinden bulunuyor. Mağarada bulunan kaya şekilleri, sarkıt ve dikitler eşsiz güzelliğe sahip. Jeita Grotto mağarası iki kısımdan oluşuyor ve her iki kısmı da farklı dönemlerde keşfedilmiş. Mağaranın alt kısmı 1836 yılında Reverend William Thomson tarafından, üst kısmı Lübnanlı mağara bilimciler tarafından 1958 yılında keşfedilmiş. Üst kısımda bulunan dikitler, dünyanın en büyük dikitleri olarak biliniyor.

Pazartesi günleri mağaralar kapalı. Mağaraların içinde fotoğraf çekmek kesinlikle yasak. Üst mağaranın girişinde kilitli dolaplar var, kameranızı ve telefonlarınızı buraya kilitlemenizi istiyorlar.
Buradaki devasa sarkıtlar ve dikitlerden büyülenmemek elde değil. Yukarı mağaradan çıktıktan sonra yürüyerek aşağı mağaraya iniyorsunuz. Aşağı mağaranın içinde bir gölet oluşmuş ve burada botla geziyorsunuz. Aşağı mağara kışın yükselen su seviyesi nedeniyle kapanabiliyor.
Ayrıca da Jeita Grott Mağarasına yürüyerek veya mini tren ile inerek doğa harikasına şahit oluyorsunuz.

Harissa Dağı (Meryem Ana Kilisesi)

Beyrut’u tepeden seyretmek istiyorsanız Harissa’da Meryem Ana Kilisesine gelmelisiniz. Harissa Tepesinde yer Alan Meryem Ana kilisesi, ülkenin zengin ailelerinden Süleyman Yakup tarafından 1904 yılında yapılmış. Brezilyada yasayan bir Lübnanlı is adamı tarafından ise 13.5 ton bronz kullanılarak yapılan, 8.5 metre yükseklikte ve beş metre çapında olan Meryem Ana heykeli, kiliseye hediye edilmiş.
Meryem Ana Kilisesi deniz seviyesinden yaklaşık 650 metre yüksekte yer alıyor. Araba ile çıkıp sonra teleferikle inebilirsiniz. Tam tersini de yapabilirsiniz.

Byblos

Şirin ve tarih kokan bir kent Byblos. Byblos, Unesco Dünya Mirası listesinde yer alıyor ve burayı önemli kılan birçok neden var. Kentin tarihinin 7000 yıl öncesine kadar dayandığı düşünülüyor. Byblos ilk lineer alfabenin doğduğu yer ve İncil’e (Bible) adını veren yer olarak biliniyor.
Byblos bir Fenike liman kentiymiş. Liman kenti olmasından dolayı da zamanında burada ticaret çok canlıymış. Özellikle burada papirus ticareti yapılıyormuş. Bibloslular, MÖ 2000 yıllarında Mısır Piramitleri’nin yapımında kullanılan sedir ağaçlarının da ticareti yapmışlar.

Byblos ören alanında Haçlı Tapınak Şövalyelerinden kalma Haçlı Kalesi, yine aynı dönemden kalma bir kilisesi ve Roma döneminden kalma tiyatro var. Ayrıca tipik bir Doğu Çarşısı ve devamında Osmanlı Döneminden kalma bir cami de mevcut. Bir çok medeniyete ev sahipliği yapan Byblos’un çok da güzel bir kapalı çarşısı ve limanı bulunuyor. Burası Lübnan’ın en turistik bölgesi arasında sayılıyor. Byblos adını da yine Yunanlılar vermiştir. Bugünkü modern Latin, Arap ve Yunan alfabesinin temel olan ilk lineer alfabeyi de bulanlar Finikeliler olmuştur ve alfabe ile ilgili en eski eser Byblos da bulunmuştur.

 

LÜBNAN SEYAHATİ – 1 (02/02/2023 – 06/02/2023)

Lübnan ile ilgili bilgileri ve fotoğrafları sevgili okuyucularım sizlerle paylaşıyorum. 

Lübnan, Asya kıtasında yer alan bir Orta Doğu ülkesidir. İsrail ve Suriye ile kara sınırı bulunan ülkenin güneyinde Ürdün yer alıyor.

Net olmamakla birlikte Lübnan’ın nüfusu yaklaşık olarak 6.825.445’tir. Nüfusun büyük çoğunluğunu Araplar oluştururken, etnik nüfus dağılımında Ermeniler, Filistinliler ve Suriyeliler bulunur. 197 yılında başlayıp 1990 yılında biten iç savaştan sonra, ülkenin kıyı kesimlerinde ve şehirlerinde nüfus yoğunluğu artmıştır.

7 Aralık 1943’te kabul edilen Lübnan bayrağı beyaz, kırmızı ve yeşil renklerinden oluşur. Kırmızı, I. Dünya Savaşı esnasında ölen Lübnan askerlerini, beyaz ise barış ve refahı simgeler. Bayrağın ortasında yer alan sedir ağacı, Lübnan’ın ulusal simgesidir. Aynı simge 1943 yılından önce Fransa bayrağının renklerini taşıyan (mavi, beyaz, kırmızı) bayrakta da kullanılmıştır. Lübnan toplam 6 bölgeden oluşur ve her bir bölgenin valilik birimi farklıdır. En büyük ve en gelişmiş şehirlerinin başında Beyrut, Trablusşam, Tripoli, Biblos ve Sidon yer alır. Bir liman kenti olan Biblos’un tarihi antik döneme kadar uzanıyor. 6500 yıllık tarihe sahip olan bu kentte, Baatara Şelalesi ve Chouwen Gölü başta olmak üzere birçok doğal güzellik bulunmaktadır.

