SRİ LANKA SEYAHATİ-13 (05/12/2024-13/12/2024)

Galle’den sonra Balapitiya’ya geçtik. Balapitiya’da tekne gezisiyle Madu Nehri’nin doğal güzelliklerini keşfe çıktık.

Bu tekne gezisinde Ada’nın en ünlü bitkisi olan tarçının nasıl çubuk olarak ortaya çıktığına ve toz hâline geldiğine tanıklık ettik. Tarçın ağaçları, nehirdeki gezimiz boyunca bize eşlik etti.

Aslında tarçın endüstrisi yerel halk için balıkçılık dışındaki ana gelir kaynağı. Turistik bir bölgede tarçın satın almak, dükkânlardan satın almaktan daha ucuz değil. Ancak, ziyaret ettiğiniz bir yerden taze ve yüksek kaliteli tarçın veya tarçın yağı alacağınızdan emin olabilirsiniz. Çünkü dünyanın tam da bu bölgesinde gerçek ve en iyi tarçın yetiştiriliyor.

Sri Lanka’nın Galle Bölgesi’ndeki Balapitiya kasabasına yakın olan Madu Ganga, çeşitli cazibe merkezleri nedeniyle tekne safarileri için popülerliği yıldan yıla artan bir yer. “Madu Nehri” anlamına gelen “Madu Ganga” adı, “Maduganga” veya “Madhu Ganga” olarak da yazılıyor.

Maduganga aynı zamanda Sri Lanka’nın en büyük mangrov bataklığı. Birçok balık ve sürüngen türüne ev sahipliği yapıyor. Okyanusa daha yakın, ancak daha güneyde bulunan ve iki doğal kanalla Madu Nehri’ne bağlanan daha küçük Randombe Gölü ile birlikte, 300’den fazla bitki türü ve yaklaşık 250 omurgalı hayvan türünün yaşadığı Madu Ganga Sulak Alanı’nı oluşturuyor.

Zengin biyolojik çeşitliliği nedeniyle Madu Ganga, sulak alanların korunması ve sürdürülebilir kullanımı için uluslararası bir anlaşma olan Uluslararası Ramsar Sulak Alanlar Sözleşmesi kapsamında listelenmiştir. Sulak Alanlar Sözleşmesi, 1971’de imzalandığı İran’ın Ramsar şehrinden adını alıyor.

Göle bazen lagün de deniyor. Ancak bu bir nehir lagünü; su sadece hafif acımsı, okyanusa açılan deniz suyu lagünleri kadar tuzlu değil. Bu nedenle Madu Ganga yine de tatlı su gölü olarak adlandırılabilir.

Sri Lanka’nın güneybatı kıyısında sadece iki gerçek deniz suyu lagünü bulunuyor, bunlar Kalutara ve Bentota’dır. Diğer tüm sözde lagünler okyanusa geniş açıklıklarla değil, akan dar nehirlerle bağlı. Kolombo ve Galle arasında hafif tuzlu nehir lagünlerinden oluşan bir zincir bulunuyor; bunlar Moratuwa’daki Bolgoda Gölü, Owinka Gölü, Dedduwa Gölü, Madu Ganga, Madampe Gölü, Hikaduwa Ganga ve Ratgama Gölü’dür ve Madu Ganga bunların en büyüğüdür.

Kalın mangrov bitki örtüsü Madu Ganga Gölü’nün hemen hemen tüm kıyılarında ve özellikle adacıklarında yaygın olarak göze çarpıyor. Tekne geziniz sırasında orman tünellerinin gölgeliği altından süzülen bir mangrov çalılığının üzerinden en az iki kez geçmelisiniz. Mangrov ormanı 60 hektardan fazla alanı kaplıyor. Bu alanda 14 mangrov türü bulunuyor. Madhu Ganga’daki dikkat çekici özelliklerden biri de Sinhalese halkı tarafından “Rathamilla” olarak adlandırılan tipik bir mangrov türü olan Lumnitzera Littorea. Bu, “siyah mangrov” olarak bilinen cinsin bir türü. İngilizce ismine rağmen, yoğun kırmızı renkte güzel çiçekleri var. Sinhala adı olan “rathu” da zaten kırmızı rengi ifade ediyor.

Madu Ganga, yılanlar, kertenkeleler ve timsahlar olmak üzere 31 sürüngen türüne ev sahipliği yapması nedeniyle yüksek ekolojik öneme sahip. Madu Ganga Sulak Alanı’nda ayrıca 50’den fazla kelebek türü ve 25 tür yumuşakça yaşıyor. Dar ağızlı kurbağalar, su kurbağaları ve ağaç kurbağaları da dâhil olmak üzere Sri Lanka’nın amfibi türlerinin yüzde 20’si burada bulunuyor.

Sri Lanka’da çok sayıda büyük göl var, ancak bunlar antik ve modern zamanlarda sulama amaçlı insan yapımı göller. Madu Ganga ise Sri Lanka’nın en büyük doğal gölü. Madu Ganga Gölü kuzeyden güneye 5 kilometre uzunluğunda ve yaklaşık 10 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. Fakat bu alanın yalnızca yüzde 80’i açık su yüzeylerinden oluşuyor.

Yerliler, antik zamanlarda 32 veya 64 adacık daha olduğuna inanıyor, ancak zaman içinde bazıları sular altında kalmış ve kaybolmuş. Aslında hem “32 Ada” hem de “64 Ada” Madu Ganga Gölü için tanıtım amaçlı isimler olsa da gerçekte farklı boyutlarda 25 adacık var, bunlardan 15’i önemli bir kara kütlesine sahip. Bazıları yerleşimli olan adaların çoğu yalnızca orman ve çalılarla kaplı.

Aslında göl, muson yağmurları sırasında su depolayarak taşkın kontrolüne yardımcı oluyor. Tekneyle seyahat ederken, gölde karabataklar size eşlik ediyor, bir adanın kıyıları boyunca yürürken, balıkçılları da görme şansınız yüksek.

Madu Ganga, aynı zamanda harika bir kuş gözlemciliği alanı olarak da öne çıkıyor. Madu Ganga Sulak Alanı’nda toplamda yüzden fazla kuş türünün yaşadığı tespit edilmiş durumda.

Yemyeşil manzara, tropikal bir nehir resim kitabından çıkmış gibi.

 

SRİ LANKA SEYAHATİ-12 (05/12/2024-13/12/2024)

Sahil kasabası Mirissa’dan kıyı şeridini takip ederek tekrar Galle’ye doğru yolla çıktık. Şehirde ilk olarak Unesco Mirası olan Galle Kalesi’ni gezdik. Yerel rehberimizin anlattıklarını sizinle paylaşıyorum.

“Galle Eski Kenti ve Tahkimatları, Sri Lanka’nın güneybatı kıyısındaki küçük bir kayalık burunda yer almaktadır. 16. yüzyılda Portekizliler tarafından müstahkem bir kent olarak kurulan Galle, 18. yüzyılda Hollanda sömürge yönetimi altında gelişiminin zirvesine ulaşmıştır.

Galle Kalesi ilk olarak 1588’de Portekizliler tarafından inşa edildi ve sonraki yıllarda Hollandalılar tarafından daha da güçlendirildi. Hem denizden hem de karadan gelen sömürgeci rakiplerin saldırılarını engelledi. Duvarlar boyunca, bir istila durumunda savunma için siperler bulacaksınız.

Galle, 1796 yılında İngilizlere devredilince şehirde pek çok değişiklik yapıldı. Bunların en tanınmışı şehrin çeşitli noktalarından görülebilen kulesidir.

Hollanda yönetimi altında, burada yaklaşık 500 aile yaşıyordu ve duvarların içinde kamu binaları, idari merkezler, askeri tesisler, depolar ve kiliseler bulabiliyordunuz.

Bugün görebildiğiniz hâliyle kale, iyi korunmuş sömürge mimarisine (şehri kendi memleketlerinin tarzında inşa eden Portekizliler ve Hollandalılardan büyük ölçüde etkilenmiştir) ve şebeke düzeninde Arnavut kaldırımlı sokaklara sahiptir ve UNESCO Dünya Mirası listesine eklenmiştir.”

Güney Asya’da Avrupalılar tarafından inşa edilen müstahkem bir kentin en iyi temsili olan Galle, gerçekten de Avrupa şehirlerine benziyor. Şehirde, Avrupa planlama ilkeleri ile Güney Asya mimari geleneklerinin iç içe geçmiş yansımalarını görmek mümkün. Örneğin tipik Hollanda geleneğinde olduğu gibi binalar belirli parsellerde kümelenerek sokak şebekesi oluşturulmuş. Dar kenarları sokaklara bakan genellikle tek katlı ev sıraları ve ince sütunlarla desteklenen yüksek sarkık çatılarla gölgelenen verandalar ile standart sokak görüntüleri elde edilmiş.

Sokaklar son derece bakımlı ve temiz. Meydanlarda yaşlı büyük ağaçlar göze çarpıyor. Ulaşım aracı olarak genellikle bisiklet ve tuktuk kullanılıyor. Görmeye değer Hollanda sömürge binaları, antik camiler ve kiliseler, görkemli konaklar ve müzeleriyle oldukça ilgi çekici eski bir ticaret limanı da olan bu tarihi şehri, yürüyerek keşfetmek ise ayrı bir keyif veriyor.

Sokaklar boyunca sıralanmış şık kafeler, ilginç butikler, yerel ve yabancı sanatçılara, yazarlara, fotoğrafçılara ve tasarımcılara ait çok iyi restore edilmiş oteller göz kamaştırıyor. Özellikler sanat ve el işleri ile ilgili galerileri meşhur.

İnsanları güler yüzlü ve sıcakkanlı. Onların samimiyetinin yansıdığı sokakları keyifle dolaşırken tarçın kokusu da size eşlik ediyor. Özellikle Ada’nın meşhur Seylan Çayı ve tarçına her yerde rastlıyorsunuz. Galle, çok beğendiğim şehirlerden biri oldu.

SRİ LANKA SEYAHATİ-11 (05/12/2024-13/12/2024)

11 Aralık 2024 Çarşamba günü artık Galle şehrindeydik. Galle şehrini gezmeden önce özellikle sörfçülerin sevdiği bir kasaba olan Mirissaya’ya doğru yola çıktık ve “Stilt balıkçılığı” yapılan sahillerini ziyaret ettik. O eşsiz Hint Okyanusu’nun dalgalı sularında balıkçıların incecik sırıkların üzerinde oturarak kendi kültürlerine göre balık tutma biçimlerine şahit olduk. Sizlerle yerel rehberimizin Stilt balıkçılığı ile ilgili anlattıklarını paylaşıyorum.

“Sri Lanka’nın Mirissa kentindeki seçkin birkaç balıkçı ailesinin benimsediği kadim bir gelenek olan “uzun bacaklı balıkçılığı”, Ada’nın kıyı topluluklarının kalıcı kültürel mirasının yaşayan bir kanıtı olarak durmaktadır. Yüzyıllarca süren geleneklere dayanan ve nesilden nesile aktarılan bu benzersiz balıkçılık yöntemi, kendilerini ve ailelerini geçindirmek için okyanusun bereketine güvenen yerel balıkçıların yaşamlarına ve geçim kaynaklarına büyüleyici bir pencere sunmaktadır.

Stilt balıkçılığı, sığ deniz sularına sabitlenmiş tek bir sırık ve çapraz çubuktan oluşan, “stilt” olarak bilinen basit ancak yaratıcı yapıların kullanımını içerir. Bu geçici platformların tepesine yerleşen balıkçılar, oltalarını atmak için en uygun anı sabırla bekler çabalarını gelgitin ve altındaki balıkların hareketleriyle uyumlu hâle getirir.