Lübnan’ın başkenti Beyrut’tur. Yaklaşık 1.5 milyonluk nüfusu ile bu kent, aynı zamanda ülkenin en kalabalık şehirlerinden biridir. Şehrin batısında Müslümanlar çoğunlukta iken, doğusunda Hristiyan Ermeniler yaşar. Son on beş yıl içerisinde şehri ziyaret eden turist sayısında artış gözlemlenmiştir. Bunun en büyük nedeni, şehrin köklerinin Fenikelilere kadar uzanmasıdır. Beyrut’ta yer alan en önemli müzelerin başında, Sursock Müzesi, Beyrut Ulusal Müzesi ve MIM Mineral Müzesidir. MIM Müzesinde 70 ülkeden toplanmış mineral çeşitleri sergilenmektedir.

Lübnan’ın resmi dili Arapçadır. Bunun dışında kullanılan diller arasında Fransızca ve İngilizce yer alır. Lübnan okullarında İngilizce ve Fransızca zorunlu ders olarak okutuluyor. Ülkenin 1920 – 1946 yılları arasında Fransa’nın egemenliğinde olması, nüfusun %50’den fazlasının Fransızca bilmesinde etkili olmuştur. Ülkede konuşulan bir diğer dil ise Ermenicedir. Lübnan’da 200 bine yakın Ermeni yaşamaktadır.

Beyrut’un inanılmaz güzel bir gece hayatı var. Yemekleri ve mezeleri çok lezzetlidir.

Lübnan’da Görülmesi Gereken En Güzel 15 Yer

1) Roma Hamamı Kalıntıları

2) Grand Serail (Government Palace)

3) Yıldız Meydanı

4) Mohammad Al-Amin Mosque

5) Martyrs’ Square

6) Beirut Souks

7) Zaituna Bay

8) Corniche

9) Pigeon Rocks

10) Beyrut Ulusal Müzesi

11) MIM Mineral Museum

12) Baalbek

13) Jeita Mağarası

14) Harissa (Meryem Ana Kilisesi)

15) Byblos

Grand Serail

Hükümet Sarayı olarak da bilinen Grand Serail, Lübnan Başbakanının ikamet ettiği yer olarak biliniyor. Grand Serail binası Osmanlı yapımı bir bina. Bulunduğu yer olan Serail tepesinde üç Osmanlı anıtından en önemlisi olan bu tarihi yapı Lübnan tarihinde önemli bir yere sahip. Diğer iki önemli yapı da İmar ve Yeniden Yapılanma Konseyi ve Hamidiyyeh Saat Kulesiymiş. 

Yıldız Meydanı

Beyrut’un 1929’da Fransızlar tarafından ele geçirilmesinden sonra dizayn edilen Yıldız Meydanı size Paris’te olduğunuzu hissettiriyor. Meydan oldukça güzel ve ferah. Meydanın merkezinde uzunca bir saat kulesi var. Saat kulesinde bulunan saatin markası Rolex. Bu saat 1930’larda Lübnanlı-Meksikalı milyarder Michel Abed’in savaş öncesi bir armağanıymış.

Mohammad Al-Amin Cami

Beyrut’un en önemli simgesi olan ve Martyrs Meydanı’nda bulunan Mohammad Al-Amin Cami büyüklüğüyle ve masmavi kubbesiyle oldukça ihtişamlı bir cami. Cami eski görünüyor ama 2008 yılında açılışı yapılmış. Caminin 65 metre yüksekliğinde dört minaresi var. Lübnan’ın öldürülen eski başbakanı Refik Hariri caminin yapılmasında büyük rol oynamış. Ayrıca Refik Hariri’nin mezarı da burada bulunuyor.

Refik Hariri tarafından yaptırılan Mohammad Al-Amin camii mavi kubbeli camii olarak da anılıyor. Osmanlı mimarisinden esinlenilerek yaptırılan caminin içi de dışı kadar güzel. Çinileri İznik, görkemli avizeleri ise İstanbul’dan getirtilmiş. 

Martyrs Anıtı

Beyrut dedik ya farklılıklar şehri, işte bu meydanda bunun kanıtı. Mohammad Al-Amin Camiye çok yakın konumda olan Martyrs Anıtı (Place Des Martyrs) Lübnan İç Savaşı (1975-1990) sırasında şehri ikiye bölen sınır çizgisi olarak kullanılmış. Burası Şehitler Meydanı olarak anılıyor. Martyrs Anıtı’nın üzerindeki iç savaştan kalma hala kurşun izleri bulunuyor. Yaşananları ve savaşın acı yüzünü unutmamak içinde bu izleri bilerek onarmıyorlar. Kurşun izlerini görüp etkilenmemek mümkün değil. 

Zaitunay Bay

Marina bölgesi olan Zaitunay Bay‘a Beyrut’un en lüks bölgesi diyebilirim. Zaitunay Bay’da birbirinde lüks yatlar, gökdelenler arasında sıra sıra dizilmiş birçok restaurant var. 

Güvercin Kayalıkları

Raouche kıyılarında, Raouche Kayası olarak da bilinen Güvercin Kayalıkları hem yerel halk hem de turistler için oldukça popüler bir destinasyon. Raouche Kayaları’nın Yunan kahramanı Perseus’un Andromeda’yı kurtarmak için öldürdüğü bir deniz canavarının kalıntıları olduğu efsanesine inanılıyor.