Bu köklü uygulama, sıradan balıkçılığın ötesine geçer; doğanın ritimleri ve geçmişin gelenekleriyle iç içe geçmiş bir yaşam biçimini temsil eder. Mirissa’daki balıkçı aileleri için sırıkla balık tutma, kültürel miraslarına derin bir bağlılık ve kendilerine özgü gelenekleriyle gurur duymalarını temsil eder. Bir nesilden diğerine aktarılan sırıkla balık tutma sanatı, aileleri denize ve zenginliklerine karşı ortak bir saygıyla birleştiren değerli bir miras görevi görür.

Sri Lanka’nın birçok yerinde uzun bacaklı balıkçılığın giderek azalmasına rağmen, Mirissa’daki kendini adamış bir balıkçı kadrosu bu kadim geleneği sürdürmeye devam ediyor ve mirasını gelecek nesillerin deneyimlemesi ve takdir etmesi için koruyor. Bu balıkçılar için uzun bacaklı balıkçılığın sadece bir geçim kaynağı değil aynı zamanda bir sevgi emeği olduğu, modernleşme ve değişim karşısında yaşam tarzlarını koruma konusundaki dayanıklılıklarının ve bağlılıklarının bir kanıtı olduğu söylenebilir.”

Galle Mahamodara Deniz Kaplumbağası Üretme Çiftliği

İkinci ziyaret yerimiz, deniz kaplumbağası olan üretme çiftliğiydi. Çiftlik aynı zamanda kaplumbağa tedavi merkezi olarak da kullanılıyor. Bazı kaplumbağaların yaştan dolayı iyileşmeleri uzun sürüyormuş. Çiftliğin ilginç özelliklerinden biri havuzdaki bütün kaplumbağaların bir isminin olması. Bu isimler her kaplumbağanın taşıdığı özelliklere göre veriliyormuş. Yumurtadan çıkışlarından başlayarak çiftlikteki uzman rehberler eşliğinde, bu muazzam canlıların büyüme sürecini adım adım izleyebilir, koruma çabalarına birebir tanıklık edebilirsiniz.

Büyüyüp yumurtadan çıkan kaplumbağalar, 3 günlük olana kadar koruma havuzlarında tutuluyor, sonra da okyanusa bırakılıyor.

SRİ LANKA SEYAHATİ – 10 (05/12/2024-13/12/2024)

Kandy-Ella Tren Yolculuğu

Bana göre Sri Lanka gezisi yapılırken olmazsa olmazlardan birisi tren yolculuğu, özellikle de Kandy-Ella arasındaki tren yolculuğunu yapmak.

Kandy’den Ella’ya giden tren 1920’lerden beri bu rotayı işletiyor, bu da çayın Colombo limanlarına ve İngilizlerin fincanlarına taşınmasının bir yolu. Bu nedenle 1960’lara kadar birincil gelir akışını yük taşımacılığı sağlamış. Ancak o yıllardan itibaren yolcu taşımacılığı öne geçmiş.

Yerel halkın yolcu taşımacılığında yararlandığı bu hat, günümüzde dünya genelinde turistik amaçlı tren yolculuklarının en popülerlerinden biri durumunda. Ona bu popülerliği veren ise güzergâhtaki eşsiz doğa manzarası.

Heyecanla yerimizi aldık ve tren hareket etti. Ormanlık alanların ve sonsuz çay tarlalarının manzaraları başlar başlamaz insanlar kapının önüne doğru gitmeye başladı. Çoğu insan kapıdan dışarıya doğru sarkmış bir vaziyette fotoğraf ve video çekiyor, çektiriyor. Kimisi pencereden sarkarak poz veriyor. Bazıları da kapının önünde oturup ayaklarını dışarıya doğru sarkıtarak seyahat ediyor.

Şurası bir gerçek ki bu yolculukta trende kimse koltuğunda oturmuyor. Yolculuk boyunca vagonları gezinip insanlarla sıcak sohbetler ediyorsunuz. En zevkli tarafı da bu galiba. Bir yandan o güzel manzaraları görürken bir yandan da farklı ülkelerden gelen insanlarla çok güzel iletişim kuruyorsunuz.

Hat boyunca akıp giden manzaranın tamamı görülmeye değer ama daha farklı bir şeyler yakalayıp fotoğraf çekmek için trenin içinde bir sağ tarafa bir sol tarafa rotanızı çevirmeniz gerekiyor.

 Öyle hızlı giden bir tren olmadığı için rahatlıkla manzaranın tadını çıkarabiliyorsunuz. Yeşilin her tonunun bulutlarla birleştiği, çay tarlaları, dağlar, şelaleler, ormanlarla müthiş güzellikteki manzara eşliğinde yolculuk devam ediyor.

Trenin istasyonlara yaklaştığı yerlerde insanların günlük yaşamlarından bir kesit görüyorsunuz. Bu insanlar işlerini bırakıp sevecenlikle size el sallıyor.

İstasyonların renkli güzelliği de doğasıyla yarışıyor. Trenin durduğu yerlerdeki manzaralar ayrı, geçerken gözünüzü alamadığımız manzaralar ayrı güzellikte… Hayran olmamak mümkün değil.

Tren her durduğunda yiyecek içecek satanlar içeriye geliyor. Yöresel yiyecekler satıyorlar. Keyifli ve bol manzaralı bir yolculukla Ella’ya geldiğimizde yolun nasıl bittiğini anlamadık bile.

SRİ LANKA SEYAHATİ – 9 (05/12/2024-13/12/2024)

Sri Lanka’da mayıs ve eylül ayları arası “ıslak sezon”, aralık ile mart ayları arası ise “kuru sezon” olarak geçiyor. Ülke, tropikal iklime sahip. Muson yağmurları oluyormuş; zaman zaman muson yağmurları öyle zarar verici boyuta ulaşıyormuş ki halk evinden dışarıya çıkmıyormuş. Seyahatimiz süresince sıcaklık 28-30 civarındaydı ve bazı yerlerde nem oranı çok yüksekti. Özellikle Galle ve Mirissa’da.
Victoria Park ve Gregory Gölü:
Kandy İstasyonundan Ella’ya doğru üç saatlik tren yolculuğumuz için istasyona gitmek üzere yola çıktık fakat trenin hareket saatine vakit olduğu için Sri Lanka’nın merkezi dağlık bölgesindeki Nuwara Eliya şehrine uğrayarak Victoria Parkı ve Gregory Gölü turu yaptık.
Hakgala Botanik Bahçesi’nin resmi araştırma alanı olan Victoria Park, şehrin merkezinde bulunan 27 dönümlük bir kamu parkı. Kraliçe Victoria’nın tahttaki 60. yılını anmak için 1897’de bu adı almış. Halka açık olan parkta piknik yapılmasına izin veriliyor.
Park, burayı ziyaret eden bir Alman Prensesi tarafından ilk ağacı olan meşenin dikilmesiyle kurulmuş. Parkın içinden geçen Nanu Nehri’nin oluşturduğu küçük göller Lotus çiçekleri ile kaplı. Birkaç nadir kuş türüne ev sahipliği yapan parkta çok ilginç ağaçlara ve bitkilere rastlamak da mümkün.
Gregory Gölü ise aslında Nuwara Eliya şehrini çevreleyen küçük tepelerin eteklerinde bir bataklıkken 1873 yılında İngiliz Valisi Sir William Gregory döneminde yapılan çalışmalarla göle dönüştürülmüş.
Gölde sürat tekneleri ve su bisikletiyle gezinti yapılabiliyor. Çok güzel çiçek bahçeleri ve çay tarlalarının oluşturduğu muazzam bir yeşillikle çevrili olan gölün kıyısında İngiliz tarzı evler sıralanıyor.
20 dakikalık bir tekne gezintisinin ardından göl çevresinde yürüyüş yapıp sokak satıcılarının bulunduğu bölgeye geçtik. Böylece Sri Lanka’nın sokak lezzetlerini tatma fırsatı da bulduk.

SRİ LANKA SEYAHATİ – 8 (05/12/2024-13/12/2024)

Çay Tarlaları ve Çay Üretim Tesisi
Kandy şehrinden Nuwara Eliya şehrine çay tarlalarını ve dünyanın en iyi çayını üreten tesise doğru yola çıkıyoruz. Nuwara Eliya ikliminden dolayı Seylan’daki yetiştiricilerin gözdesi haline geldi ve Küçük İngiltere olarak adlandırıldı. Günümüzde bazı binalar hala İngiliz tarzını koruyorlar. 1.868 metre rakıma sahip olan şehri, Sri Lanka için en önemli çay üretim bölgesi olarak kabul edilmektedir. Çay ve tarçını ile ön planda olan bir ülke ama Sri Lanka deyince akla ilk olarak çay geliyor. Çay tiryakilerinin özellikle tercih ettiği Sri Lanka çayı, Seylan çayı olarak geçiyor.
Tabii ki çok çeşitli türleri var. İkram edildiğinde hepsinden bir yudum içtiğinizde tatlarını karıştırabilirsiniz. Sert, orta ve yumuşak olmak üzere farklı aroma yoğunluklarında demleniyor. En önemli özelliği ise hiç yıkanmadan demlenmesi. Orta yoğunluktaki çayın bile mutlaka bizim Türk çayı ile karıştırılması gerekiyor çünkü tek başına kullanıldığında daha acımsı tat veriyor.
Bizim Karadeniz çayı gibi çok meşhur olan Seylan çayını buraya gelen herkes mutlaka alıyor. Fabrikada satış yerleri var fakat marketlerden daha uygun fiyatla almak mümkün.
Turistler için içimi çok acı olsa da Sri Lanka halkı bu çayı çok seviyor. Sabahları kahve yerine bu çayla enerji topluyorlar. Kahveden daha sert ve uyandırıcı etkisi olduğu söyleniyor. Türk çayının tadı Sri Lanka çayının yanında hafif kalıyor ama tabii alışmaya bağlı. Her yemekte mutlaka çay ikram ediliyor. Aslında bu ülkede nereye giderseniz gidin hemen çay ikram ediliyor.
Dünyada ilk defa Çin ve Hindistan’da yetiştirilmeye başlanan çay, tropikal bölgelerde ve iklim bakımından bol yağışlı ve sıcak alanlarda yetişiyor. Bitkinin normal gelişebilmesi için yıllık toplam yağışın iki bin mm’den az olmaması ve aylara göre yağış dağılımının düzenli olması gerekiyor.
Yerel rehberimizin anlattığına göre İngiliz sömürge döneminde İngilizlerin çay ihtiyacı doğunca ormanlar kesilerek çay tarlaları hâline getirilmiş. İklim koşulları nedeniyle özel bir aromaya sahip olan dünyaca ünlü Seylan çayı da bu şekilde doğmuş. Seylan çayı, “Camellia sinensis” isimli çay bitkisinin kurutulmuş ve işlenmiş yapraklarından yapılıyor. Ünlü çay baronu Thomas Lipton, imparatorluğunun temellerini günümüzde Lipton’s Seat adı verilen tepelerde atmış. 1890’da Seylan’a taşınan İskoç iş adamı Thomas Lipton, burada James Taylor ile tanışmış ve birlikte ülkeye çay tarlalarını tanıtmışlar.
Günümüzde Sri Lanka, 203 bin hektar alanda çay üretimi ile dünyada ikinci sırada yer alıyor. Bunun için son derece elverişli iklime sahip olan ülkede halkın en önemli gelir kaynağı da çay oluyor hâliyle. Gerek çay tarlalarında gerek çay fabrikasında çalışarak geçimlerini sağlıyorlar. Üretimde olduğu gibi çay ihracatında da dünyada ikinci sıradaki Sri Lanka için bu ürün aynı zamanda önemli bir döviz kaynağı.

SRİ LANKA SEYAHATİ – 7 (05/12/2024-13/12/2024)

Kandy şehrindeki ikinci günümüze sabah saatinde, Kutsal Diş Tapınağı’nı henüz kalabalık olmadan ziyaret etmekle başlıyoruz. Tapınağa doğru tura devam ederken ilk gördüğümüz Buda’yı nirvana pozunda tasvir eden bembeyaz heykeli oluyor.

Kandy şehrinin hemen her noktasından görülebilen bu dev Buda heykeli, konuşlandığı Bahirawakanda tepesindeki Sri Maha Bodhi Viharaya adlı tapınağını da turistik açıdan en bilinen kutsal mekân hâline getirmiş.

1972’de inşa edilen heykel, Buda’nın ilk aydınlanmasıyla ilişkilendirilen pozisyon olan nirvana pozunda oturduğunu gösteriyor. 25 metreden daha fazla yüksekliğe ulaşan heykel, Sri Lanka’daki en büyük Buda heykellerinden biri olma özelliği de taşıyor.

Sri Lanka’da insanlar ellerinde lotus çiçekleri ile tapınakları ziyaret ediyor. Çünkü lotus çiçeği Budizm’i sembolize ediyor. Lotus, bir bataklık çiçeği aslında ve Budizm’de karanlıktan ve bataklıktan aydınlığa ve arınmışlığa doğru olan gelişimi anlatıyor. Her türlü kötülüğe karşı özünde kalmak, saf kalmak anlamına geliyor.

Buda’nın heykellerinde bulunan alnının ortasındaki üçüncü göz de bizim tabirimizle gönül gözüdür. Normal gözlerimizin görmediği şeyleri bu üçüncü gözün gördüğü düşünülüyor ve Hindularda da aslında 6’ncı çakraya ve beynin alt kısmına denk gelen hayali bir noktayı temsil ediyor.

Buna “farkındalık gözü” de deniyor ve insanın sezgisinin çok güçlü olduğu bir nokta olduğuna inanılıyor. Buda’nın, bu üçüncü göz sayesinde aydınlığa kavuştuğu kabul ediliyor. Üçüncü göz, bilgeliği sembolize ediyor ve maneviyatın da bu göz sayesinde derinleştirilebildiğine inanılıyor.

Budist keşişler genelde turuncu bir giysi kullanıyor. Turuncu, renk olarak Budist inanışında alevi veya ateşi simgeliyor ve günahların alevlerde yok olduğuna inanılıyor. Bu nedenle keşişlerin bu kıyafeti günahsızlığı, temizliği simgeliyor.

Genel anlamda Budistler, insan hayatında zorlukların, ıstırapların olduğuna ve bu zorlukların meditasyon, fiziksel ve spiritüel çalışma ve iyilik yaparak aşılacağına inanıyor.

Kutsal Diş Kalıntısı Tapınağı:

Diş Tapınağı, Sri Lanka’nın Kandy kentindeki antik Kraliyet Sarayı Kompleksi’nde yer alıyor ve Sri Lanka’nın en önemli Budist tapınağı olma özelliği taşıyor. Sri Dalada Maligawa veya Kutsal Diş Kalıntısı Tapınağı olarak da biliniyor. Buda’nın “diş kalıntısı”nın bulunduğu bu tapınak, Budistler için bir hac yeri. Dünyanın dört bir yanından Budistler bu tapınağa hac ziyareti gerçekleştiriyor.

Söylenceye göre Lankapattana yılında Kral Kirthi Sri Meghavana (301-328) adaya gelmiş ve Buda’nın diş kalıntısını Kral Meghagiri Vihara’ya teslim etmiş. Bu kalıntı, devam eden dönemlerde krallar ve hükümdarlar arasında, birbirlerine devretmekle sorumlu oldukları bir kutsal emanet hâline gelmiş. Kral Dharmapala döneminde ise Kandy şehrine getirilmiş. Kral, diş kalıntısı için, iki katlı bina inşa ettirmiş.

UNESCO tarafında korumaya alınan tapınak 1986 ve 1998 yıllarında iki kere saldırıya uğramış.

Tapınak, Kandy Gölü’nün uçsuz bucaksız manzarasına bakıyor. Göz kamaştıran güzelliği ile Kandy Gölü de tapınak kadar görülmeye değer bir yer olarak öne çıkıyor.

Tapınak, hac yeri olduğu için ziyaretçi sayısı da çok yüksek. Sabahın erken saatlerinde gitmemize rağmen oldukça kalabalıktı, insanlar ellerinde lotus çiçekleri ile ziyarete gelmişti. Tapınağı içinde saatlerce kuyruk oluştuğunu gördük.

Tapınağın hemen girişinde iki yanında ve üzerinde fil tasvirleri bulunuyor. İçeride davullu gösterilere tanık oluyorsunuz.

Buda’nın kutsal emaneti diş kalıntısı, tahtta duran mücevherli tabutların içinde, değerli taşlarla süslenmiş, altın kaplamalı iç içe geçmiş yedi çekmeceli lotus çiçeği şeklindeki bir kutuda muhafaza ediliyor. Çiçeği açmak için kullanılan üç anahtar üç yüksek rütbeli rahip tarafından saklanıyor. Burada fotoğraf çekilmesi yasak.

Bu emaneti görmek isteyen ziyaretçiler, su dalgaları şeklindeki tuğla duvarlarla çevrili bir hendeği bazı ritüeller eşliğinde geçiyor. Duvarlardaki deliklerde Hindistan cevizi kandilleri yakarak ilerleyen ziyaretçiler, hendek sonunda bulunan ana giriş kapısı Mahawahalkada’ya varıyor. Ana kapının zemininde Kandyan mimari tarzında oyulmuş bir Sandakada Pahana yani ay taşı yer alıyor.

Kutsal Diş Tapınağı’nın en önemli özelliği ise kutsal emanetin çevresindeki çitlerin ve çatısının tamamen saf altından yapılmış olması!

 

SRİ LANKA SEYAHATİ – 6 (05/12/2024-13/12/2024)

Kandy şehrinde Peradeniya Botanik Bahçeleri’ni gezdikten sonra Pinnawala Fil Yetimhanesi’ne doğru yola çıktık.

Bu arada Sri Lanka’nın yemek kültüründen biraz bahsetmek isterim. Sömürge döneminin etkisiyle yemeklerinde Hint, Arap, Hollanda, Portekiz mutfağının izleri görülüyor. Budist kültürün etkisiyle de vejetaryen yemekleri öne çıkıyor. Pek çok sebze ve meyve. köri olarak pişiriliyor. Yine Budist yoğunluğu sebebiyle bal kabağı, pancar ve zencefil gibi kök sebzelerin kullanımı da oldukça yaygın. Bu nedenle yemeklerin neredeyse tamamı bol acılı ve bol baharatlı hazırlanıyor.

Gelelim diğer bir önemli konuya; yani pirince. Pirinç üretimi adanın başlıca geçim kaynaklarından biri. Bu nedenle ülkede çok yoğun bir karbonhidrat tüketimi hâkim. Öyle ki kahvaltıda dahi acı biber ve sütlü pilav yiyorlar. Meyve suları bol şekerli. Çayları çok güzel.

Sri Lanka, tropikal iklime sahip bir ada olduğundan, Hindistan cevizi ve balık, Sri Lanka mutfağının en etkili bileşenlerinden ikisini oluşturuyor. Balık, körilerde kullanılıyor ve Hindistan cevizi bir şekilde yemek pişirmede baskın bir bileşen olarak öne çıkıyor.

Bildiğimiz şehriyesiz pirinç pilavı yanına köriyle yapılmış sebzeli yemekler, balık ya da tavuk seçeneğiyle ülkede neredeyse her restoranda bulabileceğiniz ilk seçenek.

Ülkede bolca tropik meyve var. Yol kenarlarında bu meyvelere bolca rastlamak mümkün.

PİNNAWALA FİL YETİMHANESİ:

Fil, Buda’nın yedi hazinesinin biri ve Budizm’de kutsal olarak sayılıyor.

Fil Yetimhanesi, Sri Lanka Yaban Hayatı Koruma Bakanlığı tarafından başkent Kolombo’ya 112 kilometre uzaklıktaki Rambukkana kentine bağlı Pinnawala kasabasında, Maha Oya Nehri’ne bitişik 25 dönümlük bir Hindistan cevizi arazisinde kurulmuş.

Yetimhane, 1978’de Ulusal Zooloji Bahçeleri tarafından Yaban Hayatı Koruma Bakanlığı’ndan devralınmış. Başlangıçta beş küçük file ev sahipliği yapan yetimhanede zaman içinde yavru sayısı artmış. Yetimhane bugün çoğunluğu dişi olan 100‘den fazla file ev sahipliği yapmakta.

Yetimhanede 50 bakıcı çalıştırılırken filler, özel bir güvenlik birimi tarafından korunuyor. Bakıcılar “Mahut (Mahout) fil eğitmeni” olarak isimlendiriliyor. Mahutluk, bir aile mesleği ve bir mahut, fil bakımına çocukken başlıyor ve hayatı boyunca tek bir hayvanla çalışıyor.

Pinnawala’daki birkaç dönümlük bir alanda gün boyunca sürü hâlinde serbestçe dolaşması ve çiftleşmesi için fillere fırsat tanınıyor. İlk bebek fil 1984 yılında doğmuş, bugün ise üçüncü kuşak torunları bulunuyor.

Bu yetimhanede, ülkenin dört bir yanından toplanan bir şekilde ailesini (Filler, aile olarak yaşıyor ve aile olarak ölüyor. Bir anne fil, kendi yavrusu dışında başka bir yavru filin bakımını asla üstlenmiyor.) ya da yolunu kaybederek yalnız kalmış, avcıların elinden kurtarılmış, mayın patlamasıyla ya da farklı nedenlerle yaralanan, hastalanan ve çeşitli yerlerden nakillerle gelen filler, devletin bakımı altında yaşıyor.

Ormanda kaybolmuş yetim bebek fillerin ya da yaralı yetişkin fillerin çiftçilerin çeltik tarlasına girip, ortalığı talan etmesi üzerine çiftçilerin mağduriyetini önlemek amacıyla kurulan yetimhanenin amacı bu filleri tekrar hayata tutundurmak olmuş.

Filler, yıkanmak ve su içmek için biri sabah 10.00-12.00 arasında, diğeri 14.00.16.00 arasında olmak üzere günde iki defa yetimhaneden Maha Oya Nehri’ne götürülüyor.

Etrafı çevrili büyük bir alan olan yetimhaneden yıkanmak üzere çıkan filler, nehre ulaşmak için kasabanın içinden geçerek yaklaşık bir kilometrelik yol katlediyor. Onların yürümesi sırasında trafik de görevliler tarafından kesiliyor. Yolun iki kenarındaki dükkânlarda alışveriş edenler veya yürüyenler de kenara çekilip fillerin geçmesini bekliyor.

Sri Lanka’dan birkaç hediyelik eşya alayım, derseniz, her şeyin fillerle ilgili olduğunu görüyorsunuz. Çünkü bu ülkede filler çok önemli.

SRİ LANKA SEYAHATİ-5 (05/12/2024 – 13/12/2024)

Dambulla şehrindeki gezimizi tamamlayarak cumartesi akşamı Kandy şehrine doğru otobüsle yola çıktık. Yolların durumuna bağlı olarak dört saatin sonunda Kandy şehrine ulaştık ve orada toplam iki gün geçirdik.
Sri Lanka’nın şehirlerinde ve özellikle tapınaklarda dolaşırken etrafınızda maymunlar görüyorsunuz. Onları besliyorsunuz. Yalnız eğer yanınızda yiyecek varsa hemen sizi rahatsız edebiliyorlar; çok yaklaşmamak gerekiyor. Araba ile giderken de yol boyunca karşınıza filler çıkabiliyor. Köpekler ise Sri Lanka’nın kralı sayılıyor; köpeklere çok değer veriliyor. Sri Lanka, adının anlamı gibi her an beklenmedik bir yüzünü gösteriyor.
Geniş çay tarlalarını barındıran Kandy, Sri Lanka’nın ikinci büyük şehri. 1592 yılından ülkenin İngilizler tarafından 1815’te işgal edilmesine kadar Seylan Krallığı’nın başkentiymiş ve Sinhala krallarının son başkenti olmuş. Bu nedenle Kraliyet Şehri olarak biliniyor.
Budizm’in en kutsal yerlerinden biri olan Diş Emaneti Tapınağı’na ev sahipliği yapan Kandy Kutsal Şehri, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alıyor.
Kutsal Budist Bölgesi olarak bilinen Kandy’nin sınırları içinde Diş Emaneti Tapınağı, dört koruyucu Tanrı mabedi, Kandyan Budist tarikatının iki ana manastırı ve üç farklı türde dini kutsal alan yer alıyor.
Gezilecek yerler arasında ayrıca Kandy Gölü, Peradeniya Botanik Bahçeleri ve Pinnawala Fil Yetimhanesi bulunuyor.
Sabah Peradeniya Botanik Bahçesi’ne gitmeden önce Polonnaruwa’ya geri dönerek Nissanka Latha Mandapa’ya kısa bir ziyaret gerçekleştirdik. Bu antik kalıntıda taş oymacılığının inceliklerine tanık olduk.
Diğer taraftan taş işleme ve Sri Lanka, denilince akla ilk mavi safir taşı geliyormuş. Bu değerli taşın nasıl çıkarıldığı ve işlendiğine dair de kısa bir video ile izledik. Gerçekten satın alırken belki çok pahalı geliyor bu taşlar ama çıkarılmasında ve işlenmesinde o kadar emek veriliyor ki “Buna değer,” diyor insan.
Peradeniya Botanik Bahçeleri:
Şehir merkezine yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta bulunan bu bahçe 57 hektar (147 dönüm) büyüklüğünde. Deniz seviyesinden 460 metre yükseklikte konumlamış bahçe, dört bin bitki türünü barındırıyor. Bahçeler, Sri Lanka’nın en uzun nehri olan Mahaweli Nehri’nin etrafında aktığı at nalı şeklindeki bir yarımadayı kaplıyor.
Tabii ki bu büyüklükteki bir alanın tamamını gezmek mümkün değil. Yılda üç milyon kişi bu bahçeyi ziyaret ediyormuş. Göz alıcı bitkilere, tropikal çiçeklere, devasa tropikal ağaçların ihtişamına kuş seslerinin eşlik ettiği bu doğa harikası alanda maymunlar, öküzler, yarasalar da görmek mümkün.
Yerel rehberin anlatımına göre tarihi, kraliyetin Sri Lanka’nın merkezi yaylalarını yönettiği 14. yüzyıla kadar uzanan bu alan, 1780-1798 yılları arasında Kraliyet Bahçesi’ymiş.
Bahçeler, özellikle endemikler ve vahşi doğada nesli tükenmiş türler de dâhil olmak üzere çok çeşitli ve büyük bitkilere ev sahipliği yapıyor.
Bahçenin başlıca ilgi çekici bölümleri arasında, 300’den fazla çeşitte enfes orkidenin bolca çiçek açtığı Orkide Evi yer alıyor.
Anıt koleksiyonu devlet başkanları, devlet konukları, astronotlar ve kraliyet mensupları gibi önemli kişilerin bahçelere yaptıkları resmi ziyaretler sırasında diktikleri ağaçlardan oluşuyor.
Palmiye koleksiyonu ise yaklaşık 220 tür ile Asya’nın en iyileri arasında gösteriliyor.
Büyük çimenlik, baharat bahçeleri, palmiye caddeleri, bitki evi ve kaktüs sergisi, göl ve çiçekli ağaçlar ise bahçenin diğer ilgi çekici yerleri.
Bu bahçeler hem Güneybatı hem de Kuzeydoğu Musonları sırasında önemli yağış aldığı için yıl boyunca yemyeşil görünüme sahip.
Keyifle, saatlerce gezebilecek bir yer. Özellikle o harika ağaçların altında oturmak bambaşka bir keyif. Maalesef bizim vaktimiz sınırlı olduğu için o ağaçların altında ancak bir iki dakika kalabildik.
Sri Lanka’nın doğası harikadır.

SRİ LANKA SEYAHATİ-4 (05/12/2024 – 13/12/2024)

Sri Lanka’nın toplam 22 milyon olan nüfusunun şehirlere dağılımı orantısal olarak birbirine yakın. Çok dinli bir ülke olan Sri Lanka nüfusunun yüzde 70’i Budist. İkinci sırada Hinduizm yer alırken onu çok az sayıdaki Hristiyan ve Müslüman nüfus izliyor.
Dünyanın en inançlı üçüncü ülkesi ünvanına sahip olan ülkenin halkının en önemli özelliği sıcakkanlı, samimi, içten olmaları. Orada insanlar maskelere ihtiyaç duymadan, doğal yaklaşıyorlar size. Sadece göz temasında bulunduğunuzda bile sizi hiç süzmüyorlar ve gözlerinden o sevgiyi hissediyorsunuz.
Güney Asya ülkelerinde seyahat ederken bu sevgi enerjisini ve doğallığı ilk olarak Laos’da hissetmiştim. İkinci kez ise Sri Lanka’da hissettim. Sokaklarda, bahçelerde, köylerde gezerken kendinizi güvende hissediyorsunuz. İnsanlar maddeden uzak maneviyat enerjisi ile yaşıyor bu ülkede. Yüzlerinden, yaklaşımlarından ve konuşmalarında iç huzurunu ve mutluluğu buldukları çok net anlaşılıyor.
Polonnaruwa Antik Kenti turunu tamamlayınca yemek molası verdik. Öğle yemeğinin ardından Dambulla’ya doğru yola çıktık.
Dambulla Kraliyet Mağarası “Altın Tapınak”:
Dambulla’nın Altın Tapınağı olarak da bilinen Dambulla Mağara Tapınağı, Sri Lanka’nın orta kısımlarında bulunan bir Dünya Mirası alanı. Bu site Kolombo’nun 148 kilometre doğusunda, Kandy’nin 72 kilometre kuzeyinde yer alıyor. Dambulla, Sri Lanka’daki en büyük ve en iyi korunmuş mağara tapınağı kompleksi aynı zamanda.
Dambulla Tapınağı’na çıkarken yine sayısını hatırlamadığım kadar çok dik basamakları tırmandık. Yorucu bir parkur olmasına rağmen çok güzel bir manzara size eşlik ediyor. Bu eşsiz manzaranın fotoğraflarını çekmek tırmanışı daha zevkli hâle getiriyor.
M.Ö. 1. yüzyıla dayanan Dambulla Mağara Tapınağı, Sri Lanka’daki en etkileyici mağara tapınağı. İç mekânların kuru kalmasını sağlamak için damlama hattıyla oyulmuş, geniş bir çıkıntılı kayanın altında beş mağara var. Mağara dışında kalan gölgelik kısım 1700’lü yıllarda yapılmış. 1938’de ise zanaatkârlar mimariyi kemerli sütunlar ve üçgen girişlerle süslemiş. Mağaraların içinde tavanlar, kayanın konturlarını takip edecek şekilde Lord Buddha ve Bodhisattvalar ile çeşitli tanrı ve tanrıça figürlerini içeren karmaşık desenlerde boyanmış.
Bu tapınakta da yabani incir ağacı dikkatimizi çekiyor. Buda, incir ağacının altında meditasyon yaptığı ve nirvanaya ulaştığı için bu ağaç ülkede kutsal kabul ediliyor ve genelde tapınaklara dikiliyor. Ağaç süslemesinde de uluslararası Budist bayrağı kullanılıyor.
Yerel rehberimizin anlattığına göre Tapınak’ta 153 adet heykel bulunuyor. Buradaki Buda heykelleri ile ilgili 3 farklı duruş olduğunu görüyoruz: Meditasyon yapan Buda, Ayakta duran Buda ve Yatan Buda. Ayakta duran Buda heykelinin sağ eli önde. Bu, “kötülükleri durdurdu” anlamına geldiği gibi “eğitim” manasına da geliyor. Yatan Buda da 2 farklı durumu simgeliyor. Biri dinlenen Buda, diğeri ise ölmüş Buda. Dinlenen Buda’nın kafasında aydınlanmanın sembolü olan bir taç bulunuyor, el biraz açık ve ayaklarının ikisi de aynı hizada. Ölen Buda’nın ise ayakları birbirine paralel değil, biraz açık.
5 mağaranın her birinde Buda’nın çok farklı heykelleri bulunuyor. Binlerce fresk ve resim de heykellere eşlik ediyor.
İlk mağarada uzanmış Buda heykelini gördük. Tabii fotoğrafını çekmek biraz zor oldu. (14 metre uzunlukta.)
İkinci mağarada ağacın altında meditasyon yaparken nirvanaya ulaşması anlatılmaktadır. Bu, ikinci ve aynı zamanda en büyük mağarada, ayakta duran on altı ve oturan kırk Buda heykeline ek olarak, hacıların sıklıkla çelenklerle süslediği tanrılar Saman ve Vishnu yer alıyor. Mağarada iki büyük kralın da heykeli bulunuyor. M.Ö. birinci yüzyılda manastırı onurlandıran Kral Vattagamani ve on ikinci yüzyılda manastır girişinin yakınındaki bir taş yazıtın da belirttiği gibi elli heykelin yaldızlanmasından dolayı Kral Nissanka Malla. Mağaraya uygun olarak Maharaja lena; “Büyük Kralların Mağarası” adı verilmiş.
Üçüncü mağara, Maha Alut Vihara, “Büyük Yeni Manastır” olarak anılıyor. Ünlü Budist canlandırıcı Kral Kirti Sri Rajasinha’nın (1747-1782) heykeli yer alıyor.
Daha küçük dördüncü ve beşinci mağaralar daha sonraki bir döneme ait. Resim ve heykellerde düşük işçilik göze çarpıyor. Birinci ve ikinci mağaralar arasında bulunan küçük bir Vishnu Devale ziyaretçilerini cezbediyor.
Ayrıca 5. mağarada yine bir yatan Buda heykeli bulunuyor ancak bu ölmüş Buda heykelidir.
Mağaraları gezerken çok farklı bir atmosfer yaşıyorsunuz.
Avluda yine lotus çiçekleri ile bezeli bulunan havuz yer alıyor.
Mağara Tapınağı’nın ardından tarçın, kakule, karabiber, kimyon, vanilya, karanfil gibi çeşitli baharatların, fıstıkların ve ayurvedik bitkilerin yetiştirildiği bir baharat bahçesini ziyaret ettik. Bu bahçede çeşitli yerel bitkilerin tanıtımını yaptılar. Tanıtımdan sonra bahçeyi gezdiğinizde gerçek anlamda o bitkilerin kokusunu alıyorsunuz. Adada en ünlü ürün ise çay ve tarçın. Sırası geldiğinde onlardan da bahsedeceğim.